-Koş Henna, nerede kaldın?
-Geldim...
-Adam kan kaybından ölecek. Kan torbasını bir an önce tak.
-Peki bakıyorum şimdi.
Acil serviste nöbetteydim ve hiç de sıradan bir gece değildi. Zincirleme trafik kazası olmuştu, yerlerde bile hastalar yatıyordu. Boş sedye kalmamıştı. Ölü sayısı şimdiden 10 olmuştu ve 40 dan fazla yaralı vardı. Çok da büyük olmayan acil servis ve yetersiz personelle hastalara yetişmeye çalışıyorduk. Durumu ağır olan hastaların damar yolunu açıp en yakın tıp fakültesi hastanesine gönderiyorduk. Tabi ambulanslar da yetersiz kalıyordu. Bir ambulansa 2 hasta yerleştirir olmuştuk.
Bütün gece, hastaları hayatta tutmak için uğraştık. Ter kan içinde, yorgun geçen gecenin sabahında, nöbeti diğer arkadaşlara bırakıp evin yolunu tuttum.
Okul bitmiş ilk görev yerim Trabzon'un küçük ilçesi Tonya'ya tayinim çıkmıştı. Burada 4 yıl kalıp doğu hizmetimi tamamlamış olacaktım.
Tonya tereyağıyla ünlü küçük bir dağ kasabasıydı. Ormanın içine doldurulmuş beton binalar doğayla son derece tezat oluşturuyordu. Gri, çok katlı,iğreti binalar başından dumanı eksik olmayan kestane, gürgen ormanlarına hiç de yakışmıyordu.
4 yıl sonra Bilecik'ten ayrılmak hiç kolay olmamıştı. Şehirden ayrılmadan önce Şeyh Edebali ye gidip vedalaştım. Belki bir daha dönmek nasip olmaz diye, güzel vakit geçirdiğim her yeri tek tek ziyaret ettim. Kafesteki bir kuş nasıl özgürlüğe kavuştuğunda kanatları hemen yorulur sağa sola çarparsa ben de aynen öyle olmuştum.
İlk iş olarak kendime bir ev kiraladım. Ev bulmak biraz zor olsa da, devlet memuru olmanın avantajlarını kullanmıştım. 19 yaşındaki bir kızın tek başına yaşaması yeterince tuhaftı. O yüzden babam benim için bir ay izin aldı ve bu süre içinde beraber ev tutup içini döşedik. Acil alınması gereken yatak, buz dolabı,fırın, ocak gibi eşyaları aldık. Perdeleri, halıları derken küçük de olsa bir ev döşemek çok yorucu olmuştu.
İlk günler komşuların getirdiği yemeklerle idare ettik. Daha sonra eksiklerimizi tamamladık.
Bir ay sonra babam İskenderun'a döndü. Buranın sürekli bulutlu ve her daim yağışlı havası, dört mevsim güneş gören babama hiç iyi gelmemişti.Babam gidince, evde tek başına kalmıştım.Evin en sevdiğim yeri banyosuydu. Mavi beyaz fayanslarıyla, akvaryumu andırıyordu. Beyaz lavabosu ve banyo takımı içeriye ferah bir hava katıyordu. Çamaşır makinesini banyoya koymuştum ve üzerine mavi renk balık resimleri olan bir örtü örtmüştüm. Yerlere mavi, üzerinde midye kabartması olan klozet takımını serince, banyom çok güzel olmuştu.
Bir odaya yatağımı ve makyaj masamı yerleştirmiştim. Diğer odaya oturma takımı ile televizyon almıştım ve günümün çoğunu burada geçiriyordum.
Dış kapı geniş bir girişe açılıyordu. Bütün odalar ve mutfak kapıları buraya bağlanıyordu. Mutfak oldukça büyüktü ve çok şirindi. Evimi sevmiştim çok şükür.İkişer daireden oluşan, üç katlı kaloriferli bir binada oturuyordum. Alt katta üç daire vardı. Ayşe anne dört çocuk sahibi, elli beş yaşlarında, Erzurumlu bir kadıncağızdı. Ortaokula giden ikizleri doğumda zorluk yaşadığı için hafif zihinsel engelliydi. Onun yan dairesinde Yeşim hanım kalıyordu.Yeşim hanım kırk beş yaşlarındaydı ve eşiyle yıllardır uğraşmalarına rağmen çocuk sahibi olamamışlardı. Ayşe annenin karşısında oturan, yani benim altımdaki dairede, iki çocuk sahibi, otuz yaşlarında Ayşegül abla oturuyordu. Üst komşum nadiren eve gelen, daha çok köydeki evlerinde vakit geçiren 45 yaşlarındaki Emine hanımdı.Onun yan dairesinde yirmi beş yaşında yeni evli Döndü abla oturuyordu. Karşı komşum ise kendi hallerinde karı kocaydı. Geldiğimden beri bir kez koridorda karşılaşmıştım ve henüz adlarını öğrenememiştim.Kadınların hiçbiri de çalışmıyordu. Bütün gün evde oturup ev işleri, çoluk çocukla uğraşıyorlar ve kalan boş vakitlerinde de el işleri yapıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HENNA
ChickLitGüvercinin boynundaki o kırmızımtırak tüyler vardır ya, bir kere taktı mı güvercin o tasmayı boynuna başka birisini sevemezmiş, ama bazen fazla sevgiden güvercinler birbirlerini de öldürürlermiş, birbirlerinin gırtlağını deşerlermiş fazla sevgiden...