Sabah erkenden uyanıp kahvaltımı yaptım ve hazırlanıp geldiğim arabayla Ulu Cami'ye gittim. Abanoz ağacından yapılmış minberin hemen yanında dolaştım.Ellerimi güneş sistemi üzerinde gezdirdim. Bütün gezegenler ahşap kabartma ile Güneşin etrafına yörüngelerine göre işlenmişti. Üstelik bu minber Galileo' nin "dünya dönüyor" dediği için engizisyon mahkemesince idama mahkum edildiği tarihten tam 230 yıl önce yapılmıştı.
Minberin diğer tarafındaki Samanyolu galaksisine daldım.Bütün kainat ellerimin altındaydı.Aslında kainat ya da dünya çok da büyük değildi.Bizler küçük oluğumuz için her şey büyük ve ulaşılmaz geliyordu. Belki de atalarımız dünyanın hatta galaksilerin düşünüldüğü gibi büyük olmadığını anlatmak istemişlerdi bu tasvirlerle.Boşuna dünya devleti olmamışlardı. Dünyayı büyük görenler asla ona hükmedemezlerdi.
Bu düşüncelerle bir köşeye çekilip Tuna'nın camiye gelmesini bekledim. Rafların birinden bulduğum Kuran-ı kerimi açıp okudum. Bir süre sonra öğle ezanı okundu. Cemaat abdestlerini tazeleyip namazın sünnetini kılmaya başlamıştı. Kafamı kaldırıp etrafı kolaçan ettim ama Tuna'yı göremedim. Gelmeyeceğini düşünürken ''vav '' harfinin olduğu yerde koltuk değnekleriyle gelen Tuna'yı gördüm. Gözlerime inanamıyordum. Nihayet tekerlekli sandalyeden vaz geçmişti. Orada bulunan taburelerden birini aldı, dikkatlice oturarak namaza durdu. Ben de arkada bayanlar bölümünde namaza başladım. Nihayet namaz bitip selam verdiğimizde ellerimizi semaya açıp Yaradan'ın hazinelerinden dilediğimizi istedik. O yüce yaradan isteyin ben vereyim diyordu. Biz de inananlar olarak istedik elbette. Ellerimi yüzüme sürüp duamı bitirdiğimde Tuna'nın tabureden inip secdeye kapandığını gördüm. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Öyle ki ağlamasının şiddetinden omuzları sarsılıyordu. Onu oradan izlerken benim de gözlerim doldu. Ellerimi tekrar semaya açıp yalvardım.
''Allahım beni ve Tuna'yı en iyi sen bilirsin.Şu mübarek makamda bizi birleştirdiğin gibi hem Dünyada hem de ahirette bizi birleştir.''
Tuna uzun süre vav harfi gibi iki büklüm secdede göz yaşı döktü. Sonra yanındaki koltuk değneklerini alıp ayağa kalktı. Bu kalkış başka bir kalkıştı, başka bir doğrulmaydı adeta. ''Vav'' harfi ''elif ''olmuş gidiyordu. Arkasından ben de onu takip ettim. Camiden çıkıp onu bekleyen arabasına bindi. Ben de kendi arabamla onun arabasını takip ettim. Öyle bir ruh halindeydi ki bir adım gerisinde olmama rağmen beni fark etmemişti. Ben de fark etmesi için bir şey yapmamıştım.
Araba bildiğim bir güzergaha doğru gidiyordu. Az sonra Çamur Evi'nin olduğu yola saptık. Araba kulübenin önünde durdu. Şoför arabadan inip Tuna'nın inmesine yardım etti. Tuna ona bir şeyler söyledi. Sonra şoför arabayı alıp geldiği yoldan geri gitti. Arabayı gizlendiğim yerden kaldırıp atölyenin yanına park ettim.
Açık kapıdan usulca kapıyı açtım. İçerisi gün ışığıyla aydınlanıyordu ve ışıl ışıldı. Açık pencereden içeriye dolan çiçek kokularını içime çekip odaya dahil oldum. İç odadan makine sesleri geliyordu. Tuna çalışıyor olmalı diye düşündüm. Kapıyı ittirip arkası dönük Tuna'yı çalışırken izledim bir süre. Yorulmuş olmalı ki makineyi durdurdu ve elinin tersiyle alnındaki terleri sildi. Fırsattan istifade yanına gidip ellerimle gözlerini kapattım.
Ellerimi tutup yokladı.
_Sensin Henna, aç gözlerimi dedi.
_Nereden bildin?Dedim ve ellerimi gözlerinden çekip yanına oturdum.
_Camiye çağırdın ama sen yoktun.
_Oradaydım. Ama fark etmedin.
_Neden yanıma gelmedin öyleyse?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HENNA
Genç Kız EdebiyatıGüvercinin boynundaki o kırmızımtırak tüyler vardır ya, bir kere taktı mı güvercin o tasmayı boynuna başka birisini sevemezmiş, ama bazen fazla sevgiden güvercinler birbirlerini de öldürürlermiş, birbirlerinin gırtlağını deşerlermiş fazla sevgiden...