Nazlı
Savaşın ellerimin altındaki kaslarının gerildiğini hissettim. Omuzundan arkaya bakınca bir esmer adamın orada durup sert bakışlarla bizi izlediğini gördüm. Savaş yavaşça benden ayrılıp sanki beni arkasına saklar gibi eliyle beni geri itti. Yüzünü göremiyordum ama çok gergin olduğu çok açıktı."Sen ne yüzle bana bir şeyler diyorsun?" Savaşın sesi öyle bir tehlikeli çıkmıştı ki, ben bile korkmuştum. Belli ki adam her kimse, Savaş ondan nefret ediyordu.
"Neden? Yeğenime yaklaşamaz mıyım?" Demek amcasıymış. Adam kaşını kaldırıp boş öldürücü bakışlarıyla sanki Savaşa meydan okuyordu. Bu sohbetin iyi bir yere gitmeyeceğini hissedebiliyordum. İçimde korku gittikçe artmaya başlamıştı. Bu adamdan iyi bir enerji almıyordum, tehlikeli birine benziyordu.
"Sen benim dayım olma hakkını çoktan kaybettin. Sen ne zaman bana dayılık ettin ki şimdi de bana yeğen diyorsun? Ne işin var senin burada?" Savaş gittikçe öfkeleşiyordu. Artık gerçekten korkmaya başlamıştım.
"Nasıl ne işin var. Sanki hastaneye neden geldiğimi bilmiyorsun." Eğer bakışlar öldürseydi, Savaş çoktan ölmüş halde yerde yatıyordu. Bu görüşmenin daha fazla uzanmasına izin veremezdim. Bir elimi kaldırıp Savaşın sırtına koydum ve bir adım ona yaklaştım. Çok gergindi, elimin altında kasları taş gibi duruyordu. Arkadan yavaşça kulağına doğru parmak uçlarıma kalktım.
"Savaş, gidelim burdan... Lütfen" fısıldadığımda Savaş bir anlık kafasını yana çevirdi ama yüzüme bakmadı. Sonra yavaşça kafasını salladı ve dayısına bir şey demeden arkasını dönüp elimden tutarak gitmek istediğinde adamın sesi bizi durdurdu.
"Sevdiğin kız mı? Zevkin yerindeymiş" dediğinde Savaş bir hışımda elimi bırakıp adamın yakasına yapıştı. Küçük bir çığlık çıktı ağzımdan. Savaşın yüzü kıpkırmızı olmuştu, adamda pis pis sırıtıyordu.
"Sakın bir daha karımın adını ağzına alma, seni öldürürüm, duydun mu?" Savaş hızla nefes alıp vererek dişlerinin arasından adama söyleyince dayısı kaşları kalkık şekilde şaşkınlıkla bir bana bir ona baktı.
"Aa sen evlendin mi? Ayıp ya, insan dayısını düğününe çağırmaz mı?" Alayla söylediğinde Savaşın oradaca kontrölünü kaybetmesine çok yakın olduğunu hissettim. Hemen olaya el atmam gerektiğini düşünerek onlara yaklaşıp adamın yakasında tutmuş Savaşın ellerini güçle adamdan ayırdım. Sonra Savaşın öfkeli yüzünü avuçlarıma alarak bana bakmasını sağladım. O kadar çok sinirliydi ki, gözleri bende odaklanamıyordu, sanki aklını kaybetmişti.
"Savaş, Savaş lütfen bana bak. Gözlerime bak" hala bakmıyordu. Dönüp sırıtan dayısına bakmak istediğinde sertçe yüzünü kendime doğru çevirdim ve sıkıca yanaklarına yapıştım.
"Bana bak, odaklan, gözlerime odaklan! Sakinleş, Savaş, tamam mı? Hiç bir şey yok, sakin ol." Sanki bir az sözlerim kafasına işlemişti, gözlerindeki öldürücü ifade yavaş yavaş kayboluyordu. Nefesi gittikçe yerine geliyordu. Bir elimi yanağından alıp saçlarında gezdirdim. "İyisin, ben de iyiyim, hiç bir şeyimiz yok. Hadi gidelim burdan" sakince söylediğimde çatık kaşlarla kafasını salladı. Son bir kez adama soğuk bakışlar atıp yanından ayrıldık. Eline yapıştım sıkıca, o da hafifçe parmaklarını benimkilere geçirdi, ama suratıma bakmıyordu. Çok endişelenmiştim onun için, kontrölünü kaybetmişti. Murat olayından sonra ilk defa onu böyle öfkeli görüyordum. Bu hali hoşuma gitmiyordu, sanki yerine başka bir adam geliyordu. Ama bu defa başka bir şey vardı onda, intikam acısı mı diyim, başka bir acı mı bilmiyorum, ama ordaydı, görmüştüm. Savaşın geçmişinden hiç bir şey bilmiyordum. Ben hastaneden çıkarken zaten böyle bir konuşma olmuştu aramızda, o bana bu konularda güvenmiyordu, açılmıyordu, bu beni çok kırıyordu, ama yapacak bir şey yoktu. Üzerine gitmek istemiyordum, çünkü yaşadığı her neydise, ağır olduğu anlaşılıyordu. Hiç bir insan kendi dayısına böyle tepki veremezdi. Aralarında ciddi bir şey olmuştu, belliydi. Ama hiç bir şey sormayacaktım. Eğer kendisi anlatmak isterse, ben dinlerim, ama kendim bir soru sormayacaktım. El ele hastanenin arka bahçesine doğru yürüdük. Bizden başka kimse yoktu, boştu oralar. Gece vakti olduğundan muhtemelen her kes artık uyuyordu. Savaş bir şey demeden elimi bırakarak taşın üzerine oturdu ve dirseklerini dizletine koyarak başını ellerine yasladı. Sakince geçip aramızda mesafe koyacak bir şekilde yanına oturdum. Ne demeli olduğumu bilmiyordum, kafam çok karışmıştı. Sakinleştirsem mi, yoksa bıraksam mı kendisi istediği zaman konuşsa? Bence ikincisini yapmalıydım, Savaş çözülmez bir adamdı, beni kendine yakın bırakmadığı için ne tepki vereceğini bilmiyordum. O yüzden sadece yanında oturup bekledim. Uzun süre hiç bir şey söylemedi. O pozisyonda kalarak düşüncelere daldığını görebiliyordum. Onun için çok endişeleniyordum,ama elimden hiç bir şey gelmiyordu. Benimle özel olan şeyleri konuşmayacağını net bana söylemişti. Bir şey deyip de sonra onun terslemesi duyarak yeniden kırılmak istemiyordum. Nihayet 20-25 dakika sonra başını ellerinden alarak dikeldi ve kafasını çevirip bana baktı. Yüzünde sakin ifade vardı. Ama gözleri boştu. Soğuk Savaş yine karşımdaydı. O böyle olunca bizim kapışmamız kaçılmazdı ve ben ne o böyle halde olurken,ne de kendim Selin için telaşlanırken kavga etmek istemiyordum. O yüzden ayağa kalktığımda kaşını kaldırarak bana baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık kalpler
Fanfic2 kardeş. 2 kuzen. 4 kırık kalp. Paylaşılacak 1 kader. Her şeye rağmen ayakta durmayı başaran 4 insanın hikayesi. Karşı karşıya geldiklerinde bir birlerine tutunmayı başaracaklar mı? Yoksa kaderden kaçmayı mı seçecekler? Dikkatli olun, ağlatabilir...