Benim yüzümden.
Elindeki karton bardakta duran çayı bana uzattığı zaman, Nazlı'ya bunu söylemek istiyorum. Ama konuşma yetimi de düşüncelerimle birlikte kaybettiğim için, iki kelimeyi bir araya getiremiyorum. Uzattığı çayı almadığım için, kaşlarını çatıyor. Hastanenin serin koridorunda çökmüş bir vaziyette oturuyorum. Haberi duyduktan sonra dakikalarca kendime gelemeyişim, Nazlı'nın yardımı ile hastanenin yolunu tutuşum, koridorda deli gibi koşup onu arayışım ve en sonunda, hareketsiz bedenini görüşüm. Yaşadığım tüm bu şeylerin kabus olabileceğini düşünecek kadar da Polyannayım.
Ama değil. Bunu idrak etmem ne kadar zor olsa da.. değil. Bir kabusun içinde değilim. Ya da biri bana şaka yapmıyor. Hepsi gerçek. Onu yüzüstü bıraktım, üzdüm, ne kadar çok seviyor olsam da terkettim. O da, eve dönüş yolunda alkollü araç kullandığı için kaza yaptı.
Benim yüzümden.
"Toparla kendini" diyor fısıltı ve azarlama arasındaki bir sesle. "Annemler senin bu kadar dağıldığını görünce şüphelenecek."
Gözyaşım, bacağıma damladığı zaman burnumu çekiyorum.
"Umrumda değil."
Olayın şokundan, benim ne halde olduğumu pek farkedemediler. Şimdi de, Haluk abi, Rana teyze ve annem doktor ile konuşuyorlar. Biz de Ali'nin odasının önünde, onları bekliyoruz.
Nazlı sırtımı sıvazlıyor.
"Dün gece sen de çok kötüydün. Ne geçti aranızda?"
"Aptallık yaptım" diyorum ağlamaktan kısılan sesime rağmen.
Nazlı pek anlamıyor. Ama bunu umursamıyorum. Olduğum yerden kalkıp, camın arkasındaki Ali'ye bakıyorum. Durumunda hiçbir farklılık yok.
Cebimdeki telefon titremeye başlayınca irkiliyorum. Susturmak için, elimi cebime atıyorum ve Melisa'nın aradığını görünce dişlerimi sıkıyorum. Sertçe "Hayır" a basıyorum. Telefonu cebime koyacakken tekrar çalıyor.
"Kim arıyor?"
Nazlı'nın sorusu karşısında afallıyorum.
"Şey.. Emre."
Telefonu açıp, hızla koridorda ilerlemeye başlıyorum. Nazlı'yı arkamda bırakıp, bahçeye çıktıktan sonra konuşmaya başlıyorum.
"Ne var?"
"Ali nasıl? Çok kötü değil, değil mi?"
Ona cevap vermek için ağzımı açtığımda, duraksıyorum.
"Sen.." diyorum sersemce. "Sen, nerden biliyorsun?!"
Melisa bir süre sessiz kalıyor. Sonra kelimeleri bastırarak,
"Benim dediğim şeyi yapmadın. Ben, kendim halletmek zorunda kaldım."
Şoka uğruyorum. Ne diyeceğimi ya da sinirimi nasıl atacağımı bilmiyorum.
"BUNU NASIL YAPARSIN SEN!!"
Bahçedeki insanlar bana bakıyor. Onlara aldırmıyorum. Sesi öfkeli gelmiyor. Benim öfkemin yanından bile geçemez.
"İşleri bir adım ileri götürmem gerekti. Yaptığım tek şey, sarhoş sevgilinin dikkatini dağıtmak oldu."
"KIZIM SENİ ÖLDÜRÜRÜM BEN! BUNU NASIL YAPABILDIN YA, NASIL!" "Ehh, yeter. Kes artık. Senin yapman gereken şeyi yaptım. Ali bu durumdaysa, sebebi beni dinlememendir. Daha da kötü şeyler olmasını istemiyorsan, bundan sonra beni dinlersin."
"Mahvedeceğim seni.. Herkese gebermediğini, Ali'nin kaza yapmasına sebep olduğunu anlatacağım."
"Tamam.. yap. Ama büyük aşkına veda et. Haluk Mertoğlu gizli aşkınızı öğrendiğinde başına neler gelir merak ediyorum."
Derin bir nefes alıyorum. Yanımdaki banka çöküyorum.
"Neden?" diyorum çaresiz bir halde. "Bunu neden bize yapıyorsun? Biz sana ne yaptık?"
Melisa duraksıyor.
"Sorunum sizinle değil. Ama hedefim için sizi kullanmam gerek, kusura bakma."
Tiksindirici kelimeleri ile ürperiyorum.
"Umarım Ali kendine gelir." diyerek hızla telefonu kapatıyor. Bir süre öylece kalıyorum. Haluk Mertoğlu'nun hastaneye gelmesi, ona ne gibi bir yarar sağlar ki? Neden onun burada olmasını istiyor?
Dudaklarımı dişliyorum ve tekrar içeri giriyorum. Ali'nin odasının başında kimseyi göremeyince kaşlarım çatılıyor.
Camdan içeri bakıyorum. Ali gözlerini açmış. Ali, gözlerini açmış! Ve herkes onun başında.
Panikliyorum. Deli gibi içeri girmek istesem de bana vereceği tepkiden korkuyorum.
Sonunda cesaretimi topluyorum. Odadan içeri giriyorum. Odadaki tüm gözler bana odaklanıyor. Ama beni en çok etkileyen, derinlerime işleyen bir çift mavilik oluyor. Boğazımı temizliyorum.
"Selin.. gel bak, Ali kendine geldi."
Zoraki bir şekilde gülümsüyorum.
"Selin çok etkilendi bu kaza işinden" diyor annem herkese açıklama yaparak, sonra kolunu bana sarıyor.
Ali'nin gözleri bir an olsun benden ayrılmıyor. Ediliyorum, kızarıyorum, nefesim daralıyor.
"Şimdi iyi misin?" diyorum kibarca.
Bakışlarını bir süre daha üzerimde gezdiriyor.
"İyiyim" derken kafasını başka yöne çeviriyor.
"Haluk nerde bu arada?"
Odada onun olmayışını farketmiyorum bile. Kimse nerde olduğunu bilmiyor. Sonunda annem telefonunu eline alıp, onu arıyor.
Herkes odanın bir köşesine dağılmışken, tedirgin hareketlerle Ali'nin baş ucundaki sandalyeye oturuyorum. Ne bir tepki veriyor, ne de benimle iletisime geçiyor. Ama yine de ona yakın oturmak istiyorum.
"Açmıyor.."
Şaşkınca anneme bakıyorum. Melisa neler planlıyor?
Rana teyze ile annem, onu bulmak için dışarı çıkıyor. Nazlı, ben ve Ali kalıyoruz.
"Şey.. Gidip içecek bir şey alacağım, ister misiniz?"
İkimiz de olumsuz yanıt verince, Nazlı omuz silkiyor.
"Ben gelirim şimdi o zaman.."
Gitmemesi için bacağına yapışmak istiyorum, ama çok hızlı davranıyor. Nazlı odadan çıkınca, soğuk bir sessizlik ortamı kaplıyor.
Dakikalar sonra ilk konuşan ben oluyorum.
"Çok acıyor mu?" diyorum bacağındaki sargıyı kastederek.
Cevap vermiyor. Tam pes etmişken,
"Canımı yakan şey, bacağımdaki kesik değil" diyor.
Adeta yutkunamıyorum. Kızarıyorum. Bir de bana dik dik bakması durumu kolaylaştırmıyor.
"Kaza nasıl oldu?"
"Bunu konuşmak zorunda mıyız?"
Başımı iki kere salladığım zaman, derin bir nefes veriyor.
"İçkiyi biraz fazla kaçırdım. Karşımda bir araba farları ile dikkatimi dağıttı.. Ben de yoldan çıktım."
Dişlerimi sıkıyorum. Melisa'nın bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştim hiç.
Bir şey diyecek gibi oluyorum. Bu sırada odanın kapısı açılıyor. Sinem panik halinde odaya giriyor. Arkasında Savaş'ı farkediyorum.
"Ali?? Şimdi annem haber verdi. Ne oldu sana böyle?"
"Tamam sakin. Ufak bir kaza."
"İyi misin kuzen?" diyor Savaş.
"İyiyim iyiyim."
Sonra Ali ikisine imalı bir şekilde bakıyor.
Sinem, ellerini cebine sokarak;
"Haberi duyunca, taksiyi bekleyemedim. Savaş da motoru ile getirdi beni.."
Ali gülümsüyor. Aralarındaki buzların yavaş yavaş eridigini görmek onu da mutlu ediyor.
Nazlı elinde bardakla kapıda beliriyor. Savaş, onun saçına ufak bir öpücük konduruyor. Bu hallerine içim gidiyor. Yanımdaki Ali'ye bakamıyorum bile.
Ailenin geri kalanı, odaya geliyor. Haluk Abiyi bulduklarını görüyorum. Sinem'in odada oluşu ile huzursuz olduğunu belli eden bir ifade ile odaya giriyor.
"Haluk ile koridorda karşılaştık." diyor annem. O da ekliyor;
"Doktor ile konuşuyordum da."
Ama yüz ifadesi daha farklı geliyor. Bir şeyler onun canını sıkmış gibi. Neler olduğunu çok merak ediyorum.
"Oğlum, sen de iyiysen bu akşam seni eve götürebilirmişiz."
Ali, babasının yapmacık ilgisinden rahatsız oluyor.
"Beni kendi evime bırakırsanız mutlu olurum."
Gözlerimi açıyorum.
"Olmaz oğlum, iyi durumda değilsin."
Odadakilerin yarısından çoğu Ali'nin evini yeni duyuyor fakat seslerini çıkarmıyolar.
"İyiyim dedim ben. Evimde kalmak istiyorum" diyor Ali ciddi bir şekilde.
Haluk abiye bakıyorum. Ali'nin ona karşı gelişinden rahatsız oluyor.
"İyi, peki, nasıl istiyosan."
"Ama Alicim.. Daha ıyilesmeden.. bence bu iyi fikir değil.."
"Ali çok ısrar ediyorsa, hastaneden bir hemşire ayarlarız." diye araya giriyor Haluk Abi.
Gözlerimi deviriyorum. Sonra kimsenin görmediğinden emin olmaya çalışıyorum.
"Harika fikir" diyor Ali. Karnım kasılıyor.
Hâlâ bana bakmamaya özen gösteriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Bu Ben
FanfictionOkyanus gözlü çocuk ve onun yaralarını sarmaya hazır güzeller güzeli bir kız. Herkes yaralarını iyileştirmek ister, birçoğu bunu başaramaz. Ama onlar birbirine sahipler. Kalbi kırık küçük bir erkek çocuğu ile acı çeken küçük kızın hikayesi.