Seni artık sadece hikayelerde yaşatıyor olmak da güzel...
İyi ki doğdun Ali Mertoğlu."Bizi tehdit eden ilk kişinin sen olduğunu mu sanıyorsun?"
Sesim kendimden emin ve güçlü çıkıyor. Güzel... Çünkü şuanda buna hiç olmadığım kadar ihtiyacım var.
"Senin tehditlerin, boşa sallamaların bana sökmez."
Tehditkar gülümsemesi genişliyor.
"Ben bir aptal gibi, körü körüne ateşe atlar, yanarım diyorsun?"
Onun kadar olmasa da yüzüme sahte bir gülümseme yerleştiriyorum.
"Ali için mi? Tabii ki de."
Bu sözüm onun inanılmaz derecede can sıkan egosunu zedeliyor. Bu yüzden gülümsemesi de soluyor.
"İzmir'de orta halli yaşamından kopup, burada Mertoğlu konağına taşınmıştın sen.. değil mi?"
Kaşlarımı çatıyorum. Konunun bununla ilgisi ne bilmiyorum.
"Senin gibi kızları çok iyi tanırım ben Selin. Belki, Ali'yi bile gücü için kullanıyorsun."
Esaslı bir kahkaha atıyorum.
"Ben senin.."
"Ben senin bildiğin kızlardan değilim diyeceksin, değil mi?" diyerek sözümü kesiyor.
Kollarımı göğsümde birleştiriyorum.
"Hayır. Ben senin kafanı kırarım."
Bir kez daha onu sersemletmeyi başarıyorum. Sürekli bozulduğu için üzerime daha da zorlayıcı oynamaya başlıyor.
"Ama Ali, tam olarak senin bildiğin erkeklerden."
"Buna inanmamı beklemiyorsun herhalde?"
Sol omzunu yanındaki duvara yaslıyor.
"Valla bizim eve de senin gibi bir İzmir kızı düşse, biraz eğlenmeden bırakmazdım."
"Şu sözlerini Ali duysa, bu okulda barınamayacağını biliyorsun değil mi?"
"Bir çömeze göre fazla iddialı konuşuyorsun. Bu okulda nelerin döndüğünü bilemezsin.."
Saçlarımı hafifçe geriye atıyorum. Bu, dik duruşumu destekler bir hava katıyor.
"Senin Ali'den nasıl korktuğunu görecek kadar iyi biliyorum. Kantinde olay çıkacak diye ödün koptu. Evet.. ondan korkuyorsun. Ve bu seni olduğundan daha da aciz gösteriyor."
Yüzü kaskatı kesiliyor ve bana doğru bir adım atıyor. Geri adım atmıyorum. Fakat çaktırmadan bir an için etrafta birileri var mı diye kontrol ediyorum.
"Ali gibi, Emre gibi hatta benim gibi erkekler.. Zoru biraz olsun görünce kaçar. Ali ile şuan çok mutlu olabilirsin, belki pahalı hediyelerle sana güzel zamanlar geçirtiyor olabilir.." derken duraksıyor, sonra eli yanağıma uzanıyor, " Belki sen de ona güzel zamanlar geçirtiyor olabilirsin.."
"Çek elini!"
Yanağıma değen elini sertçe ittiriyorum.
İstifini hiç bozmuyor.
"Ama azıcık, sadece birazcık sorumluluk yükle... Puf!"
Elini oynatarak yaptığı hareketle buhar olup uçan aşkımızı temsil ediyor.
"Bir bakmışsın o çok sevdiğin Ali seni bırakıp başka kızların kollarına koşmuş bile.."
Sinirden gülme isteği geliyor. Sonra ciddileşiyorum.
"Sen ne Ali'nin aşkını ne de onun karakterini sorgulayacak biri değilsin. Yanındaki kızın seni gerçekten sevdiğini mi sanıyorsun? Hoş, senin bile onu sevmediğin aşikar. Bu yüzden sen bize daima uzaktan, kıskanç gözlerle bakmaya mahkum olacaksın. Git, kime, neyi istiyorsan söyle. Ben, onun tırnağı kadar bile değerli olamayacağın adama aşığım. Ve senin gibi bir adam yüzünden onu bırakacak değilim."
Nefes almama pahasına hızla konuşuyorum. Tan afallıyor. Yavaş yavaş geriye gidip arkamı dönüyorum.
"Senden hoşlandım, Selin Yılmaz. Bu yüzden sen pes edene kadar da seninle uğraşmaktan vazgeçmeyeceğim!"
Koridorda hızlı hızlı ilerlemeye devam ederken, sinirle söyleniyorum.
"Hasta herif."*
Önümdeki boş defter sayfasını anlamsız harfler ve şekiller ile karalamaya devam ediyorum. Kantinde Tan ile karşı karşıya geldikten hemen sonra Ali bana bakmadan yanımdan çekip gitti ve ben o zamandan beri onunla konuşamadım.
Aslında, konuşsak bile ona ne diyeceğimi bilmiyorum. Tek bildiğim bu konuda hatalı olduğum.Bu yüzden dersin kaçıncı dakikasında olduğumuzu bile bilmeden, amaçsızca yerimde oturmaya devam ediyorum.
Tarık Hoca dersin sona erdiğini söylediğinde, Sevgi beni hafifçe dürtüp kendime getiriyor. Karaladığım sayfalarını koparmadan defterimi kapatıp, çantama atıyorum.
"İstersen bir şeyler yapabiliriz?" diye öneride bulunuyor Sevgi bana.
Belli ki bozulan moralimi yerine getirecek herhangi bir yol deniyor.
"Keyfim yok Sevgi, Ali'yi bulmam gerek zaten."
"Peki o zaman. Ben de eve gidip işten önce biraz uyurum."
"Görüşürüz."
Sevgi benimle vedalaşıp yanımdan ayrılıyor. Çantamı omuzlarıma asıp yavaşça okul koridorunda yürüyorum.
Kendimi okulun bahçesine attığım zaman nerdeyse hiç tanıdık bir sima göremiyorum.
Ali'nin beni bırakıp gitmiş olma ihtimali oldukça yüksek olduğu için, eve nasıl gideceğimin planlarını yapmaya başlıyorum.
Tam o anda, okulun bahçesindeki masaların birinde Ali'yi fark ediyorum. Yanında hiç tanımadığım bir erkek ve iki kız oturuyor.
Önce şaşkın bir şekilde onlara bakıyorum. Ali benim onlara baktığımı fark ediyor. Beni birkaç dakika süzdükten sonra önüne dönüp, arkadaşları ile sohbetine devam ediyor.
Topuklarımı yere sertçe vura vura yanlarına gidiyorum.
"Selaam,"
Ali dışında oturanların hiçbiri beni tanımadığı için afallıyor. Ali sesini çıkarmıyor.
"Selin ben. Ali, beni arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın?"
Hafifçe eğilip sadece onun duyabileceği şekilde fısıldıyarak, "Özellikle kız olanlarla.." diyorum.
Ali, sanki yeminli bir sessizlik grevindeymiş gibi sesini çıkarmıyor.
"Kardeşindi, değil mi Ali?"
Ali gözlerini devirip yerinden kalkıyor.
"Çocuklar sonra görüşürüz ben kaçıyorum," diyor sakince. Sonra bana dönüyor:
"Yürü."
Hiç itiraz etmeden onun peşinden yürümeye başlıyorum.
Arabasının yanına kadar sessizce ve hızla gidiyor. Ben de onu takip ediyorum.
"Evine bırakacağım, sonra beni rahat bırakacaksın."
Bozuluyorum.
"Bana neden böyle davranıyorsun? Alt tarafı bir partiye gittim diye mi?"
"Hayır. Benim izin vermediğim bir yere gidip, o çocuğun seni rezil etmesine izin verdin diye!"
Derin bir iç çekiyorum.
"Ben rezil falan olmadım. Tamam.. Biraz olmuş olabilirim, ama umrumda bile değil."
Arabanın kapısını açıyor.
"Bin."
"Sen böyle yaparsan ben arabana da binmem."
İnatlaşmaya devam ediyoruz.
"İyi!"
Kapıyı o kadar sert kapatıyor ki, kırılacak sanıyorum. Yanımdan hızla geçip arabasına binerken birkaç adım geriliyorum.
Ona böyle inat yaptığım için pişman olmaya başlıyorum bile..
Arabasını çalıştırıyor ve bahçeden aynı hızla çıkıyor. Resmen ortada kalıyorum. Kollarımı göğsümde birleştirip, bu anı birileri gördü mü diye etrafa bakıyorum. Arabasına yaslanmış bir vaziyette beni seyreden Tan, adeta sırıtıyor. Dişlerimi sıkarak kafamı çeviriyorum.
Bir kez daha onun bizimle oynamasına izin veriyoruz.
"İstersen benimle gel?" diyor alay eder gibi.
Tam ona dönüp, artık hayatımdan defolup gitmesini söyleyecekken Ali'nin arabası aynı hızla bahçeden içeri giriyor ve tam benim önümde duruyor.
Bu o kadar hızlı oluyor ki, bir an için donup kalıyorum.
Ali, arabanın camını açıyor.
"Bin dedim."
Tek kaşımı kaldırarak Tan'ın bozulmuş yüzüne bakıyorum. Sonra rahat adımlarla harekete geçip arabaya biniyorum.
Muhtemelen bahçede duran Tan'ı fark etmiş olacak ki arabasını bir an olsun bile bekletmeden yeniden, bu sefer birlikte okuldan ayrılıyoruz.
Araba camından yansıyan güneş ışığı onun saçlarını ve sakallarını altın rengine dönüştürüyor. Çatık kaşları ve yoldan bir an bile olsun ayırmadığı gözleri ile sanki bu sinirli haliyle bana görsel bir şölen sunuyor. Ben onu böylesine keyifle izlerken aklıma tek bir şey geliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Bu Ben
FanfictionOkyanus gözlü çocuk ve onun yaralarını sarmaya hazır güzeller güzeli bir kız. Herkes yaralarını iyileştirmek ister, birçoğu bunu başaramaz. Ama onlar birbirine sahipler. Kalbi kırık küçük bir erkek çocuğu ile acı çeken küçük kızın hikayesi.