Kucağından inmeye tenezzül etmeden, çoktan kırışmış olan elbiseme uzanıp üzerime geçiriyorum.
Derin nefesler alıp veriyor ve diliyle dudaklarını ıslatıyor.
"Bu çok.." diyor sersemce. Doğru kelimeyi bulmaya çalışıyor. Parmaklarımı saçlarımdan geçirip geriye atıyorum.
"...farklıydı."
Gülümsüyorum. Dikkatle yüzümü inceliyor.
"Beni tahmin edemeyeceğin kadar mutlu ediyorsun.." derken kollarını belime sarıyor.
"Sen de beni utandırıyorsun."
Kızarmaya başlayan yanaklarımı fark edince o da gülümsüyor. Kafamı omzuna yaslıyorum.
"Yorgun musun?" diye soruyor sakince.
Parmaklarımı uzatıp, parmaklarının arasından geçiriyorum.
"Biraz.."
Başka bir şey söylemesine fırsat vermeden konuşmaya devam ediyorum.
"Ama hemen eve gitmek istemiyorum."
Dudaklarını saçlarıma gömüyor.
"Peki o zaman.."
Bir süre sadece birbirimizin nefes seslerini dinliyoruz. Sessizliği Ali'nin çalan telefonu bozuyor. Kafamı kaldırıyorum ve olabildiğince arkaya uzanarak telefonu elime arıyorum.
Tanımadığım isme bakarken kaşlarım çatılıyor.
"Cemil diye biri arıyor?"
Gözlerini deviriyor ve telefonu elimden alıp açıyor.
"Alo?"
Telefondan kesik kesik sesler gelse de, ne dediğini anlayamıyorum.
"Evet, son anda bir değişiklik oldu. Yarın öğrenci işlerine gidip düzelteceğim."
Karşı tarafı dinliyor.
"Öyle olması gerekti."
Sonra bana bakıyor.
"Artık gitmek istemiyorum."
Ne konuşulduğunu az çok tahmin edince gülümsüyorum. Ali, telefonu birkaç cümle daha kurduktan sonra kapatıyor.
Benim sormama gerek kalmadan durumu izah ediyor.
"Bu Cemil, bizim bölüm başkanı. Uçağa neden binmediğimi sordu işte.."
Başımı hafifçe sallıyorum.
"Amerika konusunu bir daha sakın açma Ali. Ciddi ciddi gidecektin ya.. "
Omuz silkiyor.
"O an için en mantıklı çözüm buradan uzaklaşmak gibi geldi. Babamın-"
Duraksıyor. Gözlerini devirdikten sonra konuşmaya devam ediyor.
"Haluk'un böyle bir şey yaptığına inanamıyorum. Evet, ondan her şey beklenir, ama cinayet?"
Geriliyor. Sakinleşmesi için hafifçe omzunu sıvazlıyorum.
"Bu sadece Sinem'in düşüncesi Ali. Daha ne oldu tam olarak bilmiyoruz bile. Belki o yapmadı? Belki yine birileri bizimle oyun oynuyor. Melisa'ya mı güveneceğiz yani? Bize neler yapan kıza.."
Sessiz kalıp, söylediklerimi düşünüyor.
"Sen bunu nerden öğrendin Ali?" diye soruyorum birden. "Melisa mı söyledi yoksa?"
Başını olumsuz anlamda sallıyor.
"Hayır, o söylemedi.."
Kaşlarım çatılıyor.
"Elif söyledi. Melisa'yı telefonda konuşurken duymuş. Ve gelip bana anlattı."
İsmini duyunca dişlerimi sıkıyorum.
"O kızla görüşmeni istemiyorum ben. Sevmiyorum onu."
İç çekiyor.
"Elif ile aramızda hiçbir şey olmadığını ve olmayacağını anlattım sana Selin.. Oyundu sadece. Elif, iyi bir kız. Bana akıl veriyor."
Gözlerimi deviriyorum.
"O kızın verdiği akıldan ne olur acaba?"
Dudakları kıvrılıyor ve parmağı burnuma dokunuyor.
"Tamam, sinirlenme hemen. Bir gün hep birlikte otururuz ve Elif'le daha yakından tanışırsın. Fikrini değiştirmezsen de, ondan uzak dururum. Söz."
Birbirine bastırdığım dudaklarım kıvrılıyor.
"He şöyle.. Sen hep gül.."
Soğumaya başlamış dudaklarını dudaklarıma bastırıyor. Ellerimi boynuna yerleştiriyorum. Dili alt dudağıma tatlı tatlı işkence ederken gülümsüyorum.
Nefeslenmek için geri çekildiğim zaman baş parmağımla bıyıklarını düzeltiriyorum.
"Gidelim mi artık?"
Başını hafifçe sallıyor. Uzanıp gömleğini alıyorum ve ona uzatıyorum. Sonra arabanın kapısını açıp kucağından iniyorum.
"Ama sen kullan arabayı, ben yoruldum.."
Sırıtıyor. Gömleğini üzerine geçiriyor ve arabadan inip diğer tarafa geçiyor.
Yeniden yerime geçtiğim zaman üstteki aynayı indirip kendime çeki düzen veriyorum. Ellerini saçlarına götürüyor - hiç yorulmaksızın sonsuza dek izleyebileceğim – saçlarını geriye atma hareketini yapıyor. Arabayı çalıştırıyor ve oradan ayrılıyoruz.*
Okulun bahçesinde yarım saat kadar tek başıma bekliyorum. Ali ile birlikte gelsek de o kendi işlerini halletmekle meşgul olduğu için beni yalnız bırakmak zorunda kalıyor. Ben de bir türlü açıklanmayan yetenek sınavım için bekliyorum.
Saçları omuzlarına kadar kesilmiş, yeşil gözlü bir kız ile göz göze geliyoruz. Daha sonra kız bakışlarımdan aldığı cesaretle yanıma geliyor.
"Merhaba,"
Kafamı yana çeviriyorum.
"Merhaba. Sen de mi sonuçları bekliyorsun?"
Kız umursamazca başını sallıyor.
"Üçüncü seferim. Artık kazanamazsam, vazgeçeceğim bu konservatuar işinden."
Sözleri endişelenmeme sebep oluyor. Demek ki kazanmak çok da kolay değil, başkaları defalarca denediğine göre..
"Benim daha ilk senem," diyorum tatlı tatlı.
Kaşlarını kaldırıyor, elini çantasına atıyor.
"Eh, umarım kazanırsın ilk seferde."
Gülümsüyorum. Çıkardığı sigara paketinden bir sigara alıp dudaklarına götürüyor. Sonra da bana ikram ediyor.
"Kullanmıyorum ben, sağol."
Omuzlarını hareket ettiriyor ve pakedini çantasına atıp sigarasını yakıyor.
"Tek başına mı geldin?"
"Hayır, erkek arkadaşımla geldim.. O da bu okulda okuyor, şimdi öğrenci işlerinde."
"Erkek arkadaşınla demek, ne güzel.."
Kızda garip bir hava seziyorum. Soğuk bir görünüşü var ama hiç tanımadığı biri ile muhabbete girecek kadar da sıcakkanlı.
"İsmin neydi bu arada? Sormayı unuttum.."
Ciğerlerindeki sigara dumanını dışarıya veriyor.
"Adım Sevgi."
İsmine zıt bir görünümü olan kıza bakarken gülümsediğimi fark ediyorum.
"Ben de Selin. Memnun oldum."
Dudakları gülümsüyormuş gibi kıvrılıyor.
Bu sırada, sınava girdiğim gün tanıştığım Tarık Hoca okul bahçesine çıkıyor.
"Ve sonuçlar açıklanmış.." diyor Sevgi, sigarasını yere atarken.
Diğer öğrencilerle birlikte Tarık Hoca'nın kapıya astığı listeye bakmaya gidiyor. Olduğum yerde duruyorum bir süre. Ellerim terliyor.
Öğrencilerin bazıları sevinçle bazıları ise hayal kırıklığı ile dağılmaya başlıyor. Sevgi'nin "YES BE!" diye bağıran sesini işittiğim zaman en sonunda okula girmeye hak kazandığını anlıyorum.
Bu da sanki bana güç veriyormuş gibi ayağa kaldırıyor. Hızlı hızlı adımlar atarak, artık çok da kalabalık olmayan yere ilerliyorum.
"BÖLÜME GİRMEYE HAK KAZANAN ÖĞRENCİLER" başlıklı kağıtta panikle kendi ismimi arıyorum. Sevgi ismine denk gelsem de kendi adımı bir türlü göremiyorum.
Omzumun üzerinden bir el uzanıp parmağını kağıdın üzerinde bir noktaya sabitliyor.
"Selin Yılmaz"
İsmimi gördüğüm zaman heyecandan kalbim sıkışıyor ve kısık sesli bir sevinç çığlığı atıyorum. Aynı sevinçle arkamı döndüğümde, elin sahibinin Tarık Hoca olduğunu fark ediyorum.
"Tebrikler," diyor içtenlikle.
Sırıtıyorum.
"Çok teşekkür ederim hocam, çok mutlu oldum!"
Omuz silkiyor.
"Bana teşekkür etmene gerek yok. Sonuçta yeteneğinle kazandın."
Mahçup bir şekilde saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıyorum. Diğer öğrenciler bir şeyler sormak ya da söylemek için Tarık Hoca'nın etrafını sarıyor.
"Çak!" diyor Sevgi elini kaldırarak.
Yerimde zıplıyorum ve havadaki eline vuruyorum.
Mutluluktan bayılacakmışım gibi hissediyorum.
"Ee haftaya dersler de başlar artık. Gelsin sorumluluklar, zor sınavlar.."
Düşecekmiş gibi duran çantamın askısını tutup yeniden omzuma asıyorum.
"Valla umrumda değil. Ben konservatuar öğrencisi oldum ya artık, yeter bana!"
Gülümsüyor.
Bu sırada okul bahçesinin yan tarafından bize doğru yaklaşan Ali'yi fark ediyorum.
"Heh, erkek arkadaşım da geliyor.."
Sevgi kafasını çevirip Ali'ye bakıyor.
"Vay vay, şanslı kızsın vesselam" derken gülümsüyor.
Sesinde bir art niyet sezmediğim için ben de gülümsemekle yetiniyorum. Ali geldiği zaman anında yüzümü asıyorum. Kolunu hafifçe belime sarıyor ve elmacık kemiğime öpücük konduruyor.
"Açıklandı mı sonuçlar?"
Dudak büzüyorum. Gülümsüyor.
"Numara yapma, kazandın değil mi?"
Dayanamayıp kahkaha atıyorum.
"Kazanmışım sevgilim!"
Boynuna atlıyorum.
"E zaten biliyordum kazanacağını.."
Sevgi'nin varlığını hatırlayıp yavaşça Ali'den ayrılıyorum.
"He, bu arada.. Sevgi-Ali, Ali-Sevgi.. Sevgi benim yeni sınıf arkadaşım."
Kibarca tokalaşıyorlar.
Sonra Sevgi'yi de gideceği yere kadar bırakmayı teklif ediyor Ali centilmenliğini göstererek.
Onu, çalıştığını öğrendiğimiz kafe-bara bırakıyoruz. Sonra da Mertoğlu Konağı'na doğru yol alıyoruz.
"Sinem'le bugün mü konuşacaksın?"
Başını yavaşça sallıyor. Sonra aklına bir fikir geliyor,
"Hatta sen de yanımda ol. Beraber konuşalım."
"Oluuur," diyorum tatlı tatlı.
Moralinin bir şeye bozuk olduğunu anlıyorum ama önceleri sormaktan çekiniyorum. Daha sonra, Ali'nin dalgın bakışlarının sebebini öğrenmeden yapamayacağımı anlıyorum.
"Senin neden canın sıkkın? Bu olaya mı?"
Alt dudağını hafifçe kemiriyor.
"Başka bir şey olmuş.."
Çıldırtıcı sessizliğine geri dönüyor.
"Ali! Konuşur musun benimle? Ne oldu?"
Derin bir iç çekiyor.
"Babam bu Amerika olayını öğrenmiş.. Eve gittiğim zaman ilk onun yanına uğramam gerek."
Donakalıyorum. Aklımdan binbir türlü felaket senaryosu geçiyor.
"Sinirli mi geliyordu sesi?"
Omuzlarını ürkekçe hareket ettiriyor.
"Onun saniyesi saniyesini tutmaz, biliyorsun.. Sesi çok da sinirli değildi."
Sadece ona bakabiliyorum. Sonra gülümsüyor.
"Amaaan, iki nasihat verir. Bir iki tartışırız geçer gider."
Yutkunuyorum.
"Ben de senin yanında duracağım."
"Saçmalama Selin.."
"Banane, ben de senin yanında duracağım dedim."
Sıkılmış bir şekilde nefes alıp veriyor.
"Olmaz dedim. Babam bizden şüphelensin mi istiyorsun?"
Dişlerimi sıkıyorum ve arabadan dışarıya bakıyorum.
"Hem.. Okulda da birlikte olduğumuzu saklamamız gerek."
Yeniden ona dönüyorum.
"Neden?"
"E kızım Emre var Tuğçe de bizim okula geliyor. Çok tanıdık var, bizimkilerin kulağına gider her şey.."
Derin bir "off" çekiyorum. Bu durum onun da canını sıkıyor.
Eve varıyoruz.
İçeri girmeden önce etrafıma bakınıyorum sonra Ali'nin kolunu tutup durduruyorum.
"Sakin ol tamam mı?"
"Beni merak etme sen."
Böyle demesi o kadar mantıksız geliyor ki.. Onu merak etmemek olur mu hiç?
Benden önce eve giriyor. Ben de yavaş adımlarımla odama kadar sürükleniyorum.
Üzerimdeki değiştiriyorum. Ali'nin şuan ne yaptığını, Haluk'un nasıl bir tavır aldığını merak ediyorum.
Hatta merakıma yenik düşüp, kimseye görünmeden Haluk'un odasına çıkıyorum. Sessizce kapıyı dinliyorum. Önce konuşma sesleri duyulmuyor, uğultuyu çözmeye çalışıyorum.
Sonra yüksek bir çarpma sesi duyuyorum. Ali bağırmaya başlıyor.
"Ali sakin ol lütfen, lütfen sakin ol.." diye fısıldıyorum kendi kendime.
Kapı kilitlenince yerimden sıçrıyorum.
Ona zarar verecek.
Dayanamıyorum ve sertçe kapıya vurmaya başlıyorum. Sesler kesiliyor ve kapı kilidi açılırken nefesimi tutuyorum.
Haluk Mertoğlu kapıyı açıyor ve şaşkınca bana bakıyor.
"Selin, kızım?"
Ona bakmadan, omuzlarının üstünden Ali'ye bakıyorum. Yüzündeki ürkek, acı dolu ifade yerini kızgınlığa bırakıyor.
Bakışları ile bana "Neden geldin, sana gelme demiştim!" diyor adeta.
Dişlerimi sıkıyorum.
"Sesleri duydum.." diyorum sersemce. Haluk'un üstüne atlayıp onu parçalamamak için kendimi zor tutuyorum.
"E tartışıyoduk biraz, çok mu rahatsız oldun? Kusura bakma."
Yeniden Ali'ye bakıyorum. Bakışları ile bana daha ileri gitmemem için yalvarıyor. İçim eziliyor.
Nefretle Haluk'a bakıyorum. Birkaç adım atıp odaya giriyorum.
"Evet, rahatsız oldum."
Haluk bu ani çıkışım karşısında afallıyor.
"Anlamadım?"
Arkamdaki kapıyı sertçe kapatıyorum.
"Ali'ye zarar mı veriyorsunuz?"
Ali yüzünü buruşturuyor, alnındaki damarlar meydana çıkıyor.
"Ben.. ne? Hayır canım, baba oğul-"
"Bana yalan söylemeyin!"
Ali yanıma geliyor.
"Selin sen yanlış anladın herhalde.." diyor. Sesindeki ciddiyet ve kızgınlık benim derhal odadan çıkmam gerektiğini belli ediyor. Geri adım atmıyorum. O acı çekerken buna daha fazla seyirci kalamam.
"Siz busunuz değil mi? Kötü birisiniz. Herkese zarar vermekten zevk alıyosunuz."
Haluk tehditkar ama sersem bir şekilde gülümsüyor.
"Selinciğim, yanlış anlıyorsun. Bence sonra konuşalım.."
"Hayır şimdi konuşmak istiyorum! Annem nasıl bir adamla evli öğrenmek istiyorum!"
Ali'nin çenesi titriyor.
Haluk Mertoğlu'nun ifadesi saniyesinde ciddileşiyor. Bana doğru bir adım atıyor.
"SAKIN!"
Ali'nin bağırışı odada deprem etkisi yaratıyor. Ben ne olduğunu anlamadan babasını sertçe ittiriyor.
Haluk toparlanıyor.
Gözlerinde kin beliriyor. Kin ve öfke.
"ONA DOKUNMAYACAKSIN!"
Bu sefer Ali'yi kolundan tutup çekiştirmekle uğraşıyorum. Annem odaya dalıyor.
"Ne oluyor burda? Haluk? Selin?!"
Ali tuttuğum kolunu sertçe benden çekerek odadan çıkıyor.
"Anne.. Bu adam kendi oğluna zarar veriyor!"
Annem neler olduğunu anlamaya çalışıyor.
"Selin bizi yanlış anladı Güneş!"
Az önceki kin dolu bakışların anında değişmesine ben bile şaşırıyorum.
Hasta bu herif.
"Peki ya Sinem'in sevgilisi? Onu öldürmeni de mi yanlış anladım?!"
"SELİN SEN BUNU NERDEN DUYDUN!" diye bağırıyor annem bana.
"Duydum işte! Duydum! Anne görmüyor musun bu adam nasıl biri? Biz neden geri döndük?!"
Annem odağını tamamen bana yönlendiriyor.
"Bilmediğin şeyler hakkında yorum yapma Selin! Sen bu işe karışma!"
"NE DEMEK KARIŞMA ANNE! BİZ ONUNLA AYNI EVDE YAŞIYORUZ. BELKİ DE BİR KATİL İLE!"
Haluk bir adım öne çıkıyor.
"Selinciğim, sakinleş öyle konuşalım kızım."
"BANA-KIZIM-DEME!"
"YETER SELİN! SAYGILI OL!"
Gözlerimi şok etkisi ile açıyorum.
"Sen beni dinlemek yerine bu adamı mı kolluyorsun anne?!"
"SEN MANTIKSIZ DAVRANMAYA BAŞLADIĞINDAN BERİ, EVET SELİNCİĞİM!"
Donakalıyorum. Gerilemeye başlıyorum.
"Sana inanamıyorum anne.. Bu adam nasıl boyamış gözünü.."
Sinirden gözlerim doluyor.
"İyi.." diyorum daha sonra tükürür gibi. "Yaşa çok sevdiğin kocanla. Canavarla!"
Hızla odadan çıkıyorum. Annemin arkamdan defalarca adımı tekrar edişini duymazdan geliyorum.
Odama girip tuttuğum gözyaşlarımın düşmesine izin veriyorum. Elime aldığım en küçük çantayı açıp, eşyalarımı seçmeden içine tıkıyorum. Çok kısa bir süre içinde elime çantayı alarak odamdan çıkıyorum. Annem merdivende beni fark ediyor.
"SELİN - SEN NAPIYOSUN?!"
Koşar adım merdivenlerden iniyorum.
"ABLA?!"
Peri de beni fark ediyor. Adımlarımı iyice hızlandırıyorum.
Nerdeyse koşarak evden çıkıyorum.
"SELİN BURAYA GEL NE YAPIYORSUN KIZIM NEREYE GİDİYOSUN!"
Arkamdaki bağırış ve seslenişlere kulağımı tıkıyorum.
Bir süre sonra peşimden gelmeyi kesiyorlar. Öfkeyle burnumdan soluyorum ve adımlarım beni sahile götürüyor.
Elimdeki çantayı sertçe banka atıp yanına çöküyorum.
Deniz havası yüzüme çarparken sakinleşmeye çalışıyorum. Dizlerim, az önce yaşadığım gerilimden dolayı titremeye devam ediyor.
Derin nefesler alıp veriyorum. Sabah uyandığımda resmi olarak evsiz kalacağım söylenseydi ihtimal vermezdim herhalde. Sonra aniden uyanıyorum gerçeğe.
Benim bir evim var. Ali...
Yerimden doğrulup çantayı omzuma atıyorum. Caddeden bir taksi çeviriyorum ve Ali'nin evini tarif ediyorum.Taksicinin ısrarla yavaş kullanışı ve trafiğe takılmamız bozuk olan sinirlerimi daha da yıpratıyor. Sonunda eve varıyorum.
Zili çalıyorum. Açan olmuyor.
Kapıya ısrarla vurmaya devam ediyorum.
Evde değil mi acaba? Nereye gider ki?
Telefonu elime alıyorum. Bu sırada yavaşça kapı açılıyor.
Saçları dağılmış, gözleri kızarmış Ali'ye bakarken içimden bir şeyler kopuyor.
Bana bir süre bakıyor. Sonra beni davet etmeden içeri giriyor.
Kapıdan giriyorum ve ayağımın altında bir şeyler çıtırdıyor. Yere eğilip baktığım zaman yol boyunca uzanan cam kırıklarını fark ediyorum.
Dikkatlice ilerlemeye devam ediyorum.
"Ne oldu burada böyle?"
Onu koltuğa çökmüş, içerken buluyorum.
Çantamı kenara bırakıyorum ve yanına oturuyorum.
Dudaklarına götürdüğü kadehi elime alıyorum.
Bana bakıyor. Kadehi kendi kafama dikiyorum.
Dudakları kıvrılıyor.
"Doldur bakalım" derken kadehi ona uzatıyorum.
Şişeye uzanıyor. İçkimi tazeliyor. Keskin sıvı boğazımdan akıyor ve yüzümü buruşturuyorum.
Boş kadehi elimden alıp bu sefer kendisi için dolduruyor.
Dirseğimi koltuğun arka kısmına yaslıyorum.
"Evi terk ettim.."
Dikkatle kadehe bakmayı sürdürüyor.
"Benim yanımda kalırsın" diyor sakince.
Gülümsüyorum.
Kadehin dibinde kalan içkiyi bana uzatıyor. Onu da bitiriyorum.
Elim koluna dokununca acı ile inliyor. Gözlerimi kırpıştırıyorum.
"Geç kaldım, değil mi?" diyorum nerdeyse ağlamak üzereyken.
"Gelmemen gerekiyordu.."
Bakışları karşısında duran kapalı televizyona sabitleniyor.
"Ben hak etmiştim."
Korkuyla sırtımı dikleştiriyorum.
"Ne demek hak etmiştim?"
Çenesinden tutup yüzünü bana doğru çeviriyorum.
"O adamın sana yaptığı hiçbir şeyi hak etmiyorsun sen Ali. Böyle düşünmeni istiyor, çünkü sana bu iğrenç şeyi anca böyle kabul ettirebilir."
"Yaptıklarımın cezasını ödemem gerek."
Onun kabullenmişliği, masumluğu içimi yakıyor. Boğazım düğümleniyor.
Alnımı alnına dayıyorum. Gözlerimi kapatıyorum.# Anlasana - Haluk Levent & Şebnem Ferah #
"Artık ceza çekmeyeceksin. Duydun mu beni? Asla ama asla böyle düşünmeyeceksin."
Sessiz kalıyor. Nefes alış verişi ağırlaşıyor.
"Yaptıklarımın cezasını ödemem gerek."
Ağlamaya başlıyorum.
"Hayır dedim. Şimdiye kadar çok daha fazlasını yaptın zaten. Sen mükemmel bir çocuksun, mükemmel bir adamsın."
Dudağı dudağıma değiyor ama hiçbir hamlede bulunmuyor. Nefeslerimiz birbirine karışıyor.
"Öyle miyim?" diye soruyor dakikalar sonra.
Gözyaşım dudağıma düşerken gülümsüyorum.
"Öylesin."
Naif bir şekilde öpüyor beni. Kanıma karışır gibi. Nefesim olur gibi. Benliğime anlam yükler gibi..
Elim yanağına gidiyor. Öpücüğü derinleşiyor ve sertçe alt dudağımı emiyor.
"Acı çekiyorsun. Ama hepsi geçecek."
Sonra, ona çok önceden söylediğim şey aklıma geliyor.
"İyi olacaksın.." diye fısıldıyorum. "Söz veriyorum."
Yeniden sertçe dudağımla buluşuyor. Nefessiz kalıp geri çekildiği zaman omuzlarını kavrayıp onu göğsüme yatırıyorum.
Bacağımı da koltuğa çekip daha rahat bir pozisyonda yatmamızı sağlıyorum.
Koluma bir ıslaklık temas ediyor. Ağladığını ağlayınca benim ağlamaağlamam da şiddetleniyor. Dudaklarımı birbirine bastırıp, burnumu saçlarına gömüyorum.
"Hâlâ küçük bir çocuksun Ali Mertoğlu" diyorum gözyaşlarımın arasında.
Sonra hafifçe kulağına eğilip, fısıldıyorum.
"Ve ben o çocuğa hayranım. Bu adama aşığım."Bölüm Sonu.
Beni oldukça etkileyen bir bölüm oldu, size nasıl gelecek bilmiyorum.
Yorumlarınızı wattpadde (hemen alt tarafta) yapmanız benim için çok daha anlamlı🙏 Yorumlarınızı bekliyorum.
Gelecek bölüm görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Bu Ben
FanficOkyanus gözlü çocuk ve onun yaralarını sarmaya hazır güzeller güzeli bir kız. Herkes yaralarını iyileştirmek ister, birçoğu bunu başaramaz. Ama onlar birbirine sahipler. Kalbi kırık küçük bir erkek çocuğu ile acı çeken küçük kızın hikayesi.