Fotoğraf yığınları arasından mavi gözlü sarışın bebeği çekip ayırıyorum.
"Ali, bu sen misin?" diyorum zaten cevabı belli olan bir soru sorarak. Ali başını hafifçe sallıyor.
"Bu çok tatlı yaaa!"
Sinem de sırıtıyor.
"Sen bir de şuna bak." derken elindeki bir başka küçük Ali'yi bana uzatıyor.
"Yaa, yiyeceğim şu yanaklara bak!"
Nazlı kahkaha atıp, Savaş'ın çocukluk fotoğrafını bana gösteriyor.
"Savaş'a baksana.."
Kıkırdıyorum.
Ali ve Savaş bu fotoğraf faslından sıkılmış görünüyorlar.
"Yani aferin Sinem, fotoğraflarımızı getirip bütün karizmamızı yerle bir ettin" diye yakınıyor Savaş.
Ali de Savaş'a destek oluyor;
"Hem nerden aklına geldi anlamadım.."
Gülümseyerek, koltuğun köşesindeki Ali'ye sokuluyorum. Tek kolunu bana sarıyor.
Hipnoz olmuş gibi Ali'nin küçüklük fotoğraflarına bakıyorum. Diğerleri fotoğraflara dalmışken, kulağıma eğiliyor,
"Çok hoşuna gitti galiba.."
"Evet. Baksana ne kadar tatlısın!"
Kafamı Ali'nin göğsünden kaldırmadan Sinem'e elimdeki fotoğrafı gösteriyorum.
"Sinem, bunu ben alabilir miyim?Lütfeeeen."
Sinem biraz düşünüyor.
"Lütfen," diye ısrar ettiğimde kabul ediyor.
Ali anlaşmamızı sadece dışardan izliyor. Sonra da,
"O zaman sen de bana bir çocukluk fotoğrafını vereceksin," diyor.
Omuz silkiyorum.
"Olur.."
Saçıma öpücük konduruyor.
Bu sırada Savaş'ın telefonu çalmaya başlıyor.
Savaş fotoğraflar ile uğraşmayı bırakıp, telefonunu açıyor.
"Efendim Mert?"
Sessizlik oluyor. Ali'nin parmakları kolumu okşuyor.
"Ne oldu ki? Önemli bir şey mi?"
Savaş kaşlarını çatıyor.
"Peki tamam. Tamam onlara da söylerim.. Görüşürüz."
Telefonu cebine atıyor.
"Ne diyor Mert?" diye soruyor Ali.
"Hepimizi bugün evine bekliyormuş."
"Aa neden ki?" diyorum şaşırarak.
"Bilmem, sebebini söylemedi. Bir saate kadar gelebilir misiniz dedi, olur dedim."
Nazlı kaşlarını çatıyor.
"Allah allah.."
Sinem ellerini ovuşturuyor.
"Şey ben bir lavaboya gideyim.."
Hızla ve garip hareketlerle yanımızdan ayrılıyor.
"Neyse.. Gidelim madem." diyor Ali.Fotoğrafları toplayıp Sinem'in getirdiği albüme geri yerleştiriyoruz. Sinem'den aldığım Ali'nin küçüklük fotoğrafını çantama atıyorum.
"Selin!"
Ali odadan bana sesleniyor, yanına gidiyorum.
Kapıyı açtığımda onu gömlekleri ile bakışır vaziyette buluyorum.
"Ne oldu canım?"
"Hangisini giyeyim, yardım etsene."
Gülümsüyorum. Gömlekleri inceliyorum.
Sonra beyaz olanlardan birini ona uzatıyorum.
"Giy bakalım."
Üzerindeki sweatshirtü çıkarıyor. Tam odadan çıkacekken önüme geçiyor.
"Sadece bir gömlek için çağırmadığını anlamalıydım"
Gülümsemesi genişliyor.
"Hâlâ pes etmemekte ısrarcısın yani.. Azmine hayranım.."
Elimi göğsüne koyuyorum. İşaret parmağımdaki tırnağımı kullanarak, göğsünden karnına kadar inen hafif bir çizgi çiziyorum. Nefesi tekliyor.
Parmak ucumda yükselip iyice ona yaklaşıyorum.
Kendini kaybettiğini anladığım anda büyük bir sevinç doluyor içime. Bu oyunu kaybetmesi uzun sürmeyecek.
Bir şey diyecekmiş gibi dudaklarımı aralıyorum, dudaklarıma bakıyor.
Sonra aniden geri çekiliyorum.
"Hadi giyin geç kalıyoruz," diyerek odadan çıkıyorum.
Arkamda sersemlemiş bir Ali bıraktığımı bilmek beni memnun ediyor.
*Mert'in evine geldiğimizde Emre'nin arabasını fark ediyorum.
"Emre de gelmiş.."
Biraz canım sıkılıyor. Rol yapmaya devam etmemiz gerekecek olmanın etkisi de büyük tabii bunda.
Sinem bizimle arabada geliyor, Nazlı ve Savaş motorla bizi takip ediyor.
Arabadan ilk inen ben oluyorum. Diğerleri de yanıma gelince, kapıyı çalıyorum.
Kapıyı Mert açıyor ve bizi içeri davet ediyor. Ali'nin yanında hareket etmeye başlıyorum, fakat mesafemi de koruyorum.
Salonda Emre ve Tuğçe'yi otururken buluyoruz. Emre bakışlarını kaldırıp bana bakıyor. Sonra ayağa kalkıyor.
"Hoşgeldiniz.."
Gülümsüyorum.
Emre'nin bakışlarında başka bir şeyler yakalıyorum. Ama bana düşman davranmıyor.
Ali'nin bu durum hakkında ne düşündüğünü bilmiyorum, ama Emre'nin gelip önce bizzat benimle selamlaşması canını sıkıyor olmalı.
Tuğçe gelişimizi pek umursamıyor gibi görünüyor. Sonra Sinem ile göz göze geliyorlar.
"Merhaba Tuğçe."
Tuğçe'nin yüzü seyiriyor.
"Hoşgeldin."
Aralarındaki soğukluk kilometreler öteden hissedilebilir cinsten..
Hepimiz dağılıp bir yerlere oturuyoruz. Fazla dikkat çekmesin diye Ali ile yan yana oturmuyorum. Nazlı'nın yanına geçiyorum.
"Bizi neden topladın Mert?" diyor Tuğçe sabırsızca.
Mert ellerini ovuşturuyor.
"Kuzenim Amerika'dan yeni geldi.."
"Senin kuzenin mi vardı?"
"Evet evet.."
Sinem ensesini sıvazlıyor. Neden bu kadar huzursuz?
"Elifcim bir gelir misin?"
Birkaç dakikanın ardından, uzun boylu kumral bir kız salona giriyor.
"Arkadaşlar kuzenim Elif. Elif bunlar da benim arkadaşlarım."
Mert bizi tek tek tanıtıyor. Sıra Ali'ye geldiğinde;
"Mertcim Ali anlattığından daha yakışıklıymış.." diyor. Gözlerimi kocaman açıyorum.
Nazlı çaktırmadan beni dürtüyor.
Sonra Elif, Ali'nin yanına oturuyor. Sıkıntı ile bacağımı sallamaya başlıyorum.
"Kuzenin çok sıcakkanlı biriymiş Mert."
Bunu söyleyen Ali'ye doğru sertçe bakıyorum. Gülümsemek ile gülümsememek arasında gidip geliyor.
"Ama sizi buraya sadece Elif için çağırmadım.."
Herkes Mert'e dönüyor.
"Yanımda başka birini daha getirdim." diye söze başlıyor Elif isimli kişi.
Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken, birden salona giriyor.
"Ben geri döndüm."
Odada ölüm sessizliği oluyor, herkes şok içinde ayağa kalkıyor.
"M-Melisa.." diyor Savaş donakalarak.
O an Ali ile göz göze geliyoruz. İkimiz de inanılmaz şaşkın ve gerginiz.
Melisa yavaşça Savaş'a doğru adım atıyor. Savaş geriliyor.
Nazlı'ya destek oluyorum.
Geçmişten gelen bir hayalet misali Melisa tüm odakları üzerinde topluyor.
Savaş onun tek kelime daha etmesine izin vermeden odadan çıkıyor.
Nazlı koşarak onu takip ediyor.. Melisayla iki saniye bakıştıktan sonra, Sinem de onların yanına gidiyor.
Tuğçe şaşkınlık içerisinde Melisa'ya sarılıyor. Melisa onun omzundan bana doğru bir bakış atıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Bu Ben
FanfictionOkyanus gözlü çocuk ve onun yaralarını sarmaya hazır güzeller güzeli bir kız. Herkes yaralarını iyileştirmek ister, birçoğu bunu başaramaz. Ama onlar birbirine sahipler. Kalbi kırık küçük bir erkek çocuğu ile acı çeken küçük kızın hikayesi.