Merhaba arkadaşlar. Karne günü olmasıyla yeni bölümü erken yayınlıyorum. Umarım karneler iyidir :) İyi tatiller. Tatil boyunca bol bol beraberiz. Yorumlarınızı benden esirgemeyin. İyi okumalar...
Birbirine yapışmış olan kirpiklerimi zor da olsa açmıştım. Beyaz duvarlı odanın hastane odası olduğunu anlamak çok zor olmamıştı. Arka planda durmadan tekrarlayan kalp atışlarımın sesi de ölmediğimi yüzüme vuruyordu.
Ölmedim. Zaten ölsem şaşırırdım, bu kadar kolay olması imkansızdı. Bu kadar kolay olsaydı ölüm olmazdı adı. Kolay olurdu, kaybolmak olurdu ama ölüm olmazdı. Bana göre ölmek diğerlerinin aksine soyut bir kelime değildi. Efil ölmüştü, yoktu. Gözle görülmüyor, dokunulmuyor, öpülemiyordu. Bakın işte! Ölüm soyut bir kelime değil, somut bir kelime!Yorgunluğum ve hayata karşı olan bıkkınlığım vücudumu sarmıştı. Neden burada olduğumu hayal meyal hatırlıyordum. Yani son hatırladığım komiserin odasındaydık. Tunç da yanımdaydı. Efil'in cinayeti hakkında konuştuk. Ayağa kalktım. Sonrası yok. Devamı bulutların arasında kayboldu. Efil öyle söylerdi. Unuttuğu şeyleri, bulutların aldığını savunurdu. O yüzden o kadar büyük, beyaz ve fazlalar. Unutulan her şey yalandır, beyaz olan yalanlardan. Herkes birbirine o kadar fazla beyaz yalan söyleyecekti ki devasa problemleri yok olacaktı. Ama bulutlar bunu engelleyen yegane varlıklardır. Beyaz ve gereğinden fazla olan yalanları alır, kendilerinde saklarlar. Zaten unuttuğun için, kimse kandırılmamış olur.
Kapının açılmasıyla gözüme giren ışık yüzünden kimin geldiğini anlamamıştım. Ama tahmin etmek zor değildi. Zaten beni tanıyan, burada olduğumu bilen kaç kişi vardı! Kapıyı kapatıp yanımda duran sandalyeye oturdu.
"Korkuttun Atıl. Vücudun çok yorgun. Kaç gündür yemek yemedin, su içmedin? Vücudunda hiçbir vitamin yok ki! Kendine bakmadığın belli!"
"Efil gittiğinden beri ben yaşamıyorum Tunç. Ruhum öldü. Bedenim hala yaşamak için ısrar etse de ruhum yok. Arada böyle serumlarla idare ederim." dedim kolumdaki seruma bakarak. Uzun kablonun içinden akan sıvının sıcaklığını, damarıma girdiğini hissediyordum. Ürperdiğim nadir anlardan biriydi. Tunç'a döndüm. Elinde arkasında adım yazan dosyayı inceliyordu.
"Ne anlıyorsun Tunç? Kadın doğum doktoru olarak bende ne arıyorsun Allah aşkına?" Gözlüğün üzerinden bakar gibi küçümseyerek bakmıştı bana.
"Altı yıl tıp okurken sadece kadın doğum mu okudum sanıyorsun? Anatomim baya iyiydi. Hem bir seferinde..."
"...Aman aman sus. Hiç merak etmiyorum tıpsal terimleri. Zaten yeterince karışık kafam, daha da karışmasın." Kendi kendine güldükten sonra ayağa kalktı. Dosyamı yatağımın ucundaki ayaklı sehpaya bırakıp serumu kontrol etmek için yanıma geldi.
"Bitmek üzere. Birazdan çıkarız. Çıkınca eve yemek ısmarlarız değil mi, çok acıktım." Başımı sallayıp gözlerimi kapattım. Uzun zamandır baygın değildim sanırım. Dinlenmiş gibi hissetmiyordum. Üstelik daha da yorgundum. Canım bu yataktan kalkmak istemiyordu. Belki de biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Efil için, kendim için, araştırma yapmak için enerjiye ihtiyacım olacaktı. Tüm gerçekleri görmek için ihtiyacım olacaktı.
"Uyumak istiyorum." dedim gözlerim kapalıyken. "Ama uyuyamıyorum. Bana ilaç bul. Ne olursa olsun. Farketmez."
"Hallederim. Birazdan dönerim." diyerek odadan çıktı. Kapının sesinden anlamıştım. Yorgundum, sıkılmıştım, canım çok acıyordu. Her gözlerimi kapattığımda aklıma gelen düşünceler yine peşimi bırakmamıştı. Keşke unutmak kolay olsaydı, kaybetmek kadar kolay... Özlem duygusunun her tonunu yaşıyordum. Tunç'a yazdığım bütün mektuplarımda ettiğim isyan, gözyaşlarımın bıraktığı kurumuş kısım, kalbimden çıkan kelimelerden oluşan uzun metinler...
Kendimle fazla mı konuşuyorum? Deliriyorum galiba. Karşı taraftan da ufak ufak başladım cevap almaya. Efil cevap vermese de kalbim yanıtlıyor sorularımı. Ne kadar mantıksız kelime varsa bir araya geliyor, cevap veriyor bana.
Konuşmak istiyorum Efil. Seninle konuşmak istiyorum. Yokluğunla değil varlığınla konuşmak istiyorum. Bana bakan gözlerinle, her daim soğuk olan uzun tırnaklı ellerinle, senin hiç beğenmediğin ama benim hayran olduğum, öpmeye doyamadığım burnunla, kalem dudaklarınla konuşmak istiyorum. Seni istiyorum Efil. Bana dokunan ellerini istiyorum. Mutsuzken bile gülümseyen dudaklarını öpmek istiyorum. Tenini tenimde istiyorum. Şu an akan gözyaşlarımda boğulmak istiyorum. Senin çektiğin acıları, maruz kaldığın işkenceyi çekmek istiyorum. Ama ben sadece seni özleyebiliyorum...Ağır ağır bastıran uykum, hasta psikolojisine bürünmemi sağlıyordu. Küçükken okula gitmemek için öğretmenlerimize hastayız bahanesi uydururduk. Çoğu zaman inanmazlardı ama yine şefkatle saçlarımızı okşar, uyuyabilmemizin için yataklarımıza yatırırlardı. Hiçbir zaman kızıp bağırıp rencide etmezlerdi. Onlarda kimsesizliğimizi yüzümüze vurmak istemezlerdi. Bizde çaktırmazdık bildiklerimizi. Neler olup bittiğini anlasak da, söylenenleri bilsek de farkettirmezdik. Yalan demeyelim de buna, kulaklarını kapatmak diyelim! Gerçekleri bilmek ama kulaklarını kapatmak...!
Kapının açılmasıyla gözümden akan yaşları silip gözlerimi açtım. Tunç elinde ilaç kutusu ve koluna astığı ceketiyle içeri girmişti. Ceketini ilaçların beraber sandalyeye bırakıp yanıma geldi. Serumun iğnesini damarımdan çıkarırken hiç canımı acıtmaması bu işteki profesyonelliğini gözüme sokuyordu.
Bu aralar fazla alıngandım sanki! Efil'in körelttiği duygularım yeniden gün yüzüne çıkıyordu. Tekrar o on sekiz yaşındaki mahcup çocuk oluyordum. Hayatı boyunca acı çektiğine inanan o çocuk oluyordum. Ne çocukmuşum be?! Acıların en büyüğünü yaşadığıma, hayatım boyunca yalnız kalacağıma inanmıştım. Ama gerçekler yine beni yanıltmayı başardı. Ben Atıl Ertay! Kendini bu dünyanın en zavallısı sanan adam! Ama bilmiyordum ki, ben bu dünyaya bile ait değilim.
**
Uzun ve sessiz geçen kısa yolculuk sonunda eve gelmiştik, daha doğrusu Tunç'un evine. Eve girer girmez gözüme çarpan ilk şey, tuğlalardı. Sadece bir kaç saattir anlamlı gelen tuğlalar... Efil'in tüm bu tuğlaları kendi elleriyle yerleştirdiği canlanıyor gözümde. Okumayı da yazmayı da bir türlü beceremediğim şiirler, anlam buluyor gözlerimde. Cemal Süreyya'nın rüzgar saçlı kadını, Nazım Hikmet'in güneş misali özgür ruhu gözümün önünde yaşıyor. Hayallerim, düşüncelerim, gerçeklerimle karışmaya başlıyor. İsteklerim ve arzularım gözümdeki pembe perdeyi indiriyor. Soracaksınız, o perde tozpembe değil miydi diye. Benim perdem sadece pembe. Çünkü hak etmiyor tozpembenin silik tonunu. Aşkın nefesle olan uyumunu, gökteki yıldızların birbirine olan imkansız aşkını hak etmiyor. Aslında o 'tozpembe' o kadar koyu ki!
Omzuma değen elin sıcaklığıyla düşüncelerim yok oldu, tıpkı bir hayali arkadaş edasıyla. Tunç üzerini değiştirmişti. Elinde soğuk bira şişeleriyle bana bakıyordu.
"Bu gece içiyoruz değil mi?"
**
Akrep yelkovanı kovaladı, Tom Jerry'i. Boş şişeler yerde yuvarlandı, bir kedinin ip yumağını yuvarlanması gibi! Biranın soğukluğu boğazımdan kayarken arkasında bıraktığı keskin tat, soğuk esen bir rüzgarın tokadı gibiydi. Aniden, habersiz ve etkili. İçmek, sadece bedeni tatmin etmekti. Ruhumuz sarhoş olmazdı, acılarımız körelmezdi. Sadece birkaç saatliğine inzivaya çekilirdi. Hayat bir alkolik için asla ayık kafayla çekilmezdi. Ama bir alkolik için hayat zaten yoktu. Hiç olmamıştı da. Eski bir alkolik olarak söyleyebileceğim, size aktarabileceğim tek şey bu. Canın acıdığında koşarak sarılabileceğin bir annen olmadığında, ilk aşkını saklayacağın bir baban olmadığında, öğretmenlerin üzerindeki beyaz önlükten korkmadığında, birinci sınıftaki aşı gününde seni okuldan alacak bir ailen olmadığında alkolik oluyorsun işte. Yoksun, hayat senin için adil değil. Anne ve babasının elini tutarak yerde hayali çukurlarda zıplayan çocukları gördüğünde bira şişeleri karşılıyor seni kapıda. Ama bir gün, elbet bir gün sende onunla tanışacaksın. Belki benim gibi kayalıklarda, belki parktaki bankta, belki yolun kenarında hatta belki de aynı kütüphanede aynı kitaba dokunarak. Ama bir gün elbette sen de tanıyacaksın. Tokalaşırken bileğine kadar saran elleri, omzundan dökülen saçları, sonsuz gözleri, çatlak dudaklarıyla tanışacaksın. Ama sen onun her zerresinde bulacaksın ruhunu. Sen sen ol kardeşim, asla utanma sevginden. Senin sevgin, bir başka sevgidir be!
![](https://img.wattpad.com/cover/52753686-288-k424764.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnızlığın Notaları
Truyện NgắnYalanlarıyla tutunduğu hayatı dışında hiç bir şeye sahip olmayan adam... "Müzik ruhun gıdasıdır." demiş birileri. Sırtımda gitarım, karşımda herkesten sakladığım hatalarım, gerçeğim, ellerimde hatalarımın kanıtları... Aşkı için intikamı göze alan, ö...