Tunç'un bana seslenmesiyle gözlerimi araladım. Efil? Rüya mıydı yani? Rüyaların o kadar gerçekçi olduğunu bilmiyordum. Hani altı saniyeydi. Yalan arkadaş! İnanmıyorum, inandıramazsınız. Bu rüya olamaz. Efil ile konuştum. Gözlerinin içine baktım. Kokusunu içime çektim. Aklımı kaçırmak mı oluyor bu yaptığım? Eğer öyle oluyorsa rahat rahat aklımı bile kaçıramıyorum. Bazen her şeyi bırakıp gitme isteğim artıyor. İşte o zaman Efil geliyor yanıma. Beni sakinleştiriyor. Ee, sonra iki zeki insan buna aklını kaçırmak hatta delirmek mi diyor? Yok öyle rahatlık! Efil yanıma geldikçe intikam duygusu artıyor. Hücrelerim hızlanıyor. O kırmızı kanım pıhtılaşıyor. Hah, şu boğazımda birikiyor. Konuşamıyorum, yutkunamıyorum. Olanları yutamıyorum. Üzerine çizgi çizip arkamda bırakamıyorum. Neden? Bütün bunları yaşayacak kadar kötü biri miyim ben? İyiler kazanır, kötüler kaybeder. Doğru! Kaybediyoruz. Her şeyi kaybediyoruz...
Tunç masaya oturmuş, biriyle konuşuyordu. Hızla merdivenden inerek yanına gittim. Kulağıyla omzu arasına sıkıştırdığı telefonla konuşuyordu. Bir yere gidecekti sanırım. Planları vardı. Telefonu kapattıktan sonra tabağındaki makarnaları hızla ağzına sokuşturdu.
"Acile bir vaka gelmiş. Ameliyat olması gerekiyor. Oraya gitmek zorundayım. Ne zaman dönerim bilmiyorum. Sen evde kafana göre takılabilirsin. Neredeyse unutuyordum. İznimi biraz daha uzatmaya çalışacağım. Sonra görüşürüz." Cümlesini bitirir bitirmez kapıdan çıktı. Sanki yeterince hızlı ve telaşlı konuşması yetmezmiş gibi cevap vermemi bile beklemedi. Günlerdir neden işe gitmediğini de anlamıştım. Aslında iznini uzatmasına gerek yoktu. Ama nasıl söyleyebilirdim ki!
Kardeşim, ben Can'la işimi hallediyorum. Katili beraber arıyoruz. Arada birilerini de infaz ediyoruz. Ama önce konuşturuyoruz. Boşu boşuna ölmüyorlar canım, cani miyiz biz? Yani, kısacası sana gerek yok.Eğer böyle bir konuşma yaparsam kalbine iner sanırım. Hatta benim bile kalbime iner. Tabloya bakın. Ölen bir doktor, bakımsız bir depo, gizemli arkadaşlar, cinayet, infaz... Sherlock Holmes romanlarına taş çıkaracak kadar olayımız var neyse ki.
Masaya boş boş baktım. Hayır, bir şey yemek istemediğimden değil. Aç olmadığımdan yemiyorum. Acıkmayan biri nasıl yemek yesin? Ama yine de Tunç'u kızdırmamak için bir tabağa biraz makarna koyup televizyonun karşısına geçtim. Saçma evlilik programları, boş magazin konuşmaları, içi üçüncü sayfa haberleriyle dolu haber bültenleri, kimsenin yapmayacağı kadar yemek pişiren yemek programları... Zaten depresyonda olan ya da olmasına ramak kalmış bu kadar ev hanımının üzerine gidilmez ki! Ev yapımı baklava tarifi... Manyak mısınız ya?! Kadının işi gücü yok, oturup baklava yapacak. Bir de içine dolu dolu malzeme koyacak. Sizin antep fıstığını kanalınız ödüyor tabi. Emekli maaşıyla geçinmeye çalışan Emine Teyzeyle Hasan Amca, ay sonu ekmek parasını zor yetiriyor. Kat kat yufka açacak, içine yarım kilodan fazla antep fıstığı koyacak, şerbeti için iki kilo şeker kullanacak. En ucuz markette bile toz şekerin kilosu on beş lira. Hadi diyelim, para işini halletti. Altmış yaşına gelmiş teyzelerimiz ve amcalarımız şeker, kolesterol, obezite; kalp, damar hastalıklarından muzdarip.
Eline bol şerbetli baklavayı verip üçüncü sayfa haberlerini izlemek üzere koltuğa geçiyoruz. Her geçen gün artan enflasyon, sürekli zamlanan gıdalar, petrol, doğalgaz, hatta ramazan pidesi. Hani büyüklerimizin bir sözü vardır. "Nerede o eski Ramazanlar?..." O eski Ramazanlar, herkesin mutlu olduğu o minik mahallelerde, davul fırında pişen, bütün apartmana dağıtılan böreğin tazelik kokusunda, çocukların akşam ezanından önce eve gelmek zorunda olduğu o sıcak yaz günlerinde, yaşlıların o krem kokulu bir o kadar da acı ve yokluk dolu ellerinde kaldı. Televizyonda yayınlanan çoğu diziye de konu olan o güzel yıllar çok geride kaldı. Şimdi herkesin elinde olan o "akıllı" cep telefonlarında, süper kalitede televizyonlarda, müthiş pahalı olan elektronik aletlerdeyiz. Ufacık ekrana saatlerce bakıp/ izleyip eskileri yad ediyoruz. Keşke diyoruz, keşke şimdi de böyle olsaydı. Ev ahalisinin yaşı büyük olanları o günleri anlatıyor. Herkes pür dikkat dinliyor. Bazen duygulanıp dolan gözlerle, bazen gülümseyen dudaklarla takip ediyoruz anlatılanları. Sonra "bilmem neyin sunduğu program devam ediyor." O gülen dudaklar, dolan gözler televizyona dönüyor. Bütün o eski özlemi yeni teknolojiyle yok oluyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnızlığın Notaları
Krótkie OpowiadaniaYalanlarıyla tutunduğu hayatı dışında hiç bir şeye sahip olmayan adam... "Müzik ruhun gıdasıdır." demiş birileri. Sırtımda gitarım, karşımda herkesten sakladığım hatalarım, gerçeğim, ellerimde hatalarımın kanıtları... Aşkı için intikamı göze alan, ö...