Bölüm 2 - Yokluğumun İçindeki Kadın

401 132 58
                                    

" Sevgili Efil,
Beni bırakıp gittiğin günün üzerinden daha bir gün geçti. Sensiz geçen bir gün. Seninle hiç bu kadar ayrı kalmamıştık. Seni özledim. Kokunu, gülümsemeni, gülümsediğin zaman gözlerinin altında oluşan çizgileri, ellerini, saçlarını özledim.
Tam Efil'e yakışır bir şekilde ayrıldın bu boktan dünyadan. Dalgaların kraliçesi, dalgalarla ayrıldı.
Bedenindeki kesiği kim yaptı?
Kim bıraktı seni sulara?
İntihar etmedin biliyorum. Ama ne oldu sevgilim? Bütün bu soruları hiçbir zaman duymayacaksın. Cevaplarını bana hiçbir zaman kendi ağzından cevaplamayacaksın. Ama ben seni kimin bu hale getirdiğini bulacağım.
Seni seviyorum hayatıma umut katan kadın.
Seni seviyorum yokluğumun içinden doğan kadın.
Seni seviyorum Efil..."

Önümdeki kağıtları yere atıp başımı masanın üzerine koydum. Eve geldiğimden beri Efil'e onlarca mektup yazmıştım. Hiçbirinin ona ulaşmayacağını bildiğim halde yazmak rahatlatıyordu sanırım. Kafamdaki soru işaretlerinden kaçıyordum. Belki de yüzleşmek istemiyordum henüz. Zaten her zaman gerçeklerden kaçmıştım. Efil hep böyle söylerdi. Yere eğilerek attığım kağıtlardan birini aldım.

"Biliyor musun Efil? Senin sözlerini -di kullanarak yazmaya alışamadım."

Yazmak, hissettiklerini kelimelere dökmek , ruhunun bir parçasını çizmek gibiydi. Hatırladığım her anı, duygularımı, düşüncelerimi kağıtlara yazacaktım. Böylece ben Efil'e kavuştuğumda bu kağıtlar diğer aşıkların sözleri olacaktı. Son nefesimi verirken bile tek düşüneceğim şey Efil olacaktı. Sanki düşünecek başka bir şeyim varmış gibi!

Biz, yetimler hayatta her zaman ezik olanlardık.
Biz, ailelerin çocuklarına tembihlediği kötü arkadaşlardık.
Biz, kömürün içindeki kar tanesi gibiydik.
Birbirinden başka kimsesi olmayan yüzlerce kardeştik. Ben diğer çocuklar gibi herkese kardeşim diyemezdim. Herkese gülümsemezdim. Ayda bir kez gelen zenginler, pazardan mal seçer gibi gelip bizi incelerken arkada hasta gibi duran çocuktum. Ben yetimhaneye aittim. On sekizime kadar da kaldığım o yetimhane de evim olmamıştı. Ancak gece yattığımda gelip üzerimi örten, şefkat gösteren öğretmenlerim vardı. Oradan ilk ayrıldığım gün yattığım bank bile bana özgür gelmişti. Sabah kalkıp sırtımdaki çantayla metrelerce yürümüş, hiç kaydolmadığım üniversitenin önünden geçmiştim. Zaten okuyup ne yapacaktım, çocuğuma, karıma mı bakacaktım? Her gün düşündüğüm ölüm, o gün daha bir anlamlı gelmişti. Ölüm, hayatın bitişiydi ancak özgürlüğün başlangıcıydı. Rotasız yürüdüğüm yol, yüksek kayalıklarda bitmişti. Belki de özgür olmak için en iyi yerdi burası. Çantamı çıkarıp yere koyduktan sonra kayaların köşesine oturmuş, ayaklarımı sarkıtmıştım. Ayakta dikilerek kendimi boşluğa atmak fikri korkutucuydu. İntihar etmekten korkan ama ölüme terk edilmiş bir gençtim ben. Birinin omzuma dokunduğunu hissettiğimde neredeyse aşağıya düşecektim. Başına geçirdiği kapşonuyla dikiliyordu. Omzuma tutunarak yanıma oturmuş, ayaklarını benim gibi sarkıtmıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra kapşonunu çıkarmıştı. O zaman anlayabilmiştim kız olduğunu. Ağlamaktan akan makyajı yüzünden yanakları siyahlaşmıştı. Ağlamıştı, gözlerinin morluğu da kanıtıydı. Yüzümü inceledikten sonra denize döndü. Rüzgâr esiyordu ancak kıpırdamıyorduk bile.

"Ölmek için güzel bir gün." dediği ilk şey bu olmuştu. Ben anlamsız gözlerle suratına bakarken, o ise bir hışımla bana dönüp dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı. Tepki veremediğim tek andı bu. Hayatım boyunca kızıp bağırmadığım tek andı. Dudaklarını benden ayrıldığında sadece gülümsemişti.

"Efil ben. Şuan izlediğin dalgaların sahibiyim." Kahkahalarla karışık söylediği son cümle ikimizi de güldürmüştü. Aniden kahkahalarını kesti.

Yalnızlığın NotalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin