16. Bölüm

10.1K 439 17
                                    

“Okuldan çıkmamız gerekiyor, bu tarafa!” ne kadar bağırsam da sesim fazla çıkmıyordu. Oysaki sesim benim her şeyimdi. Koşuyordum karanlık koridorlarda, okulun koridorlarında. Lambalar patlamıştı, birkaçı da öksürüyordu. Kimse yoktu, sınıflar boştu. Sıralar tek tüktü ve paramparçaydı. Yer canlı gibiydi, ben adımlarımı sıklaştırdıkça o geri tepiyordu. Terden saçlarımın bir kısmı boynuma yapışmıştı, ne kadar süredir koştuğumu bilmiyordum. Nefes nefese okuldan çıkmaya çalışıyorduk. Tek kurtuluş, okuldan çıkmaktı.

Okulun iç kapısına ulaştığımızda hızlanmıştık. Bir an önce eve gitmek istiyorduk. Bahçeye çıktığımızda, dışarısı okulun içi kadar karanlık değildi. Alacakaranlıktı ve daha korkunçtu… Sessizlik hâkimdi, rüzgâr yalayıp geçiyordu üstümüzü. Çıkış kapısına yaklaştığımızda bir ip vardı kapı yerine. İki duvar ve arasında kapı olması gereken boşlukta bir ip bağlı duruyordu. Önünde yaşlı bir adam oturur pozisyonda uyuyordu. Bekçi olmalıydı ama bu kadar rahat olması ürkütücüydü.

Yavaş adımlarla ipe yaklaştık, uyandırmak istemiyorduk bekçiyi. Okulun dışarısından serseri grupları geçiyordu. Kafalarını içeri sokup bize laf atıp gülüyorlardı. Yüzleri kirliydi sokak çocukları gibi. Onlar geçtikten sonra bile kahkaha sesleri hala çınlıyordu etrafta.

Kızların yorulmuş ve korkmuş yüzlerine baktım. Sonra elimi ipe attım. İpe dokunur dokunmaz elektrik çarpmıştı. İçine çekildiğimi hissettim ve ruhum anlık olarak dışarı çıktı, nasıl kaybolduğumu görebilmiştim. Geri geldiğimde ise okulun içindeydim yine…

“Atlayın.” Naz elini pencerenin kenarına yerleştiriyordu. Koridorun penceresi vardı, apartman boşluğuna açılır gibiydi. Yüksekteydik ve aşağısı kara delik gibiydi. Naz ayaklarıyla destek alarak pencerenin diğer tarafına geçmişti. Duvara yapışarak 1 kat aşağımızda çaprazdaki pencereye geçmek için hareket etti.

“Hadi ne bekliyorsun!” Beril de Naz’ı takip etmeye başlamıştı. Korkuyordum, atlayamazdım. Bu mantıksızdı. Arkama baktım, kimse yoktu. Karanlıktan ayak sesleri yükseldi, birisi yaklaşıyordu. Kalbim giderek hızlanıyordu, ellerim ter içindeydi. Sessiz olursam buraya gelmez diye düşünüyordum ama kalbimin sesi koridorlarda yankılanıyordu. Beril ve Naz da yoktu artık. Pencere yok olmuştu. Elimi kalbimin üstüne bastırdım. Susman gerek.. Şimdi susmalısın.. Giderek bastırıyordum, nefes alışverişim yavaşlamıştı. Kalbimin sesi de ayak sesleri de azalmıştı. Uykum gelmeye başlamıştı, göz kapaklarım kapanmak istiyordu. Elimdeki karıncalanmalar tüm vücudumu sarmıştı. Dayanacak gücüm kalmadığında teslim oldum içimdeki karanlığa…

Sağıma döndüm ve uykulu gözlerle elimi rastgele masa üzerinde gezdirmeye başladım. Telefonum çalıyordu avaz avaz. Çok ısrarcıydı, o kadar bulamama rağmen pes etmiyordu.

“Defne gelebilir miyim size?” Pelin’in sesi ağlamaklıydı. Yatakta ayaklandım hemen.

“Neyin var, tabii ki gelebilirsin tatlım. Soru mu bu şimdi?” Dedim anne sesiyle.

“Bir saate ordayım, anlatırım.” Dedi ve kapattı. Ben de 1 saate ayıkmalıydım, saate baktım. Saat 15.23tü ve bugün cumartesiydi. Bütün gün uyumak konusunda ciddiydim. Yatağımı toparladıktan sonra duşa girdim. Sıcak suyun altında rüyamın etkisinden kurtulmaya çalışıyordum. Anlamsız, beyin yorgunluğundan görülen bu rüyalar bazen korkunç olabiliyordu.

Annem her zaman korkunç bir rüya gördüğümde beni kucağına alır ve “Beyninin sana oyunu bu, sen korktukça o sana gülüyor aslında.” Der.

Saçlarımı da kurutunca Pelin’i beklemek için aşağıya indim. Annem çikolata damlacıklı kurabiye yapmıştı bile. Babam da kışa hazırlık yapıyordu garajda kendince. Sonuçta sonbahardaydık. Elimde kumandayla kanal kanal dolaşırken Pelin’in gelmesi fazla uzun olmadı.

Lise GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin