27. Bölüm

7.8K 333 6
                                    

“Ahh!” söylenerek yataktan kalktım, yine başlamıştı müdür yardımcımız bağırmaya. Naz kapıda hocayla konuşuyordu. Beril’in kolunu tutup salladım. Beni takmadı ve diğer tarafa döndü. Üstelemedim, kalkıp lavaboya gittim. Pasaklı halime bakıp iç geçirdim. Hızlıca bir duştan sonra kendime geldim. Beril bu süre zarfında yataktan kalkmayı başarmıştı. Naz odayı topluyordu. Saçımı kuruttuktan sonra kahvaltıya çıktık apar topar. Tabaklarımızı enfes lezzetlerle donattıktan sonra Uzay’ın olduğu masaya geçtik. Uzay, ben, Baran, Kutay ve Naz ancak sığmıştık, diğerleri yanımızdaki masalara geçtiler. Hemen hemen hepimiz buradaydık. Görkem tam karşımdaki masada Nisa ve Başak’ın arasında bana göz kırptı. Yanındakiler de 12lerden birkaç kişiydi. Gamze ve Ceren en köşede ikizlerin eğlenceleri olan 9larla oturuyorlardı. Onlara en uzak noktada ise ikizlerin ortalarında Buğlem halinden memnun bir şekilde kahvaltısını yapıyordu. İltekin yanındaki diğer çocuklarla konuşurken Tekin sabit önüne bakıyordu. Liderler odayı kuşatmıştı, dağınık dağınık her masaya ulaşabilecek şekilde yerleşmişlerdi. Selim ve Altay hoca da yan taraflarımızdaydılar.

“Yine aynı mı olacak takımlarımız?” Baran sessizliği bozdu.

“Büyük ihtimal.” Dedim suyumdan içerek.

“Ben hangi takımda olurum?” dedi Uzay.

“Kaldığımız katlara göre oluyor, sen de Selim’in odasında kaldığın için bizim takımda olursun.” Diye cevapladı Naz.

“Kimler var?” başka bir soru sordu.

“Ben, Defne, Beril, Kutay, Alperen, Seray, Emre, 12lerden tanımadıklarım falan var. Bunları bilsen yeter.” Yine Naz cevapladı.

“Tekin de var.” Kutay araya girdi.

“Güzelmiş, sabırsızlıkla bekliyorum oyunu.” Gerginleşen ortam –ya da bana öyle geliyordu- kahvaltı boyunca sürdü. Kutay ve Baran, Uzay’a bir sürü şey anlatırken ben yan masadan Pelin’e laf atıyordum.

Rahat bir pantolon, çizme, kazak, spor çantası üçümüz de aynıydık renkler hariç. Odamızı da toplayınca aşağı hole indik diğerlerini beklemek için. Müşteriler de 3 gündür bize alışmıştı. Hatta bazılarıyla arkadaş olmuştuk. Hepsiyle selamlaşıyorduk, konuşuyorduk. Deri kahverengi koltuklarda oturup televizyon izledik. Kısa zaman sonra otobüslere geçtik. Uzay yanıma geçti, diğerleri mi? Hatırlamıyorum, fark etmedim. Görkem, en önde şoförü ikna etmiş yine müzik açmıştı. Müzik eşliğinde camdan etrafı izledim yol boyunca. Yaklaşık 20 dakika sonra ormanlık arazimize gelmiştik. Sırayla indik ve tekrar bilgilendirildik. Hazırlık için 10 dakika verdiler. Takımlarımız çoktan ayrılmıştı.

“Bu sefer kesin yenmemiz lazım!” Beril yerinde duramadan zıplayarak konuştu.

“Evet, haklısın. Bu oyun bizim!” diye yumruk yapıp havaya kaldırdım elimi. Naz, Kutay ve Uzay bizim çocukça hareketlerimizi görmezden geliyorlardı.

“Hepsini vuracağız! Ceren benim şimdiden anlaşalım, onu öyle bir haşlayacağım ki!” gülmeye başladı.

“Hepsini deşeceğiz! Yaşasın kötülük!” diye bağırdım ve Beril’e çaktım.

“Yeah!” Beril de bana karşılık verdi.

“Ah!” tutamadım kendimi, bağırdım; onla böyle delice hareketler yaparken gözüme parmağımı soktum.

“Siz böyle çok güzel yenersiniz, aferin.” Az önceki rezil halimi gören Naz’ın iğneleyici lafları, kendimi yaramazlık yapmış küçük çocuklar gibi hissettirdi.

10 dakika sonra

Özel kıyafetlerimizi giyinmiş, renklerimizi almış, ellerimizde silahlarla hakemin düdüğü bekliyorduk. Bu sefer liderler de bizimle oyuna katılacaktı. Bizim bayrağımız maviydi ve onu korumak için savaşacaktık. Diğer 3 bayrak; kırmızı, sarı ve beyaz bizim olmalıydı!

Lise GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin