Aylar Geçer
Sızlanırcasına soluklanırken başını gerisindeki adamın göğsüne yasladı. Agâh, ikisi gibi bir çocuk olmuştu sahiden de. Annesi kadar başına buyruk ve sivri dilli, babası kadar da... Kalp kıran. Çok mu sevmişlerdi onu? Sera gözlerini devirdi. 'Çok sevmek' tabiri, Agâh'ın gördüğü sevgiyi anlatmak için yetersiz kalırdı. Aras'ın pahalı hediyeleri, Doğu'nun çocuğa gizli gizli verdiği harçlıklar, Mai'nin akıl dışı kız tavlama teknikleri, Robin'in her kavgaya çocukla birlikte girmesi... O, Agâh'ı kendine has, yetişkin bir adam kılmaya çalıştıkça ona gösterilen sevgi hep bir engel olarak önünde yükselmiş, sonuçta da genç adam gerçek bir gönülçelen olup çıkmıştı. Sera Gece LEVI, oğlu sıradan biri olsun istememişti elbette ama genç adamın bu kadar sıra dışı, bu kadar başına buyruk, bu kadar kendine has birine dönüşeceğini de kestirememişti. Belki bazı konularda onlara benzemese ya da biraz daha az benzese her şey, herkes için daha kolay olabilir; Ateş Mete ile genç adamın kavgaları da biraz olsun azalabilirdi. Gülümsedi. Bir şeyi sevmek, acıtacak kadar, kendine kanayacak kadar çok sevmek genetik bir hastalık olabilir miydi? Olmalıydı. Aksi halde genç adamın mesleğine ve motoruna beslediği sevgiyi anlamak mümkün olmazdı. Adam hayatındaki her şeyi kendince sevmeyi başarırken kadınları sevmeyi -hak ettikleri gibi sevmeyi- bir türlü başaramamıştı. Sevmenin yüceliğini ve kutsallığını anlıyor ve bunlara inanıyorsa da bir tek bu konuda anne ve babasından ayrılıyordu. Hem de oldukça keskin bir biçimde. Hiç kimseyi sevemeyerek.
"Ne düşünüyorsun, menekşe?"
"Agâh'ı..."
"Gelir birazdan." Yaşlanan, yaşlandıkça şarap gibi güzelleşen kadının alnına küçük bir öpücük bıraktı. "Hayta."
Sera yerinde hafifçe kıpırdanır da gözlerini kapatırken "Fazla sevdik biz bu çocuğu," dedi sessizce. "Ondan böyle oldu."
Ateş Mete gülerek kadının saçlarını okşadı. Sevmişlerdi, değil mi? Sevmişlerdi. Agâh da zamanla bu sevgiyi kendi lehine kullanmayı öğrenmiş, sevgi arsızı birine dönüşmüştü. Ateş Mete, bazen ona baktığında Sera'yı görüyordu. Sera'nın o ilk zamanlardaki hırçınlığı ve kibri orada, oğullarının gözlerinde yeşeriyordu. Kızdı mı aynı öfkeyle geçiriyordu insanın kaburgalarına yumrukları kadar sert kelimelerini. Kadının alnına yeni bir öpücük bırakırken "Çok fazla hem de," diye mırıldandı. "Birini sevmeden durulmayacak bu kerata!"
"O günlerde gelecek değil mi?" Menekşe rengi gözlerini aralayıp, adamın sevgiyle koyulaşan hakilerine baktı. "Oğlumuzun birini çok sevdiği günler?"
"Senin genlerine sahip, menekşe." Kadının sevgiyle ışıldayan gözlerine bakarken kirpiklerini okşadı. "Elbetteki öyle bir gün gelecek."
Kadın cevap vermek için dudaklarını araladığında kapının açılma sesiyle doğrularak endişeli bakışlarını kaldırdı. Agâh'ı tek parça ve yarasız gördüğünde biraz olsun sakinleşip derin bir nefes almıştı. Motoruyla atlattığı son kazadan beridir -adamın kaburgaları kırılmış ve iç kanama tehlikesi yüzünden bir süre hastanede kalması gerekmişti- onu görene kadar içi içini yiyordu. Ama binme! diyecek de değildi. Gençken, henüz Louboutin ayakkabı koleksiyonu oluşmamışken, o da uzun süre motor kullanmıştı. Büyük kazalar atlatmasa da, o günlerden kalma birkaç küçük yara izi hala duruyordu. Agâh elindeki kaskı koltuğa fırlatırken kadına doğru yanaşarak çapkınca gülümsedi.
"Sera Hanım her zamanki kadar nefes kesici görünüyorsunuz." Kadın tatlı bir nazla oğlunun uzattığı ellerini tutarak ayaklandı. "Zaman sizin için tersine akıyor olabilir mi?"
Sera dudaklarını incelten bir gülüşle genç adama bakarken parmak uçlarına yükselip adamın sakallarla kaplı yanağına küçük bir öpücük bıraktı: "Sizin için bu kadar endişelenmeseydim küçük bey, emin olun çok daha genç görünebilirdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meftun
Romanceİki eksik bir tam etmez meftun. Yine de gel sol yanını sağ yanıma bastır. Denemezsen yaşamanın ne anlamı var? Benim yaram senin yaranı yenemez. Ama yaralı yarasından tanır bir diğerini. Ben seni tanıdım meftun. Gel kanadığım yerden öp beni! Yaram de...