Sustunuz, susmayınız

5.2K 411 43
                                    

Yüz yüze

Elindeki davetiyeye bakarken aldığı nefeslerin ciğerine saplanıp kaldığını hissediyordu, genç adam. Çok genç sayılmazdı, yine de yaşlı denemeyecek kadar gençti. Oysa şu 6 ay içerisinde bin yıl yaşamış ve yalnız kabuğu kalmış bir kaplumbağa gibi hissediyordu. Canı acıyordu, hatta öyle acıyordu ki; acıya acıya ölüyordu. Kanar gibi, ağır ağır, kan kaybından öldürüyordu bu azap onu. Çünkü seviyordu. Ah! Robin sevmeyi yeniden yaratırdı, yaratırdı yaratmasına ama işte... Aylin. Aylin: İsmi dudaklarına basılan en güzel mühür. Aylin: Kaburgalarına sıkışıp kalan bin yıllık hançer, gözlerinde mevsimler doğuran, sesinde kırlangıçlar ağırlayan kadın. Evleniyordu. Elindeki davetiyeye bir kez daha baktı. Göğün toprağa değdiği yerde büyüdü, adam. Kırık kırık. İçine içine. Çünkü o Aylin'i seviyordu, Aylin bir başkasını. Mutluluğun keskin, el yakan sıcağını parmak uçlarında hissedebiliyordu. Aylin'in eşsiz mutluluğu, Robin'in kederine parmak izi oluyordu. Önüne bırakılan kahvede, Aras'ın insanı iyileştiren bakışlarının yansıması parlayıp söndü. Geçecek, diyemiyordu. Ama her acıdan insana birkaç şey kalıyordu. Aras, Doğu, Ateş, Mai ve... Bu acı, bu iklimini değiştiren, tırtıllarını öldüren, omurgalarını söken acı; ona Sera'yı ve onun koşulsuz sevgisini getirmişti. Kanına karışan tek mavi buydu sanki. Onu hayata sıkıca bağlayan, gitmesine engel tek duygu buydu.

Aras parmağıyla işaret ederek "O bir davetiye biliyorsun," dedi. Sesi boğuk ve bezgin geliyordu. Gece yarısını geçeli birkaç saat olmuş, barı kapatmış, kapının üzerindeki 'açık' tabelasını 'kapalı' yapmıştı. "Seninle konuşamaz ve iç sesini duyamaz." İşaret parmağını kendine doğru çevirip, en sıcak gülüşünü takındı. "Oysa ben," dedi kibirle. Saçlarını dağıttı, mümkünmüş gibi değildi ya; saçları böylece daha da çok karıştı. "İyi bir dinleyiciyimdir." Gülüşü genişledi ve serseri bir sırıtışa dönüştü: "Üstelik cevap da verebiliyorum!"

"Onu zehirlemeye mi çalışıyorsun?"

Sera'nın aksi sesini duyduğunda homurdanarak, gözlerini devirdi adam. Tatsız bir bakışla çocuğun önündeki kahveyi kendine doğru çekti. "Alt tarafı bir kahve." İsyanla gözlerini kocaman açtı. "O kadar da kötü değ..."

"Kendini kandırma ve bize içebileceğimiz bir şeyler ver, Aras." Adama ışıldayan bir bakış atıp, Robin'in yanındaki tabureye kuruldu. "O kahveyi içmeyi bir an bile düşündün mü sahiden?"

"B-ben..."

Sera başını iki yana sallayıp sevimli bir şekilde kaşlarını çatarken kucağındaki çantayı tezgâha bıraktı. Aras'ın insanı iyileştiren sessizliğiyle göğsüne bindiğini dahi fark etmediği o ağırlık bir an hafiflemiş gibi geldi. "Biliyorsun," diye mırıldandı. "Eğer kendini öldürmek istiyorsan daha acısız yöntemler var."

Aras genç adama konuşması için fırsat vermeden araya girdi: "Sevimsiz." Sağ yanındaki yara izini kaşırken genç kadına aksi bir bakış attı. Elindeki kadehi Sera'nın önüne bıraktıktan sonra kendine ve Ali'ye birer bira açtı. "İnan bana Robin, hayatının hatası diye bir şey varsa şu anda yanında oturuyor!"

"Ah!" Kaşlarını kibirle çatarken, neredeyse küçük bir çocuk gibi isyanla homurdanacaktı kadın. "En azından katlanılabilir bir hatayım. Oysa sen ve kahvelerin..."

"Hiç bıkmıyorsunuz değil mi?"

Robin'in bitkin sesiyle, bir süredir onun varlığını unutup tartışmaya dalmış iki dost sustu. Eğer cehennem azabı diye bir şey varsa, Robin'in göz bebeklerinde yaşanıyordu. Acı genç adamın tutuk soluklarında bölünüyor, parçalanıyor ve ona bakan insanların etine saplanıyordu. Çünkü Robin acıyordu. Çünkü Robin daha önce acımış herkesten fazla acıyordu. Sevilmiyordu. Ah, kadın onu bir başkasıyla evlenirken ezip geçecek kadar dahi sevmiyordu. Yabani bir ot gibi hissettiriyordu adama. Sera çocuğa bir kez bakınca anlıyordu bunu. Şüphesiz bu konuda onu bu kadar derinden anlayan yalnız oydu. Sevilmemeyi en iyi o bilirdi; o kekremsi tat kadının ezberindeydi hala. Bunca yıl sevecek tek bir papatya bulamadan yaşamayı sürdürmüştü. Ona bahşedilen sevilme umudu dahi, zavallı Pinokyo'nun beyaz yalanlarından biriymişçesine göğsünü delip dışarı taşan bir dal parçasına dönüşüyordu. Umut ederken dahi ürküyordu soluğuna tutunan sevgi. Bu nedenle Aras da, Sera da sustu. Aras şahitse, Sera maktuldü. Sevgisizliğin büyüdüğü menekşeleri, eski zaman aşklarına ekilmişti. Ekilmiş, büyümüş ve sonra kurumuştu. Tatsız, kara bir lekeye dönüşmüş, yaprak dökmüş, saksısını ve toprağını yadırgamıştı. Sera saksı menekşesi değildi artık; bahçenin sonsuz toprağını ve güneşin koşulsuz sıcağını talep ediyordu. Yanmalıydı. Yanarken anlayacaktı ancak sevildiğini. Eti ısınmadan, kalbi ısınmıyordu. Adamın -Ateş Mete'nin- sıcağı onu kavurmalıydı. Kavrulmadan kabullenemeyecekti kadın.

MeftunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin