Bugün Merve'min, biriciğimin doğum günü. Sen olmasan, senle tanışmasam ne yapardım bilmiyorum. Her türlü nazımı sözümü çekiyorsunuz, hep birlikte. Yanımda oluyorsunuz, elimden tutuyorsunuz... Keşke ben daha fazlasını yapabilsem. Çok daha fazlasını, sizin beni mutlu ettiğinizden fazla mutlu edebilsem seni/sizi. Ama dediğim gibi bu kadarı geliyor elimden. İyi ki doğdun canımın içi, can eriğim!. Yetişsin diye çaba harcadım ama... Yetiştiği kadar Merve'm. Hatalarımı mazur gör. Pek... İç acıcı bir bölüm değil ama bağışla. Son birkaç kırık kaldı hikayede. O da zamanla iyileşecek, sarılacak umarım. Severim seni!
Not: İki gün evvel 'Siz aşktan ne anlarsınız bayım?' adlı bir bölüm eklemiştim, bilginize dostlar.
BENDER (6 yıl evvel)
Tedirgince aynadaki yansımasına baktı. Parmakları ipek elbisenin üzerinden kayıp, karnının üzerinde durdu, avaz avaz bağırmak ve olduğu yerde büzülüp, kabuğuna çekilmek arasında gidip geliyordu. Akıntıya kapıldığını, havada savrulduğunu, düşmesinin yakın olduğunu hissediyordu. Kalbinin göğüs kafesini döverken çıkardığı o gürültü, kulaklarını sızlatıyordu. Adamın ona evlenme teklif etmesiyle başlayan ve kaburgalarını kıran bir delilikle son bulan bu masaldan uyanmamak uğruna; son on gündür yarım, bölük pörçük, normalde uyuduğundan daha tedirgin bir uykuya gömülmüş ve uyudum diyemeyeceği kısa aralarda koşuşturmaktan perişan düşen bedenini dinlendirmişti. Aslında her şeyin nasıl da çığ gibi büyüdüğü düşünüldüğünde, bu uykusuzluk anlaşılabilir bir şeymiş gibi gelebilirdi. Dün gece, Güz'den onu isteyen kadını düşündü. Tıpkı Ateş Mete'nin hakilerini andıran, belki de yalnızca bir ton kadar açık, baktığı zaman insanın gizlediği ne yan varsa gören gözleri bir anda zihninde belirince terleyen avuç içlerini elbisesine bastırdı. Kadın nazik bir dokunuşla bile olsa Sera'yı oğluna layık görüyormuş gibi davranmamıştı. Genç kadın anlıyordu. Böyle onlarca bakışa, vitrinin dışında kalan, onu kıran, onu yaralayan ve nicedir şahit olmadığı o kötücül bakışa aşinaydı. Kaburgalarının, eklemlerinin, bütün o yumuşak etlerinin koparıldığını, sökülüp alındığını hissetmişti. Sanki dahası mümkünmüş gibi uykusu biraz da bundan eksilmişti. Sevilmeyecekti. Ateş Mete'nin onu sevmesi ihtimali dahi, yaşlı kadının onu sevmesi ihtimalinden yüksekti.
Elizabeth BENDER. İsmi kadar zarif bir kadındı, oysa. On yıl önce eşinin tedavisi için İngiltere'ye yerleşmişler, ancak Ziya BENDER kanseri atlatamayınca geri dönememişlerdi. Sanki bütün o sevdiği anılar, Londra'da doğmuş ve büyümüş gibi davranmış -haksız da sayılmazdı; Türkiye'de hiç kimsesi, etinden kopan bir başka can yokmuş gibi orada hayatını sürdürmeye devam etmişti. Boyasız saçları tamamen beyazlamıştı, garip bir biçimde Sera kadını böyle dahi güzel bulmuştu. Elleri zarifti, hiçbir şey için çabalamamış birinin elleri olabilecek kadar zarifti. Bir serçe doğsa, o cılız ve ufacık haliyle bile kadının yaşını göstermeyen elleri kadar güzel olamazdı.
Ağrıyan şakaklarını cansızca ovdu. Bundan tam bir hafta önce yaşlı kadın; onun için dikilmiş elbisesi, yaşına rağmen vazgeçmediği topuklu ayakkabıları ve insanın içini delip geçecek kadar keskin bakışlarıyla bir anda kapısında belirmişti. Sıkıntıyla yüzünü avuçlarına gömdü. Kadının yüzünde sahte de olsa bir gülümseme olmadığı hatırına geldi. Sera ilk kez o zaman ürkmüştü. Boğazını saran kemendin etini kestiğini, kadının bozuk Türkçesiyle kurduğu her cümlede daha çok hissetmişti. Elizabeth BENDER kapısına gelip, 'oğlumdan vazgeç' diyecek bir kadın değildi şüphesiz; ama ışıltısız gözleri, incelmiş dudakları ve kucağında birleştirilmiş elleriyle nasıl büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını gizleyememişti.
"Sera?"
Gerisinde beliren Doğu'nun gözlerini aynadan yakaladı. Kız öyle bitkin görünüyordu ki, sanki biri ona kazara dokunsa tuz buz olacaktı. Adamın ona sarılmasıyla birlikte zapt etmeye çalıştığı gözyaşları yanağına süzüldü. "Korkuyorum," diye fısıldadı. "Nazım Amca geldi mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meftun
Storie d'amoreİki eksik bir tam etmez meftun. Yine de gel sol yanını sağ yanıma bastır. Denemezsen yaşamanın ne anlamı var? Benim yaram senin yaranı yenemez. Ama yaralı yarasından tanır bir diğerini. Ben seni tanıdım meftun. Gel kanadığım yerden öp beni! Yaram de...