Sağ tarafta dünya güzeli bir şarkımız var. Dinlemenizi tavsiye ederim. John Legend - All of me .
14 yıl önce
İçerideki kalabalıktan sıyrılıp sahile inmişti genç kadın. Rüzgârda bir papatya gibi narince bükülmüştü belinden. Kollarını iki yana açmış, çıplak ayaklarının altında kayan kumların serinliğine aldırmadan dönüyordu. Peşinden bütün bir kâinatı çağırır gibi, kadın isimsiz bir telefon gibi, vücudundaki yara izleri gibi canlı ve göz alıcı bir edayla dönüyordu. Bordo elbisesinin etekleri kabarmıştı. Sarhoş değildi. Ama tatlı bir sarhoşluk hissi uyandırıyordu.
Gece serindi. Ama genç kadın üşümüyordu -ki elbisenin sırtı bel oyumuna kadar açıktı. Yine de öylesine kaybetmişti ki kendini, hissetmesi gereken bütün insani şeyler bir anda silinivermişti. Yalnız kederi... Kederi eski bir ahit gibi duruyordu içinde. Yalnız ondan kurtulamıyordu. Daha hızlı döndükçe daha çok boğuluyordu sanki. Göğsüne göğü soluyordu. İçindeki matem kuşları seslerini kesmiş, bir bir göğüs kafesine dökülüyordu. Kadın olduğu yerde yığılıp kalacak tozdan bir heykel gibiydi. Dizleri üzerine düştüğünde cansızca ellerini kuma dayadı. Kayan bir yıldızı andırıyordu. Bu düşüşle birlikte bütün sesler yeniden kulaklarına dolmaya başladı. Kahkahalar, karanlığa sığınmış âşıkların fısıltıları, şangırdayan -büyük bir gürültüyle şangırdayan- kadehler... Kadın her şeyi işitiyor ve yaşıyordu. Kederinin ölümcül acısı bu gürültüyle büyüyor ve dev bir yanardağa dönüşüyordu. Kadın tüf olacaktı, olamıyordu. Kadın lav olacaktı bedeninden dışarı akamıyordu. Kadın kendini öldüremiyordu ya... Kadın ölmek isterken ölemiyordu ya... Kadın cam bir heykel gibi, etekleri kuma bulanmış ve omuzları düşmüş bir başına kumsalda duruyordu. Cezası gökten düşmekti -ki düşmüştü.
Bütün güzelliği, bütün hayatı Sara'nın ölümüyle beraber anlamını yitirmişti. Kadın onu katlanılır yapan her şeyi Sara ile birlikte toprağa gömmüştü. Şimdi burada, bu ıssız sahilde durup, delice çevresinde dönen ve bir un çuvalı gibi olduğu yere yığılan ondan arta kalanlardı. Tam şu anda yetimhane yıllarının yara izleriyle kaplı, yalnız ve değersiz bir bedendi. Sera çocukken çok gece Tanrı'ya onu çirkin yarattığı için teşekkür ettiğini hatırlıyordu. Çünkü güzel çocuklar ağlardı. Sera biliyordu. Biliyordu ki, Sara gelip de o cehennemden çıkarmasaydı onu, o gece o da bütün güzel çocuklar gibi kötü kurdun yemeği olacaktı.
Omuzlarına bırakılan ceketle birlikte içinde bulunduğu anın gerçekliğine çakıldı. Kanatları yanıyordu. Sera'nın yaraları yanıyordu. Başını kaldırıp yanında duran yabancıya çevirdi menekşe rengi gözlerini. Adamın gözleri karanlıktı. Sera tutunacak tek bir dal arasa bulamazdı. Saatlerdir orada bir heykel gibi durduğunun farkına üşüyen yerleri ısınmaya başladığında vardı. Adama fırsat vermeden olduğu yerde doğruldu. Omuzlarındaki cekete daha çok sokuldu. Adam parmak uçlarıyla nazikçe yanağını kurularken geri çekilmedi. Öylesine yalnız hissediyordu ki... Birilerinin düştüğünde orada olmasının nasıl bir şey olduğunu hatırlatıyordu adam.
Adamın ılık nefesi yüzüne vurduğunda gözlerini araladı. Koyu griyi andırıyordu ama karanlık ve solmuş bir kahveye de çalıyordu irisleri. Adamın sert mizacı ve hiç gülmeyecekmiş gibi duran incecik dudakları vardı. Elmacık kemikleri çökük, kaşları kalındı. Sağ gözünün yanında yalnız ona ait olabilecek, adamın kusursuzluğunu bozan, ama bir yandan da onu daha da kusursuzlaştıran bir ben vardı. Dikkatle bakıldığında görülebilirdi yalnız. Saçları geriye taranmıştı. Omuzlarındaki ceketin tamamladığı üç parçalı bir takım elbise giymişti. Neden bu kadar yakın durduklarını bilmiyordu, Sera. Üşümesi geçmişti ama yine de titriyordu; bunun soğuktan olduğundan ise o kadar da emin değildi.
Adam genç kızın yüzüne düşen bir tutamı kulağının arkasına itti. Dudakları mümkünmüş gibi daha da inceldi. Asla gülmeyecekmiş gibiydi. Oysa gülmenin onda nasıl duracağını çocukça bir ihtiyaçla hayal etmeye çalışıyordu kadın. Çünkü düşen bir insanı kaldırdığınızda ona gülümserdiniz. Oysa adamın kaşları huysuzca çatılmış, alnındaki çizgiler belirginleşmişti. Genç değildi. Yine de adama yaşlı demek büyük bir günah olurdu.
"Berbat görünüyorsunuz, küçük hanım."
Konuşurken sağ yanağında -elmacık kemiğinin hemen altında- küçük bir çukur peyda oluyor, dudakları hafifçe o yana doğru yükseliyor, iki ince virgül kaşları arasında belirip kayboluyordu.
"İltifatınız için teşekkür ederim."
Kadının sesindeki alay boğazındaki kırçılları güçlükle aşabildi. Bir adım geriye çekilerek derin bir nefes aldı. Oysa nefesini bunca zamandır tuttuğunun farkında değildi. Yüzüne düşen saçlarını kulak ardı yapıp yüzünü kuruladı. Suya dayanıklı makyaj malzemelerini bulan bilim adamlarına teşekkür mesajı atacaktı. Zira eğer alelade bir makyaj yapmış olsa şu an olduğundan daha berbat görünecekti -ki kadının bunun mümkün olduğunu biliyordu. Adamın renksiz bakışları gözlerini bulduğunda dudaklarında beliren alaycı gülüşü ağır ağır soldu. Yaralı olan, kendisinden olanı, yarasından tanırdı. Bunun verdiği huzursuzlukla omuzlarındaki ceketi çıkartıp adama uzattı ve tek kelime etmeden arkasını dönüp sahilden uzaklaştı.
Sürpriz öyle yapılmaz, böyle yapılır Öykü Hanım! :P Bölümümüz Hercai Menekşe adında baldan tatlı bir Ege masalı anlatan @oykuluk ' e. Okumanızı canı gönülden isterim. :) ilk bölüm tanışma bölümümüz. Ayrıca karakterlerimizden biri de ismini ondan alıyor.
Ayrıca ablacım! Seviliyorsun. Sen olmasam ne yapardım bilmiyorum. Seni @burcudemet iyi ki tanımışım!
Sevgilerimle,
Cansu U.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meftun
Romanceİki eksik bir tam etmez meftun. Yine de gel sol yanını sağ yanıma bastır. Denemezsen yaşamanın ne anlamı var? Benim yaram senin yaranı yenemez. Ama yaralı yarasından tanır bir diğerini. Ben seni tanıdım meftun. Gel kanadığım yerden öp beni! Yaram de...