Pelin, canımın içi... Belki ben sana ilham olurum dedin; oldun da. Çok teşekkür ederim. Bu bölüm, yine senin için.
Ayrıca yan tarafta dünya güzeli bir parça var. Jehan Barbur - Öylesine.
Her yara izinde (Bugünden 6 Yıl Önce)
Sera parmakları arasındaki kupaya sıkıca tutunmuştu. Sanki kupa ellerinden kayıp düşse bin parçasının bini de yine onun biçare etine saplanacak, durmadan sızlayarak varlıklarını bir ömür hatırlatacaklardı. Göğsünün orta yerinde bir enkaz gibi tütecek, Sera'nın kırık dökük umutlarına bağlı kurdeleleri bir bir söküp atacaklardı. Kahvesine doğru eğdi yüzünü. Kahve çekirdeklerinin yumuşak kokusu cam kırıkları gibi dağıldı, ciğerlerine. Cambridge'de akşamdan kalma olduğu günlerde gittiği küçük kahve dükkânındaymışçasına buruk bir gülümseme giyindi.
Sera'nın sığınacağı insanlar yoktu; o yalnız kendine sığınmıştı. Alkole, sigaraya, kumara... Pek çok kötü şeye de sığınmıştı elbette ama en çok kendine çarpmış, kendini dağıtmış, kırılan parçalarını yine kendi bir araya getirmişti. Parçaları eksik bir yapboz kadar hüzünlüydü hala. Kahvenin kokusu o zamanlar gibi tütmüştü içinde. Sevmenin umut edilerek kazanılacağına hiç inanmamıştı. Sara da öyle umut edilerek gelmemişti ona zaten. Kızın yaralı avuçlarına aniden çarpmış, içindeki yalnızlığı çevreye sıçratıp, kendine koca bir delik açmıştı. Oraya anılar yığmıştı. Mutlu, mutsuz, kırgın, neşeli anılar; kızın kaybetmekten korktuğundan asla sahiplenemediği şefkat sözcükleri... Sara'nın gidişiyle kuru bir kabuk gibi kalmıştı, kız. Küçük böceklerin kemirdiği, büyüdükçe büyüyen yaralarıyla, geçmişin yemyeşil görkemini çoktan kaybetmiş kuru bir ağaç parçası gibi sanki... Kıymık gibi. Battıkça batmış, kanatmış, sızlatmış ve asla iyileşmesine izin vermemişti. Sera dağıttıkça daha çok kararmış, göğsünden yükselen is gözlerinin mavisini erguvana çalmıştı. Ellerinde kırık dökük, tutulmamış sözler ve sözcükler kalmıştı. Ateş Mete öyle bir günde çarpmıştı göğüs kafesine. Kafasının güzel olduğu o ilk gecede; doğum gününde. Omuzlarına ceketini bıraktığı, incecik dudakları, çevresinde kurşun rengi bir halkanın dolandığı haki gözleriyle içine içine çarptığı, yarasında yarasını söndürdüğü o gece içini yarıp geçmişti. Bir bakışta tutulmazdı ya genç kadın; adamın dudaklarını incelten köpek dişlerine, çökük avurtlarına, yorulduğunda soluklanacağı o iki kırışıklığa -adamın kaşları arasında açılan ve içine Sera'nın göğüs kafesini alacak kadar derin olan o iki virgüle- kanmıştı. Ateş Mete ona şefkat göstermemişti. Kırıklarını ezip geçmişti. Matemini yaşamasına izin vermiş, yarasına göz yummuştu. Onu iyileştirmemişti -ki Sera onun da iyileşmeyen bir yarası olduğunu ilk o zaman anlamıştı. Onun acısını tatmayan hiç kimse, kendi kendini iyileştirmeye çalışan bir insanı bir bakışından tanıyamazdı. Onun ödediği kefarete böyle sessizce isyan edemez ve bir kaş çatışla kızamazdı.
Omzunda hissettiği sıcak dudaklarla daldığı düşüncelerinden sıyrıldı. Onu düşünürken, onun varlığını yadırgayan kalbi göğünü kesip attı. Kaburgalarına sertçe vurdu, kırdı. Sevmek değildi mühim olan; hayır. Sera sevmeyi öğrenmişti. Sevilmemekti mesele. Adamın öptüğü yerde bir Japon gülünün açtığını bilerek, ona yenilmeye hevesli bir düelloya çıkıyordu. Yenilecekti; Sera hep yeniliyordu. Adamın ellerinde, öpüşünde insanı solduran bir yan vardı. Genç kadının iyileşmeye yüz tutmuş yarasında peyda olan ansız bir sızı olabilirdi o, yalnız. Kabuğunu söküp atan acımasız bir el, belki. Adam, kadının bile isteye değil ama gönüllü düştüğü bir uçurum olabilirdi. Ne yazık ki; uçurumun altında kadını tutacak kimsesi yoktu. Düşerse, çakılacaktı. Adam uçuşu olurdu yalnız.
"Nedim'i ikna etmişsin."
"Söylemiştim," diye mırıldandı. "İhtiyacım olan tek şey beni dinlemesiydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meftun
Romanceİki eksik bir tam etmez meftun. Yine de gel sol yanını sağ yanıma bastır. Denemezsen yaşamanın ne anlamı var? Benim yaram senin yaranı yenemez. Ama yaralı yarasından tanır bir diğerini. Ben seni tanıdım meftun. Gel kanadığım yerden öp beni! Yaram de...