Bölüm 15: Şehir

257 39 5
                                    

Önümde ki çalılıklara hızla göz attım. Üstlerinde küçük böğürtlenler vardı. "Ange! Aradığımız böğürtlenlerden biraz da burda var!" Önünde ki çalılığa bakmayı bırakıp hızla yanıma geldi. Birkaçını cebime doldurdum.

Elimde ki böğürtlenleri yiyerek ağacın altına oturdum. Ange ayakta duruyordu.
''Uzun zamandır buralardayız. Ama hala kitabı ne yapacağımızı ya da nereye gidebileceğimizi bilmiyorum."

O da sıkıntıyla yanıma oturdu. "Benim de aklıma hiçbir şey gelmiyor, Levy." Ayaklarımı sallayarak biraz düşündüm. "Aslında Broun'un yanında çalışırken, bir görev için Krallığa gitmişti. Belki oraya gidersek bir ipucu bulabiliriz."

Ange bana sıkıntıyla göz gezdirdi. "Gidelim gitmesine ama konu seninle alakalı. Zaman hızla ilerliyor. Senin için geç kalabiliriz." Ange'nin benim için endişelenmesini anlıyordum. Çok uzun zamandır beraberdik ve o beni kardeş, bende onu abla gibi benimsemiştim. "Anlıyorum, Ange." dedim ağaçlara bakarak. "Sadece içimde bir his var. Orada gerçekten bir şeyler bulacakmışız gibi hissediyorum." Yavaşça kalkarak dizlerini silkti. Birkaç saniye şaşkınlıkla ona bakarak bende kalktım.

"Ne duruyoruz o zaman. Geç olmadan şehre varalım."

***
"Bu taraftan.." Gösterdiği yola bakarak peşine takıldım.

"Nereye gidiyoruz Crunch?"

"Babanız şu ileride ki dükkandan ufak bir şey rica etti. Oraya gitmemiz sorun olmaz değil mi?"

Umursamazca omuz silkerek peşine takıldım. Dükkan gerçekten çok küçüktü. Girerken başımı eğmek zorunda kalmıştım. Tozlu alana ayak bastığımda etrafıma hızla göz attım. Burası eski şeyler satan bir yerdi.

İlgiyle önümde ki tezgahtaki şeyleri inceledim. Boy boy iksirler, hiçbir zaman 2-3 sayfadan ileri gidemediğim kitaplar.... Ben bunlarla oyalanırken Crunch elime ağır bir şey tutuşturdu ve hızlıca dükkandan çıktık.

Ben daha ne olduğunu anlayamadan başka bir dükkana girmiştik bile! Bazen bu adama gerçekten şaşıyordum.

''Gajeel-san?''

''Ne?''

''İşimiz bitti. Şimdi nereye gitmek istersiniz?'' Hiç düşünmeden ''Taş Meydan." dedim. Aklıma başka hiçbir yer gelmemişti çünkü.

Crunch hızla sağa sola bakınıp, pelerinimi düzeltti. Orası çok kalabalıktı ve böyle bir ün yapmışken başıma bela almak istemezdim. ''Oraya gideceksek eğer, tanınmamalısınız. Aksi takdirde..''
Sıkıntıyla iç geçirdim. ''Evet, biliyorum. Biliyorum..''

***
''Güneşin batmasına ne kadar var?'' Taşların üstünden atlarken ilgisizce sormuştum. Ange birkaç saniye gökyüzüne bakıp, bana döndü, ''Bir, belki de iki saat.''

''Şehre varmamıza ne kadar var peki?''
İç çekti. ''Yorulduğunu biliyorum. Oraya gidince güzel bir han ayarlayacağım, söz.''

Hızla başımı salladım. ''Hayır, hayır. Yorulduğumdan değil. Oraya hava kararmadan yetişmek istiyorum. Biliyorsun geceleri şehrin dışı çok tekinsiz oluyor.'' Tedirginlikle etrafına bakındı. ''Bilmez olur muyum hiç? İnan bana seni tehlikeye atmak en son yapacağım şey olurdu.''

Gülerek önümde ki dalların üstünden atladım. Biraz daha yürüdükten sonra, şehrin devasa kapıları karşıda belirmişti. Hızlanarak girişe geldik. "Sence de çok kalabalık değil mi Ange?" Etrafa tedbirle göz atıp başını salladı.

''Hemde gereğinden fazla. Sanırım önemli bir olayın ortasında gelmişiz." Gülümseyerek bir kez daha insanların akın ettiği devasa şehre baktım. Batan güneş yükselen kale surlarına yansıyordu. Bu saatlerde şehrin gerçekten de göz alıcı olduğunu düşündüm. Çok güzeldi.

Giriş kapısına varmıştık. Dışarısı böyleyse, içini hayal bile edemiyordum. Mutlulukla iç çekip gözlerimi kapadım. "Bu taraftan tatlım." Ange nazikçe koluma girerek beni girişi yönlendirdi.
Şehre girmek için bekleyen sıraya girdiğimizde Ange bana döndü.

"Belki biraz saçma gelebilir ama," İlgiyle ona baktım. "Şehir gereğinden çok fazla kalabalık. Belki birkaç gün içinde kitap hakkında bir şeyler öğrenebiliriz." Bunu ben de düşünmüştüm. Başımı salladım. "Kalacak bir yer bulduktan sonra nerelere soracağımıza bir bakarız." Başımı birkaç kez sallayarak etrafımı izlemeye geri döndüm.

Girişleri kontrol eden insanlar işini çabuk yapıyordu. Fazla beklemeden içeri girmiştik. Girdiğimiz gibi üzerimize akın eden bir insan kalabalığıyla karşılaştığımızda, Ange'ye sıkı sıkı yapışıp kenardan çıkmaya çalıştım. Ange beni aniden kendi tarafına çekerek küçük bir ara sokağa soktu. Ellerim dizlerimde soluklanırken Ange saçlarımı düzeltti. "İyi misin?" Doğrulup duvar kenarına çöktüm. O da karşıma oturdu. "Evet," dedim. "Sadece insanlar birden üstüme gelince biraz panik oldum."

Gözlerini büyüterek kahkaha attı. "Haklısın! Hayatımda daha önce hiç bu kadar kalabalık bir yerde bulunmamıştım." "Yakında akşam olacak ve biz hala dışarıdayız." Dudaklarını dişleyip başını salladı. "Haklısın. Ama çok kalabalık olduğu için kalacak yeri nerede bulacağımızı bilmiyorum."

O sırada gözüme kitap ilişmişti. "Kitapçı," dedim. Merakla bana baktı. "Ne?" "Kitapçı," diye tekrar ettim. "Broun'un buraya geldiğinden bahsetmiştim." Başını salladı. "Bana nereye gittiğini anlatırken buradaki bir kitapçı arkadaşı olduğundan söz etmişti. Belki onu bulursak bir gece için kalmamıza izin verir."

"Tamam harika bir fikir ama, hangi kitapçı? Burada yüzlerce kitapçı olduğuna eminim." Derin bir nefes aldım. "Aslında gerçekten de hangisi olduğunu bilmiyorum. Ama düşünürsek bulabilirmişiz gibime geliyor."

"Ben Broun olsaydım ve buraya gelseydim," diye düşünmeye başlamıştı Ange. "Eski şeyler satan bir kitapçıya girerdim." Parmağını şıklatarak içten içe Ange'yi kutladım. "Antik şifa kitapları satan bir yer bulmamız lazım." Başını sallayarak yanına bıraktığı çantaları tekrar sırtına taktı. "O zaman ne duruyoruz. Gidelim!"

Ejderha ve Kitapkurdu (Fairy Tail GaLe/GajEvy FanFic)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin