''Hey Happy!''
''Hm?"
Dikkatle gökyüzünü izlemeye devam ettim. ''Sence bu bu gece fırtına çıkar mı?''
O da başını kaldırıp, kıstığı gözleriyle dikkatle gökyüzüne baktı. "Hayır, sanmıyorum. Bu zamanlar bu civarda pek yağmur yağmaz."
Ben çöle, bu kurak coğrafyaya yabancıydım. Yıllardır şehirdeydim. Ufak tefek işler yaparak geçinirdim. Teslimat, ticaret yapacak tüccarlara refakat etmek, kaybolan eşyaların peşine düşüp onları geri almak gibi.
Happy'i de dört yıl önce, yine böyle bir işin ortasında bulmuştum. Bir köle pazarında kurtardığım insanların arasındaydı o da. Hatırladığı tek şey birileri tarafından kaçırıldığıydı. O günden beri peşimden bir an olsun ayrılmamış, her nereye gidersem gideyim tek kelime etmeden peşimden gelmişti.
Ve çok geçmeden bu küçük, savunmasız çocukla bir ekip olmuştuk. Artık yolculuklarımda bana eşlik eden bir dostum vardı.
Zengin bir meydan tüccarı, onu büyük meblağlarda dolandırıp kayıplara karışan hırsızları bulmak için üç gün önce tutmuştu bizi. Hazırlıklar yapıldığı gibi dur durak bilmeden hemen yola çıkmış ve bu dolandırıcı bedevi çetesinin peşinden buralara kadar gelmiştik.
Onları çöle kadar takip edecek birinin aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekirdi. Ya da bir şeyin peşinde olması.
Hangisi olduğumuzu az çok tahmin edebilirsiniz.
Çaldıkları bu tonla altının arasında ne zamandan beri aradığım ay taşları vardı. Eğer altınları sağ salim sahibine geri götürebilirsem, ödül olarak onları istemeyi düşünüyordum.
Dört gündür onları takip ediyorduk. Bu col coğrafyasına benden daha alışıklardı, dur durak bilmeden kat ettikleri mesafe benim yürürlüğümün onlarca katı olmalıydı.
Ama böyle kolay pes etmeye niyetim yoktu.
Ama çöle her ne kadar dayanıklı olurlarsa olsunlar, atlarının bu kadar dayanıklı olmadığını ve eninde sonunda bir yerlerde duracaklarını biliyordum.
Ve şimdi bulmamız gereken tek şey, bu mola yerinin nerede olduğuydu.
Elimi gözlerime siper ederek, ileriye odaklandım. Saateledir yürümemize rağmen gördüğüm tek şey uçsuz bucaksız kum tarlalarıydı.
''Happy!" Durup dikkatle bana baktı. Yanına yaklaşıp dikkatle ileriyi gösterdim.
"Ne kadar dayanıklı olurlarsa olsunlar, kimse bu cehennem sıcağına düşündüğü kadar hazırlıklı olamaz. Yakınlarda bir yerlerde durmuş olmalılar."
Şimdi o da durmuş, baktığım tarafı izliyordu. "Ne düşünüyorsun? Sence onları bulabilecek miyiz? Gerçekten de o kadar yakınlar mı?"
''Tabii ki bulacağız!" dedim gülerek saçlarını karıştırırken.
"Sen dünyanın en iyi koku alan arkadaşına sahipsin!''Kumların arasında bata çıka ilerlemeye devam ettik ve önümüzdeki kum tepesini aştığımızda, kasaba birdenbire önümüze çıktı.
O kadar keyifliydim ki saatlerce başımda bir cellat gibi dikilen çöl sıcağı, birdenbire tüm önemini yitirmişti. "Yarım saat sonra buz gibi su içebileceğiz!''
Keyifli kahkalarla tepeden inmeye başladığımızda, bir yandan hırsızlara dair bir iz aramaya devam ediyordum.
Buradan geçtilerse mutlaka burada durmuş olmalıydılar. Mutlaka.
Girişe yaklaştığımda Gözlerimi etrafta dolanıp günlük işlerini yapan tek tük insanda dolaşırdım.bu küçük yerdeki sakinlik çok huzur vericiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejderha ve Kitapkurdu (Fairy Tail GaLe/GajEvy FanFic)
FanfictionBir metal gibi sert acımasız prens Gajeel. Bir melek gibi gittiği her yere şans getiren Levy. Hırsız bir gezgin ve büyük bir görevi olan Natsu. Ailesinde ki tek yıldız ruhu büyücüsü Lucy. Kralın korumalığını üstlenen Binbaşı Erza ve gizliden giz...