Fiziksel acının bir tanımı ve şifası vardı benim gözümde. İnsan, bedenine bir şekilde, güçte olsa şifayı bahşedebiliyordu. Lakin ruhsal sancının ve acının şifası yarayı sızlatan kişiydi. İçsel dünyanızda size bunu yaşatan kişiyi bulsanız, ondan şifa dilenseniz bile bunun sonucu belirsizdi. Benim başıma gelen şey tam olarak buydu.Kız çocukları erkek çocuklarına nazaran daha hassas olurlar. Yaradılışlarından ötürü bu böyledir. Daha duygusal ve daha merhametli olmuşlardır. Bizi korunmayı mecburmuş gibi kılan şey de budur.
Annemin ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmiş olsa da acısı ilk gün ki kadar tazeydi. Benim ilk dostum, ilk arkadaşım ve ilk sırdaşım annemdi. Onu kaybettiğimde neredeyse kör olmuştum. Şu an anlıyordum annemin son doğum günümdeki hareketlerini, yüz ifadelerini... O zaman çocuk aklımla o davranışlarını kavrayamasam da ölümünden sonra ve o'nu gördükten sonra anlamıştım az çok lakin tam nedeninini kavrayamamıştım.
On üç yaşındaki bir kız için annesini kaybetmek, yön duygusunu kaybetmiş bir rehberle eş değerdi. Ne kadar batıl inançlarım olmasa da on üç sayısı benim için uğursuz hale gelmişti. Sınıf listesinde bir anda yirmiden on üçüncü sıraya yükselmem, ilk defa çok çalıştığım bir sınavdan on üç almam, onun beni ziyaret ettiğinde on üç yaşında olmam... Annemin ölümü dünyadaki birçok insanın ölüm şekliyle aynıydı. Alkollü bir sürücünün hakimiyetini kaybetmesi üzerine annem arabanın altında kalmıştı. Zaman bir şekilde bu acıyı götürmeye çalışsa da, ruhum hala on üç yaşına aitti.
''Annemizi kaybettiğimiz yaşa.''diyerek destekledi beni iç sesim. ''Onun öldüğü gün, biz sonsuzluğa mahkum edildik. Bize biçilen kefen budur.''
İç sesler zaman zaman haklı olabilirdi. Annemin ölümü sadece bizleri üzmemişti. Arkadaş çevresi bakımdan da çok sevilen ve aynı zamanda takdir edilen, başarılara doymayan bir kadındı. Çok iyi sır saklar, arkadaşlarına her konuda yardımcı olurdu. Bazenleri annemin arkadaşları eşleri ile kavga ettiğinde bize gelir, annem evimizi onlara olabildiğince açarak dertlerine derman bulmayı umardı.
''Çıkıyorum ben baba. Yemekler dolapta,ısıtır yersin.'' dedim ve ardıma bakmadan kapıyı kapattım. Annem gittiğinde, babamı da götürmüştü. Babam araftaydı. Ruhu annemin yanında, bedeni ise dünyaya hapsolmuş halde benim yanımdaydı. İmrenilen baba-kız ilişkimiz zedelenmiş, gün geçtikçe küflenmeye başlamıştı. Babama ulaşmayı denedikçe aramıza tuğlalar koymaya başladı. Her sabah mutluluk ile işine giden adam, artık keder içinde gidiyordu. Bir kez yapılan bir seçim, neredeyse bir gecede ailemin yok olmasının nedeniydi.
Şu an tam olarak yirmi bir yaşına yeni basmış sayılırım. Yani birkaç ay önce yirmi bir yaşına girdim. Ergenlik adı verilen o dönemde çok ciddi sıkıntılarım oldu. Birçok şey yaşadım lakin sorunlarımı paylaşacağım bir annem olmadı. Her zaman yanınızda olan birini hiç beklemediğiniz bir an kaybetmek, yaşamınızı sağlayan damarlardan birinin kopması gibiydi. O sıralar üniversite sınavına hazırlanmam biraz da olsa kafamı dağıtıyor, asıl acımın ne olduğunu unutturuyordu.
Şu an ise özel bir üniversitede burslu olarak okuyan, tarih bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Annemin acısını bir kenara koymuş, canımı dişime takıp çalışmıştım. Okumayı ve yorumlamayı çok severdim ama kendimi edebiyata ait hissetmiyordum. Sayısal puanım gayet iyi olmasına rağmen sözelden tercih yapmıştım. Bu sınav sürecimde en çok yanımda olan ve beni daima koruyan kesinlikle oydu. Gösterdiği ilgi, çaba ve sabır... Ne zaman bunalsam, ne zaman odam üstüme üstüme geliyor gibi olsa, bir şekilde dikkatimi dağıtıp iyi hissetmemi sağlıyordu. Bu yaptıklarını göz ardı etmem neredeyse imkansızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kirya
Fantasía''Bir zebaniye kendini kaptırıp, cennetten muaf olan kızın hikayesi. Janseli'nin.'' *Kurgu ilk kez 2016 yılında yazılmaya başlanmış, daha sonrasında tekrardan yazılmaya başlanmıştır. Kurgusu şuan tekrardan d...