18.Bölüm**
Güzel bir Cumartesi sabahı gözlerimi güzel güne açıp karın guruldama sesiyle yataktan indim. Ağzımı iki metre onbeş santim açmış esnerken banyoya giriş yapmıştım bile. Geride bıraktığım yatağımda adonis heykeli
gibi yatan kocama bakma arzum hat safhalarda dolaşıyor olsa da nefsime ve kendime hakim olup tekrar yanına sıvışma güdüme gem vurdum. Sabah duşumu aldıktan sonra sıcak yazın son günlerinde serin serin evde
dolaşmak gibisi yoktur. Islak saçlarımı hafifçe kurulayıp aynada kendime kocaman bir gülümseme gönderdikten sonra sevgili,biricik,birtanecikkayınvalideme kalmadan odadan dışarı kendimi atıverdim. Saat sekiz civarıydı
sanırsam ve kuş sesleri güneş ışığının salonu aydınlatması üzerine bir de ben o ışıl ışıl halimle merdivenlerden hoplaya zıplaya indim. Hava bugün harikaydı, bunu kesinlikle değerlendirmeliyiz ki yakında teslim zamanlarım
başlayacak ve ben oksijenden bile mahrum kalacağım neredeyse..
Türk usülü kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa koşuşturup bahçeye açılan kapıyı ittirerek temiz havayı içime çektim. Kalabalık ve karbondioksit dolu Seul ' ün havası hiç bu kadar temiz gelmemişti bana doğrusu. Bir süre kadar olduğum
yerde dikildikten sonra omuz silkip içeri girdim. Yapacak işlerim var sonuçta.. İlk kahvaltımı hazırlamak gibi.
Buzdolabının kapağını açmam buz gibi hava yüzüme esiverdi, bana yardımı olan malzemeleri bir bir dışarı çıkarırken domatesi, salatalığı ne kadar özlediğimi farkettim ah o domatesin bahçe kokusu.. bıktım canım Kore kahvaltısından, hayır
kahvaltıyı bırak akşam yemeği yiyoruz bildiğin..
Masayı yavaş yavaş donatmaya başlamamla üst katta kapı sesleri de işitmeye başlamıştım. Kızarmış ekmekleri, makinenin uyarı sesiyle kendime gelip almaya koşturdum, yerine yenilerini yerleştirip aldıklarımı masaya getirdiğimde bir cırlamayla
yerimde sıçradım.
"bizim kızımız neler hazırlamış neler, bak sen.!" sevecenlikle konuşan kayınvalideme sıcacık gülümseyip hoplayarak yanına gittim. Hızlıca kolumu koluna geçirip masaya doğru çekiştirdikten sonra havayı abartılı bir şekilde içime çektim ve beklenti
dolu ifademle kayınvalideme bakıp konuşmaya başladım.
"Nasıl HaNeul teyze beğendin mi? Kore usülü olmasa da seversiniz umarım."
yüzümün yarısını kaplayacak şekilde ki gülümsememe karşılık verip bana sarıldı, Se-omonim.
"canım benim sonunda bizim evin kızı gibi hissettiğine o kadar memnun oldum ki." sarılmanın etkisiyle birazcık şaşırmış olsamda sözcükleri içimi ısıtmakla kalmamış kollarımla çevresine dolamıştım bile. Haklıydı,sonunda kendimi evli gibi,aşık gibi
hissediyordum. Herşey yolunda gibiydi ama yine de bir yerlerde birşeyin eksik olduğunu hissediyordum. Tam anlamıyla evli değildik yine ayrılık lafı vardı iki konuşmamızın birinde. Ayrılığın düşüncesi bile içimi acıtırken gerçeği kim bilir
ne kadar kötü olurdu. Gayriihtiyari yüzümü buruşturdum, o anı düşünmek bile istemiyorum.
Yavaşça ayrıldığım kolların sahibi kaynamama gülümseyerek baktım, aklımdakileri okumuşcasına gözlerime bakıp elini saçımda
"Ayrılmazsınız umarım hiç, böyle o kadar güzelsiniz ki"
gözlerim söyledikleriyle iri iri açmış nereden anladığını yüzünden çözmeye çalışıyordum ki Joon amca merdivenlerde görüldü. Hemen toparlanıp ona doğru dönmüş, bakışlarımı da normal haline getirmiştim. Joon amca da gördüğü sofrayla ilk önce HaNeul teyzeye
sonrada bana bakıp ıslık çaldı inceden...
"bu sofra güzel gelinimin eseri mi acaba?" dedi kolunu omzuma atıp beni de kendiyle beraber masaya doğru çekti ve salatalıktan bir dilim ağzına götürdü. Ayran budalası gibi sırıtarak kayınpederime baktım, yüzündeki babacan tavrı arasanız bulamazsınız. Sevimli
bir şekilde sırıttı, başımı eğip saçlarıma küçük bir öpücük kondurdu. Baba deyip kollarına atılmamak için kendimi zor tuttum yani o derece... Utançla kıkırdadım.
"nasıl derslerin yerimi sana devredebilirim değil mi?"
ciddi haline dönmüş masanın baş tarafına kurulmuştu bile. Çatalıyla tekrar salatalıktan bir dilim alırken benden de cevap bekliyordu. Elimi sandalyenin baş tarafına dayayıp hazırladığım kahvaltıdan atıştırmasını zevkle izledim.
"evet gayet iyi, teslim zamanım yaklaşıyor. Bu Şubat'ta mezun oluyorum ortalamam da yüksek, size layık olmaya çalışıyorum Joon amca" dedim şımarıkça.. Ne de olsa biricik gelinleriyim öyle değil mi?
gülümseyerek başını eğdi ve masaya yeni oturan Haneul teyzeye baktı, memnun bir ifadeyle sandalyesine yerleşmiş ginseng çayını yudumlamaya başlamıştı bile.
"öhöhö fazlaca gülüyorsun bakıyorum." sesiyle odama güneş getiren kişiye dönüp heyecanla gülümsedim. Büyüklerimizin yanında olduğum aklıma gelene kadar öylece durdum sanırım bir iki saniyeydi, yani umarım. Hemen toparlanıp umarsızca sandalyeme oturdum ve çatalım
la daha oturur oturmaz taarruza geçtim, domatese karşı.
"gülümsememde bir sakınca mı var?"
yanyan ona baacaktım ki baktığım yerde bulamadım, kaşlarımı çatıp diğer tarafıma dönmemle yanımdaki sandalyeye çoktan yerleşmiş olduğunu gördüm. Ukala gülümsemesiyle yüzüme bakarken kalbim yarış atı misali sol kulvardan geliyor, birincilik kürsüsüne oturmak için hırsla
koşuyordu. Gülüşüne saf bir teslimiyetle kapılıyordum nerdeyse, Allah tan son anda başımı çevirmeyi akıl edebildim. Yorulmuş gibi hızlı ve kesik nefesler alıyordum, bunun farkında olarak ufak bir kahkaha attı. Ve kahvaltının geri kalanında tek bir kelime dahi etmedim.
Vücudumda dolaşan aşk iksiri onun üzerine atlamama yol açabilirdi yoksa..
Masayı hızla toparlayıp, bahçede biraz oturdum zira hava bugün çok hoştu ve kaybettiğim her dakikası içime dert oluyord, bu yüzdendir ki merdivenlerden hızla çıkıp odama yürüdüm.. En yakın arkadaşımla buluşup gezmek sonra etraftaki yakışıklıları kesip doyasıya gülmek için
harika bir gündü.YoonSoo'yla buluşma ayarlamak için konuştuktan sonra telefonumu kapatıp derin bir oh çektim. YoonSoo'yu sevgilisi Chan'den ayırmak ne zormuş ya, kız yedi yirmidört evliçiftler gibi onunla.. neyseki saat 4 e kadar beraberiz de ondan sonra nere isterse oraya
gitsin.
Dipdibe dolaşırken ne zevk alıyorlar acaba, hayır evli olsalar yapışık ikiz gibi takılacaklar demekki hayret birşey yani.. gülerek gözlerimi deviriyordum ki belimde bir el hissetmemle yerimde zıplayıp çığlığı bastım. Arkamı dönmemle Jonghyun'la burun buruna gelmiştim, başını eğip
dudaklarımdan bir öpücük çaldı.
"YoonSoo'yla mı buluşacaksınız?"
gözlerimi kapatmış öpüşünün tadını çıkarıyordum ki birden geri çekilmesiyle memnunsuz bir ses çıkardım. Gözlerimi açmak istemiyordum, ellerimi beline dolayıp başımla onu onayladım. Sağ elini yüzümün yanına yaslamış başparmağıyla gözlerimin altında hayali bir çizgi çiziyordu. Kedi gibi
kıvrılıp göğsünde uyumamak için üstün bir çaba sarfetmem gerekmişti.
"ben de plan yapmıştım ama keşke sorsaydın?" gözlerimi dehşetle açıp yüzünde kızgınlık emaresi aradım. Ama sadece gördüğüm hayalkırıklığıydı..
"be..ben bilmiyordum üzgünüm.. hiç aklıma gelmedi."
onla bütün bir gün gezip eğlenmek ne kadar güzel olurdu kimbilir? Ah ama ben YoonSoo dan başka gezi arkadaşı düşünemediğim için Jonghyun'u hatırlayamamıştım bile.Lanet olsun! alışmam gerekiyor artık iki kişilik hayatım olduğuna ama nerde, ben ve alışmak ahh ahh.. Umarım birgün.
Pamuk şeker yiyipte lunaparka da gidermiydik acaba?
ıyy ne diyorum ben ya,iyice aptal romantik aşıklara bağladım, öff. Aklım nerede benim, Alo 911.
"tamam tamam sonra artık ne yapalım, söz sözdür."
gamzelerini ortaya çıkarıp sırıtmasıyla moralim yerine gelmişti. Şımarıkça sırıtarak ona baktım..
"Sende Chan'le takılabilirsin..YoonSoo da onu ekmişti benim yüzümden. Hem biz 4 gibi ayrılacağız,Chan YoonSoo yu almaya gelecek. Sende beni alırsın olmaz mı?" birde dudak büzsem tam ergen kızları gibi olacaktım. ah birde yerimde zıplarsam ooh tam olacaktı.
tek gözünü kısarak düşünme moduna girdi. Aklından neler geçiyordu kim bilir..
" tamam 4 gibi almaya gelirim seni.. oradan da biraz sonra gezeriz."
"tamam harika" işte şimdi yerimde zıplamaya başlamıştım. Onla ilk defa tek başımıza dışarı çıkacaktık, öyle mutluydum ki.. Uzanıp yanağına kocaman bir öpücük konduruyordum ki uzun uzun, telefonumun çalmasıyla geri çekildim. Çapkın sırıtan yüzüne zorla arkamı dönerek telefonu açtım.
"alo?"
hırıltılı bir ses ardından öksürük sesi duydum.
"Alo, kimsiniz?" tedirgin olmaya başlamıştım, Jonghyun'un endişelenmiş ve sinirlenmiş aurasını arkamda hissedebiliyordum.
"SeNa?"
"evet, benim."
"benim nişanlın." kim?
"Ne?"
dııt dııt dıtt..
kapanan telefona boş boş bakıyordum ki elimden kayıp gittiğini sonradan farkedebildim.
"kimdi?"
Jonghyun'un sesi kızgındı. Ben ne yaptım sani?
"Nişanlın dedi kapattı.." kızaran yüzüne bir süre baktıktan sonra yutkundum. "sence o olabilir mi?"
Telefonumu hırsla yatağa atıp, gözlerini de ona dikti. Bana döndüğünde bakışları buz gibiydi.
"Başka nişanlın yoksa.. odur."
hızla banyoya gidip kapıyı arkasından çarparken öylece bakakalmıştım, ne demek istemişti. Beni mi suçluyordu yani. Allah'ım bende ne güzel bir gün diyordum.Hızla yatağa oturup başımı ellerimin arasına aldım.Kahretsin!! Neden bir iyi şey olunca iki kötü şey olmak zorunda ki..
İlla ki şüphe doğuracak bir şey olmak zorunda mı?
Kalbim korkuyla çarpıyordu, Ya ayrılırsak? O saniye banyo kapısı açıldı. Jonghyun odaya girerken başımı ellerimin arasından kaldırıp yüzüne baktım. Benden tarafa bakmıyordu. Giyinme odasına girdi hemen.. ardından gidip konuşmaya cesaret bulamadım kendimde. O kadar korkaktım
işte. Usulca odada onun gelmesini bekledim.Ellerim titremeye başlamıştı, ya beni suçluyorsa..
Odaya ayaklarını yere vura vura girip bana bakmadan kendi komodinin olduğu tarafa gitti. Ona doğru dönmeden konuşmaya başladım.
"bana kızgın mısın?"
Son bir cesaretle arkamı dönüp yüzüne baktım. Bakışlarıyla üzerimde delik açmaya niyetliydi anlaşılan.
"bugün dışarı çıkmayacaksın.."
sorduğum şey bu değildi ama benim, bir dakika... Ne? Hızla ayağa kalkıp karşısına dikildim. Aramızda koca bir yatak vardı.
"ne dediğinin farkında mısın sen?"
sesimde artık en ufak bir korku yoktu. Saçmalamaya başlıyordu çünkü..
Cüzdanını ve telefonunu eline alıp arabanın anahtarını da çekmeceden gürültülü bir şekilde aldıktan sonra tekrar bana baktı.
"Evet, farkındayım. Dışarı çıkmanı istemiyorum. Randevunu iptal et. Ben Chan'le konuşurum.."
yatağın çevresinden dolanıyordu ki hızlı davranıp önüne geçtim ve kolundan tutup bana bakmasını sağladım.
"Jonghyun kendine gel, bana böyle emir veremezsin. Sen gezerken ben ev hapsi yaşamayacağım kaldı ki sözünü dinleyeceğim de muamma."
elini hızla çekip bu sefer o kolumu sıkıca tuttu.
"senden şüphe duymamı mı istiyorsun SeNa, neden bu kadar ısrarcısın.."
gözlerime yaşlar dolarken nefesimi tutup gözlerine baktım. Kalbim hızla atıyordu yine ancak bu sefer heyecandan değil korkudan.
"çok acımasızsın biliyor musun? Benden şüphelenmeyi zaten kafana koymuşsan seni kararından döndüremem.Ne yapsam da dönmeyeceksin. Ama beni engelleyemezsin, İstediğim yere gider istediğim zaman dışarı çıkarım. Eğer işine gelmiyorsa benden ayrılabilirsin, önünde sonunda olacak şey
bu ne de olsa."
gözlerini iri iri açıp kolumu bıraktı.
"saçmalıyorsun ne söylediğinin farkında mısın?"
"ya sen beni eve tıkmaya çalışıyorsun Jonghyun, sen ne yaptığının farkındamısın? Her olayda beni böyle suçlayıp eve mi kapatacaksın, bu kadar mı güven veriyorum sana, eğer böyleyse.." birden kolumdan tutup beni kendine çekti. Elindeki herşey bir bir yere düşerken o beni tutuyordu.
Hıçkırıklarıma engel olamadan ağzımdan çıkıyor, giderek ağlayan sesim artıyordu.
"şşşt.. tamam özür dilerim. Sana güveniyorum, sadece kafamda birden sana birşey olduğunu kurguladım ölesiye korktum. Evden çıkmanı yasaklamak daha iyi bir fikir gibi geldi. Sana güvenmediğimden değil, ağlama ne olur."
benden şüphelenmemiş,Allah ım çok teşekkür ederim.Benden umudunu kesmemiş. Gözyaşlarım arasında burnumu çekip aynı zamanda da sırıtmaya çalışıyordum.Hiçbirşey söylemeden başımı omzuna gömüp kokusunu içime çektim. Ayrılık lafı bile kalbime bir tür öküz oturtuyordu ben senin kokun olmadan
nasıl yaşayacağım söyler misin?
bölüm sonu, beğenmenizi umuyorummetricޖǸ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORKAK AŞIK
Fiksi UmumYENI HIKAYEM 'GUZ GÜNEŞI'NE BAKMANIZI ÖNERİRİM, SEVGILI OKUYUCULARIM. YENI HIKAYE, YENI HAYATLAR VE YENI OLAYLAR. VIRA BISMILLAH O ZAMAN. "Beni delirtiyorsun Sena!" "özellikle yapmıyorum" dedim ödüllük performansımla.. " sebeplerim vardı, sebebim v...