Buluşma

116 9 15
                                    


Her sabahki gibi pencerenin kenarındaki yatakta uyanmıştım.
İçimde bilinmez bir his, anlaşılmayı bekleyen şeyler vardı. Sıkıntımın sebebi beklemekti. Peki neyi bekliyorum ben? Kafamdakileri gerçekleştirmeyi mi? Ama her gün önüme çıkan engellere takılıp tökezlemek ve yeniden sadece kendi çabamla kalkmaya çalışmak yoruyordu.

Öldüğümü sanan biriyle kendim hakkında konuşmak tuhaf hissettirmişti. Barışın öldüğüme bu kadar üzüldüğü bilmememle beraber hiçte düşünmemiştim bile. Dün beni kaybetmesiyle ilgili diğer yarımı kaybetmişim sanki demesi bana ne kadar çok değer verdiğinin kanıtıydı. Aslında ben de ondan farksız değildim. Çocukken olmayan kardeşimin yerine koyuyordum onu. Çok seviyordum.
Ama zaman o kadar küstah ki, avuçlarının içerisinden akıp giderken sana ait olanları habersizce alır ve götürür. Sonra dalga geçer gibi önüne seriverir bütün çaldıklarını ama geç kalmışsındır. Uzatırsın elini yetişemezsin, senlikten çıkmıştır sana ait olanlar. Barış'la bizim durumumuz da böyleydi. Şimdi istesemde onunla eskisi gibi olmazdık. Yaşanmışlıklar buna izin vermezdi. Asla hiç bir şey bana olanları unutturamazdı. İmkansızdı.

Ege uyanmadan erkenden  kahvaltı etmeye aşağı indim. Merdivenleri inerken Barışta yukarı çıkıyordu.
Üstündeki spor kıyafetlerden, saçlarındaki hafif nemli görüntüden, yürüyüşden geldiği belli oluyordu.

Dünkü konuşmamızdan sonra ona karşı duygularım değiştiği  için samimi bir şekilde
"Günaydın." dedim.

Düğümlenmiş kulaklıklarını çözmeğe çalışırken yarım ağızla
"Günaydın." diye karşılık vermişti.

Zehra ablanın yaptığı peynirli poğçalara kendimi kaptırdığım için Egeyi unutup baya yemiştim.
Yukarı çıktığımda gelen ağlama seslerini duyunca hemen Egenin odasına koştum. Uyanmıştı.
İçeri girdiğimde Barışı görünce hem şaşırıp hem de gülmeye başlamıştım. Ege kucağında susturmaya çalışıyordu. Tabi ne kadar beceriyordu orası tartışılırdı ama gerçekten çok sevimli bir görüntüydü.
Egeyi Barıştan alıp susturmaya çalıştığımda hâlâ az önce olanlara gülüyordum.

Barış tatlı bir sinirle
"Ne gülüyorsun ya?" dediğinde ciddileşmeye çalışıp
"E komik." dedim.

Kendini savunma adına
"Burada olsaydın da - " demeye çalıştığımda sözünü keserek
"Hemen iğnelemesen? Biraz işim vardı işte." dedim.

"İş mi? Çok merak ettim ne işin ola bilir senin?"

"Bu saatte bir insan ne yapar sence? Kahvaltı ediyordum."

"Öyle desene ya. Erken bile gelmişsin."

Çok yiyorsun demeye getiriyordu. Apaçık söylemişti de.

"Sensin açgözlü."

"Açgözlü değil de boğazına düşkün diyelim."

"Sen kendine bak."

Eliyle vücudunu göstererek
"Ne olmuş bana? Çok yesem böyle bir vücuda sahip olmazdım herhalde." dedi.

Yine ego. Ama bu sefer ego yapmakta haklıydı. Gerçekten de vücudu harikaydı.

"Benden söylemesi o poğçalara sen de dayanamazdın."

"Kendinle karıştırma." dedikten sonra çıkmıştı.

Ege hâlâ ağlamaya devam ediyordu. Karnı açtı. Onu beşiyine yatırıp, mamasını
hazırlamak için mutfağa indiğimde Barışta elinde poğça mutfaktan çıkıyordu.

Gülerek
"Şimdi anladım, poğçalar sana kalmaz diye korkuyormuşsun sen." dedim.

Hazır cevaplılıkla
"Doyumluk değil tadımlık bu." dedi.

İntikam ZamanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin