Ege'yle ilgilenirken Pınar'ın aramasıyla bıkkın bir şekilde telefonu açtım. Yine talimatlarını yağdırıp kapatmıştı. Ne yaparsan Sibel hanıma sormadan yapma demişti. Kendisi gitti diye seviniyordum ama daha beterini bırakmıştı başıma. Hava güzel diye Ege'yi bahçeye çıkaracaktım ama o kadına sormam gerekiyordu. Muhtemelen Sibel hanıma sormadan çıkarsam kızardı.Sibel hanımın odasına gittiğimde içime bir sıkıntı çökmüştü. Burası aynı zamanda o adamında odasıydı ve oraya girmeyi hiç istemiyordum. Kapının önünde bir anlık duraksasam da yine de kapıyı tıklattım. Ses gelmemişti. Herhalde duymamıştı. Biraz daha sesli çalarak içeri girdim. Gözlerim Sibel hanımı ararken yerde nefes nefese kalmış Ali Erdeni gördüğümde ağzı açık bir şekilde baka kalmıştım. Ne olmuştu böyle? Şeker hastası olduğunu duymuştum. Bu yüzden miydi? Aslında böyle bırakıp gidersem öle bilirdi. Ama bilinci açıktı eğer benden sonra biri gelirse kurtulurdu ve benim için kötü olurdu.
Hemen yanına koşarak
"Neyiniz var?" diye sordum.Zorlanarak
"İ...İla-cımı ver." dedi."İnsulin mi? Nerde?"
Bakışlarıyla yatağın solundaki çekmeceyi göstererek
"Çe...Çekmecede." dedi.Çekmeceden ilaçları çıkarırken bir yandan da kararsızlık içindeydim. Ne yapıyordum ben? Ailemi öldüren adamın hayatını mı kurtaracaktım? Bunu yapmam annemle babama ihanetti. Ama böyle rahat bir ölüm onun için kurtuluştan başka bir şey değildi. Buraya intikam almak için gelmiştim. Ona acı çektirmek için. Şimdi benden kurtulamazdı. Ona bu iyiliği yapmayacaktım. Bu yüzden de hemen insulini hazırlayıp yanına gittim. Kol düğmesini açtıktan sonra gömleğinin kolunu sıyırdım. Teyzem de diyabet olduğu için ne yapılması gerektiğini biliyordum. İnsulini koluna enjekte ettikten bir kaç saniye bekleyip iğneyi çıkardım. Kendine gelmiş gibiydi ama yine de bilinci bulanıktı.
Ayağa kalkmasına yardım edip kolunu omzuma geçirerek
"Yaslanın bana." dedim.Yatağa yatırdıktan sonra evdekilere haber vermek için hemen aşağı indim. Sibel hanım salonda kahve içiyordu. Endişelendirmemek için temkinli bir şekilde dururumu ona söyledikten sonra telaşla yukarı koşmuştu. Ali Erdeni hastahaneye götürmüştüler. Evde kimse kalmamıştı.
Ege'yi yatırdıktan sonra odama geçmiştim. Kitap okuyarak vakit geçirmeye çalışsam da okuduklarımdan bir şey anlamıyordum. Aklım sadece az önce olanlardaydı. Doğru mu yapmıştım? Kendimi bir türlü buna ikna edemiyordum. İç sesim sürekli bıraksaydın da ölseydi diyordu. Onu ölüme terk etseydim bundan gram pişmanlık duymazdım. Ama bu kadar çabuk olmazdı. Ona acı çektirmeden, onunla yüzleşmeden olmazdı.
Akşam araba seslerinden geldiklerini anlamıştım. Pencereden baktığımda Ali Erden gayet iyi görünüyordu. Yardımsız yürüye biliyordu. Barışta onlarla birlikteydi. Onu bu saatlerde evde görmek imkansızdı. Ama tabi söz konusu babasının sağlığı olunca bu çok normaldi. Haraketlerinden baya tedirgin olduğu belliydi.
Sabah uyandığımda zar zor açılan gözlerimi ovuşturarak kalkmıştım. Kısa bir duşun ardından hazırlanmaya başladım. Önü siyah desenli beyaz tişört ve yüksek bel kot giyinmiştim. Saçlarımı pek özenli sayılmayan bir atkuyruğu yaptıktan sonra çok hafif makyaj yapmıştım. Bu arada telefonum çalınca Timuçinin aradığını tahmin etmiştim. Her güne onun sesiyle başlamak bütün enerjimi bitiriyordu. Mecburi bir konuşmadan sonra nihayet diyerek kapatmıştım. Odadan çıkarken Nehir bana doğru geliyordu.
Samimi bir gülümsemeyle
"Günaydın." dediğinde aynı şekilde karşılık verdim."Deniz, Ali bey seni çağırıyor. Çalışma odasında."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Zamanı
ChickLitUmutları, hayalleri yıkılmış, çocukluğu elinden alınmış ve intikam ateşiyle yanan biri ne kadar tehlikeli ola bilir? Dünyada en tehlikeli insan kaybedecek bir şeyi olmayan insandır derler. Ela da öyleydi. Kaybedecek bir şeyi yoktu, canından başka...