Alarmın o sinir bozucu sesini duyduğumda zorla göz kapaklarımı açmaya çalıştım. Gözümü açmamla dün olanlar da aklıma dolmuştu. Barışın kırıcı sözleri çok incitmişti. Eski güzel anılarımızı hatırlayınca, o ağır sözleri daha da canımı yakıyordu. Aslında insan yaşadığı iyi şeyler kadar kötü şeylere de sahip çıkabilmeli. İyi şeyler kadar kötü şeyler de bir şeyler katmaz mı insana? Kötüler de bizi biz yapmaz mı? Zaten istesen de anılarını ne bir rafa kaldıra bilir, ne de bir çekmeceye sığdıramazsın ki. Hep kalbinin bir köşesinde durur. Her zaman hatırlamasan da asla unutmazsın. Unutamazsın.Her kes evde olsa da gün sakin geçmişti. Sakinliğin sebebi kimsenin benimle muhattap olmamasıydı aslında. Evet Barışın da söylediği gibi sıradan bir çalışan olduğum için böyleydi. Bu evde beni takan sadece Barıştı, şimdi o da beni görmezden geliyordu. Bugün bir kere karşılaşmıştık onda da selam bile vermemişti, umursamamıştı. Doğrusu ben de onu pek umursamıyordum artık. Verdiğim değeri haketmediğini kendisi ıspatlamıştı. Buna üzelecek vaktim de yoktu zaten, bundan sonra bir tek planıma odaklanmam gerekiyordu. Yarın ne yapacağımla ilgili düşünmek için bol zamanım olacaktı. Bu iyiydi ama yarın ona gitmeyeceğimi Tuna'ya söylemem gerekiyordu.
Timuçine, onu gördüğüm güne lanet ederek aramıştım Tuna'yı.
Açtığında
"Naber? Nasılsın?" diye sordum."İyi. Sen?" dediğinde konuya nasıl gireceğimi bilmediğim için
"İyi." diye cevap verdim.Tedirginlikle dudaklarımı kemirirken kısa bir sessizlik olmuştu.
Tuna sessizliği bozarak
"Ee nasıl gidiyor?" dedi."A şey aslında pek iyi değil ya."
"Noldu?"
"Ege hastalandı."
Kahretsin ki ona yalan söylemek zorundaydım.
Endişeyle
"Çok üzüldüm, küçük bebek hem de. Nesi var?" dedi.Aklıma gelen ilk bahaneyi söyleyerek
"Çocuk işte. Bu mevsimde ola biliyo böyle şeyler. Yarın burada kalmam gerekecek, onu söylemek için aramıştım bende."
dedim."Ha tabii ki. İnşallah çabuk düzelir."
Biraz konuştuktan sonra kapatmıştım.
Tuna'yı o kadar çok seviyorum ki, şu an yalan söylediğim için vicdan azabı çekiyordum. Hayatımda en çok değer verdiğim insanı kandırmak zorunda bıraktığı için Timuçinden bir kez daha nefret ettim.
Uykusuz bir gecenin ardından erkenden uyanmıştım. Hemen kalkıp banyoya gittikten sonra hazırlanmaya başladım.
Timuçinin iltifatlarını duymamak için salaş bir şeyler giyinecektim. Sade kotumun üstüne kolsuz mavi bir tişört giyindim. Makyajsız ve dağınık halde çıkmıştım.Timuçin'le mecburi sohbet etmek zorunda olduğum biraz uzun bir yolculuktan sonra araba bir rezidansın önünde durmuştu. Ayaklarım geri geri gitsede yine de eve gitmiştik. İçeri girince ilk göze çarpan gül kurusu renginde yastıklarla süslenmiş, önünde dikdörtgen sehpa olan büyük, lacivert koltuktu. Krem rengi ahşap masa, onun arkasındaki zarif ayna ve bütün eşyalar modern bir şekilde dekore edilmişti. Bütün duvarı kaplayan cam pencerelerden görünen manzaraysa muhteşemdi.
Birlikte kahvaltı ettikten sonra
"Ben biraz uykusuzum, uyusam kusura bakmazsın değil mi?" dedim."Ne kusuru, hadi gel ben sana yatak odasını göstereyim."
Kendimi yatağa attığımda kapanmak üzere olan gözlerim uykuya teslim olmuştu.
Uyandığımda boş bakışlarla etrafıma bakarken yatağın başucunda Timuçini gördüm. Ne işi vardı burda?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Zamanı
ChickLitUmutları, hayalleri yıkılmış, çocukluğu elinden alınmış ve intikam ateşiyle yanan biri ne kadar tehlikeli ola bilir? Dünyada en tehlikeli insan kaybedecek bir şeyi olmayan insandır derler. Ela da öyleydi. Kaybedecek bir şeyi yoktu, canından başka...