Sanki birileri durmadan dünyayı ayaklarımın altından alıp uzayın o iğne atsanız yere düşmez tenhalığında bir başıma bırakıyordu beni. Günden güne Azrail ruhumu zimmetine geçiriyordu. Her an biraz daha.
Koca bir çaresizlik içinde çırpınıyordum. Zifiri mutsuzluğun esiri olmuştum. Umutların karanlığa bulandığında, yalnızlığa kucak açtığında geriye ne kalıyor ki hayatta?Bir kuş olup kanatsız kalmak kadar zorken hayatı kovalamak, ben en başından yenilmiştim. Hayat nedir, niye böyle gibi sorularla aklım karmakarışıktı bu aralar. Sorguladığım tek şey buyken ta içimde hissettiğim bir şey var, bitkinlik! Tükendiğimi hissediyordum. En önemlisiyse bu bitmişlik hissinin ne kadar süreceğini bilmiyordum. Ne ilk ne de son bu, yine belirsizlik. Tek bildiğim uçurumlardan inşa edilmiş bu hayatın içinde mutsuz hem de çok mutsuz bir insanım...
Telefonumun kulak tırmalayıcı melodisi uykumu bölmüştü. Sabah sabah kim arıyordu böyle? Takatsiz bir şekilde yatakta doğrularak telefona baktığımda Timuçin yazısını görünce göz devirerek açtım.
"Günaydın, sevgilim." dediğinde
"Günaydın." diye karşılık verdim."Ee ne yapıyorsun?"
"Hiç. Sen arayınca uyandım, şimdi."
"İyi ki aramışım o zaman. Saaten haberin var mı? Bu kadar uyumak zarar."
Bunu söylerken gülme sesini duymuştum."Eh, insan bütün boş boş oturunca, ne yapsın?"
Yine takmadan
"Neyse, kalk artık. Öğlen oldu nerdeyse bir şeyler ye. Ben sonra ararım." dedi.Çokta düşünürmüş beni.
"Tamam." diyerek kapatmıştım.
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hemen giyinmiştim. Bugün yalıya gitmem gerekiyordu. Bir şeyler atıştırarak çıkmıştım. Günler sonra ilk kez oraya gidiyordum. Bodrum'dan dönmüşler miydi acaba? Dün Nehir'e sormayı unutmuştum. Keşke dönselerdi. Ege'yi görmek istiyordum. Onu çok özlemiştim.
Bensiz ne yapmıştır acaba? Yokluğumu anlamış mıydı? Çoktan unutmuştur belki de. İşe başladığımda ona böylesine bağlanacağıma ihtimal bile vermiyordum. O pisliğin kanını taşıdığı halde onu sevmem garipti.Yalıya geldiğimde Nehir açmıştı kapıyı. Bayadır görüşmediğimiz için hasret gidermiştik. Bu evde bana çok yardımcı olmuştu. Gerçekten iyi kalpli bir kızdı. Pınar'ların döndüğünü öğrendiyimde sevinmiştim. Sibel hanım ve Pınar'la merhabalaştıktan sonra Ege'nin odasına gitmiştim. Yeni bakıcı işe başlamıştı. Adı Damla'ydı. Ege'le başka birinin ilgilendiğini görmek buruk hissetmeme neden olmuştu. Nedensiz bir sahiplenmenin verdiği şefkatle Damla'ya Ege'ye iyi bakmasıyla ilgili telkinlerde bulunmuştum.
Neyin nesiydi bu duygu bilmesem de dillendirme ihtiyacı duymuştum.Eşyalarımı alıp, mutfakta Nehir ve Zehra ablayla biraz muhabbet etdikten sonra çıkmıştım. Evet bu eve son gelişimdi. Ali Erden'le aynı evde kalmayacak olmam güzeldi aslında. Ama uzaktan ona ne yapa bilirdim ki? Hep ertelemek zorunda kalsam da mutlaka bir plan yapmalıydım artık.
Dışarı çıkarken bahçede Barış'ın arabasının geldiyini görmemle durmuştum. İndiyinde yanıma gelmişti.
Tebessüm ederek
"Merhaba." dediğimde aynı şekilde karşılık verdi."Döndün mü yoksa?"
Elimdeki çantayı göstererek
"Bir kaç eşyam kalmıştı onları almaya gelmiştim." espiriyle
"Ne o özledin mi yoksa beni?" dedim."Evde bir baş belası aramıyor değilim."
O da espiriyle yanıtlamıştı."Hmm."
Dikkatle yüzüme bakarak
"Durgun görünüyorsun. Noldu? Bir sorun yoktur umarım." dediğinde iyi görünmeye çalışarak
"Yok. İyiyim." dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Zamanı
ChickLitUmutları, hayalleri yıkılmış, çocukluğu elinden alınmış ve intikam ateşiyle yanan biri ne kadar tehlikeli ola bilir? Dünyada en tehlikeli insan kaybedecek bir şeyi olmayan insandır derler. Ela da öyleydi. Kaybedecek bir şeyi yoktu, canından başka...