Yine yabancısı olduğum bu evdeydim. Burada olmaktan nefret etsem de sevdiğim tek şey manzarasıydı. Şarap ve bir kadeh alarak pencerenin önünde oturmuştum. Şehrin ışıkları geceyi ihtişamlı kılarken kalabalık göz yorucuydu. Gece bile olsa hayat durmuyordu. Evleri, arabaları izlerken içlerindeki insanları düşünmeden edemiyordum. Kim bilir onların ne dertleri ne sorunları vardı. Nelerle uğraşıp, nelerle cebelleşiyorlardı. Bugüne kadar kendi dertlerime o kadar çok kaptırmışım ki, başkalarını düşünecek zamanım bile olmamıştı.Şişedeki şarap bittiyinde aklımdakilerden sıyrılıp dolaptan yenisini almaya kalktım. Tekrar kalkmamak için ikisini birden getirmiştim. Uzun zamandır yalıda yaşadığım için içki içmeyeli baya oluyordu. Özlemediyimi söylersem yalan olur, çünkü bana iyi geliyor. Sadece içince bazı şeyleri unutuyordum. Bütün ızdıraplarım kısa bir süreliğine olsa da siliniyor. Keşke hep sarhoş olsam, sonsuza dek hiç bir şey hatırlamasam. Bu bana bir armağan olurdu. Eski anılarımı hatırladığımda iliklerime kadar acı hissetmekten, harap, bitap ruh halimden, elimden bir şey gelmediği için kendimi suçlamaktan bıktım artık. Hiç bir yere boşaltamadığım bu öfkenin namlusunu her seferinde kendime doğrultmaktan yoruldum.
Sürekli ismimi duymamla gözlerimi açmıştım. Gözüm kararmıştı. Başım feci ağrıyordu.
Gözlerimi ovarken, başımda dikilen Timuçin endişeli haliyle
"Sen deli misin? O kadar şeyi nasıl içersin?" dedi.Ağzımı açacak halim yoktu. Ama Timuçin konuşmaya devam ediyordu. Endişeliydi.
"Canına kastın mı var?" dediğinde bıkkınlıkla
"Bir sus. Lütfen. Başım çatlıyo zaten," diye söylendim.Sonunda susarak yanımdan ayrıldı. Çok geçmeden elinde bir bardak su ve ilaç kutusuyla geri gelmişti.
Elindekileri sehpaya bırakarak
"Bu ilacı al. Bende sana bir kahve yapayım, kendine gelirsin." dedi.İlaç tesir etmemişti. Ağrıdan kafamı yastığa gömdüm. Fena zonkluyordu.
Acı bir kahve içtikten sonra biraz toparlamıştım. Timuçin'in azarlamalarından kurtulmak için duş aldığımda tamamen ayılmıştım. İyi hissediyordum.
Tabi ne kadar iyi oluna bilirse. Ruhen hâlâ bitkindim. Ve galiba hep de böyle olacaktı. Asla geçmeyecekti.Timuçin'in söylenmeleriyle geçmişti gün. Bana aptal muamelesi yapması sinirlerimi bozuyordu. Cevap verememek daha da berbattı. Aksi bir şey söylemek gibi şansım yoktu.
Akşam yemekten sonra Timuçin tabletiyle uğraşırken, öylece oturuyordum.
Sıkıntıdan
"Ne zaman gideceksin?" sordum.Tabletten başını kaldırmadan
"Ne o bugünde ben gittikten sonra alkol komasına girmeyi mi planlıyorsun?" sordu.Gözlerimi devirerek
"Dışarı çıkacağım." dedim."Nereye? Yoksa değişiklik olsun diye bara gidip orada mı içeceksin?"
Her defasında ağzımı açmama bin pişman ediyordu.
Kendime sakin ol telkinlerinde bulunarak kapıya doğru gittim.Ayağa kalkarak
"Nereye dedim." diye seslendiyinde
"Hava alacağım işte. Bende bilmiyorum." karşılık verdim.Yanıma gelip belimden kavrayarak
"Ben biliyorum. Hiç bir yere gitmeyeceksin." dedi.Belimi tuttuğu eliyle içeri doğru iterek yürümeye başladığında
"Senden izin almadım. Bırakır mısın? Gideceğim." dedim."Yaptığın onca şeyden sonra sana güveneceğimi sanmıyorsun herhalde."
"Orası sana kalmış. Ben istediğimi yaparım. Hapis miyim burada ya?"
"Ela, yeter. Geç içeri."
İçinde tehdit, sinir barındıran bir tonda söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Zamanı
Genç Kız EdebiyatıUmutları, hayalleri yıkılmış, çocukluğu elinden alınmış ve intikam ateşiyle yanan biri ne kadar tehlikeli ola bilir? Dünyada en tehlikeli insan kaybedecek bir şeyi olmayan insandır derler. Ela da öyleydi. Kaybedecek bir şeyi yoktu, canından başka...