Kavgalar

137 7 15
                                    


Benim için hayat hayal kırıklıklarından ibaretti.
Girdiğim her savaşı kaybetmek artık gururuma dokunuyordu. Önceden umursamazdım ama yaralarım arttıkça canım daha çok acımaya başladı. O kadar yılmıştım ki. Yine de bir şeyler beni yaşamaya zorluyordu. Bir tarafım her şeyi bırakıp sonsuza dek gitmek istiyordu buralardan. Ama diğer tarafım gitmemin bir çok şeye ihanet olduğunu söylüyordu.

O kadar çok isterdim ki her kesin baktığı pencereden bakabilmeyi hayata, bu kargaşanın içinde kaybolabilmeyi. Ama bir şeyler eksik işte tam insan olamıyorum, hatta türümü bile çözemiyorum bazen. Zaman geçiyor düzelirim diye bekliyorum, daha da kötü oluyor git gide insansal bakışlarımdan çıkıyorum. Böyle ne kadar devam edebilirim, meçhul. Görünen bir suret sadece ben nerdeyim bilmiyorum. Yalnızca beden olarak yaşamak hangi günahımın diyeti onu da bilmiyorum. Gülemiyorum, sevemiyorum, anlatamıyorum. Sadece susuyorum hayata, tüm haksızlıklara, her şeye...
Hep olduğu gibi şimdi de hayatın bana sunduğu tek seçenek olan acıyı kabullenerek çaresizce yaşıyorum.

Sabah güneşi odayı aydınlattığında ışık göz kapaklarımı açmak için zorlamıştı. Durup perdeyi kapatacak takatim bile yoktu. Halsizdim. Nerdeyse dün sabahtan beri bu odadaydım. Aç ve susuzdum. Fazlasıyla bitkindim. Beni bu halde bırakıp gitmişti lanet herif. Timuçin'e lanet etmekten çok bir an önce gelmesini diliyordum aslında.  Sinir bozucu tik tak sesleri eşliğinde saati izliyordum. Zamansa geçmek bilmiyordu.

Kapının açılma sesini duymamla refleks olarak kapıya bakmıştım. Timuçin elinde tepsiyle içeri girmişti. Mütiş bir kahvaltı vardı tepside.

"Günaydın, sevgilim." diyip tepsiyi yanıma bırakarak
"Kahvaltı zamanı," dedi.

"Yemeyeceğim."

Tabi ki yiyecektim. Hatta saldıracaktım. Ama biraz dayana bilirdim. Yalnış yaptığını anlamalıydı.

"Anlaşılan hâlâ akıllanmamışsın."

"Aklınca bana ceza mı verdin?"

Gülerek
"Ceza vermek için daha güzel yöntemlerim var. Bu sadece küçük bi uyarı. Hadi şimdi ye." dediğinde dudak kıvırarak
"Yemek istemiyorum dedim." dedim.

"Keyfin bilir. Yarınkı gelişimde yersin artık,"

Yarın mı? Yuh. Açlıktan ölürdüm herhalde. Yapar mı yapar yani. Psikopatın teki.

Tepsiyi almak isterken
"Kalsın. Tamam yiyeceğim." dedim.

"Önce itiraz edip sonra kabul etmek huyun da çok eğlenceli."

Takmadan çekmeceden çıkardığım antidepresandan birini avcuma aldım. Buna ihtiyacım vardı yoksa delirecektim.

Suyu götürecekken Timuçin avcumdaki hapı ve ilaç kutusunu alarak
"Bu saçma şeyleri de kullanma artık." dedi.

Dişlerimi sıkarak, öfkeyle
"Sana ne ya? Ver şunu." dedim.

"Sonunda yine benim dediğime geleceksin. Boşuna niye kendini yoruyorsun ki? Neyse afiyet olsun." diyerek kapıya doğru yöneldi.

"Senden nefret ediyorum." diyerek kucağımdaki yastığı arkasından fırlatmıştım.

Onu bile denk getirememiştim. Yanındaki duvara değerek hafifçe yere düşmüştü. Farkedince yastığa bakarak sırıttı.

Umursamadan gideceğini sansam da yerden alıp kafama atarak
"Yeri burası mı? Düzenli olalım biraz." dedikten sonra çıkmıştı. Tam da yüzüme isabet ettirmişti şanslı pislik.

Gider gitmez kahvaltıya gömülmüştüm. Nefret ettiğim peyniri bile en sevdiğim şeymiş gibi iştahla yedim. Allah kimseyi açlıkla sınamasın lafının gerçek değerini anlamıştım diye biliriz. Tabakları silip süpürdükten sonra düşünmeye koyulmuştum. Timuçin'den acilen kurtulmam gerekiyordu. Tabi önce bu odadan çıkmalıydım. Afra tafra yaparak bunu başaramayacağımı az önce anlamıştım. Bu yüzden ılımlı olmalıydım. Beni çok seviyordu. Bunu bana karşı zaafı olarak düşünürsek, kullanmamak aptallık olurdu. Birazcık eskiye dönmeli olacaktım. Tamam şimdi ölesiye nefret etsem de bir zamanlar ondan hoşlanıyordum. Kendimi iki yıl önceki moda ayarlamalıydım. Evet sevgi gösterisi yapacaktım.

İntikam ZamanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin