❇
Yalanlarınla kendini kandırdığın zaman mı, yoksa gerçekler suratına acımasızca çarptığı zaman mı daha çok yanar canın? Hangisini seçmeliyim? Pembe yalanlarıma sarılmayı ve gerçeklerin çığlıklarına kulaklarımı tıkamayı mı, yoksa sözümü tutup karşıma çıkan zorluklarla yüzleşmeyi mi? Seçeceğim şıkkı icraate dökebilecek miydim peki? Yüzleşeceğim demek kolaydı. Önemli olan ayakta kalmaya devam edebilmekti...
Mimi üstündeki şaşkınlıktan kurtulur kurtulmaz beni sakinleştirmeye çalışarak, az önce hışımla kalktığım sandalyeye yeniden oturmamı sağlamıştı. Henüz her şey çok yeniyken ve beynim afallamış haldeyken bunları konuşmanın bana iyi gelmeyeceğini düşünerek sohbetimize ara verme kararı almıştık. Aslında şu anda susmak ya da konuşmak benim için aynı şey gibiydi. Çünkü annemle bir gecede aramıza giriveren mesafeyi, mantığım hiçbir türlü kabul edemeyecekti.
Gerçekler kulaklarımda uğuldarken gözyaşlarım sessizce yüzümü arşınlamaya devam ediyordu. Annemin benden başka kimsesi yoktu. Hayattaki tek gayesi benimle birlikte mutlu bir hayat sürdürmekti. O benim yaşam enerjimken, yapayalnız hayatta birbirimize tutunmuşken, bizi ayırmak fazla adaletsiz değil miydi?
Bugüne kadar tek değerli varlığım, tek gerçeğim annem derdim. Şimdi onun aslında annem olmadığını, yaşadığım her şeyin yalan işitiyordum. Hayatım bir gecede kördüğüm olmuştu ve dolaştığı yeri kangren yapıyor, sürekli eksilmeme sebep oluyordu. Doğduğum günden beri, her gün bir şeylerimi kaybediyordum. Ben bu dünyaya kaybetmek için mi gelmiştim?
Önce babamı, yakın dediğim arkadaşlarımı, şimdi de annemi... Annemi kaybetmiştim. Bu kadarı bana bile, kaybetmeye alışkın olan bünyeme bile fazlaydı. Çok fazlaydı! Annem... Onu kaybetmem demek, elimde yaşamak için ürettiğim son bahanemi de kaybetmem demekti.
Üstelik şimdi bir annem daha olduğunu, beni yıllar önce anne diye sarıldığım başka bir kadına bırakıp gittiğini, asıl yuvamın burası olduğunu ve bir daha Dünya'ya dönemeyeceğimi öğrenmiştim. Her şey üstüme üstüme gelirken ve ben gittikçe geriye doğru düşerken, tutunabilecek tek bir dalım bile yoktu.
Mimi nazik elleriyle gözyaşlarımı kurularken ve mavi gözleri dolu dolu bana bakarken, tepkimden çekindiğinden olsa gerek bir süre daha sessizliği bozamamıştı. Fakat gözlerinden benden bir şeyler duymak istiyor olduğunu anlayabiliyordum. Dile getiremesem bile sanırım anlattığı her şeyi yavaş yavaş kabulleniyordum.
Her geçen saniye gerçekleriyle canımı yakan bu dünyayı ve beraberinde getirdiği yıkımı kabulleniyordum...
En sonunda gözyaşlarım akmaya son vermiş, reddediş çabalarım da tıpkı gözyaşlarım gibi sona ermişti. Hayat arkamdan daha ne tür acımasız planlar çeviriyordu bilmiyordum fakat daha şimdiden 'sıradan' kavramını özlemeye başlamıştım. Üstelik içimden bir ses, ilerleyen zamanlarda sıradanlığı çok daha fazla özleyeceğimi söylüyordu.
Uzadıkça uzayan ve benim bölme niyetim olmayan sessizliği, bölen yine Mimi olmuştu.
"Hadi sana etrafı gezdireyim. Hem, biraz hava alırsan iyi gelir."
Sanki az önce konuştuklarımızı hiç konuşmamışız ve ben hiç yıkılmamışım gibi söylemişti bunları. Sanki yıllardır dostmuşuz da ben ufak bir depresyondaymışım gibi beni bu havamdan kurtarmaya çalışıyordu. Ona cevap verebilmem birkaç saniyeme mal olmuştu.
Çatlak sesimden dışarı sızan "Şimdi ne olacak?" sorusu, durumu kabullenişimle birlikte gelen kuru bir meraktı sadece. Aslında şu dakikadan sonra ne olacağı pek de umurumda değildi. Alacağım cevaplar beni anneme götürmedikleri sürece hiçbir işe yaramazlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYKIRI
FantasyAYKIRI SERİSİ'NİN İLK KİTABIDIR! *** Her gece pembe yalanlarına sarılıp uyuyan, tuhaf olduğunu reddeden aykırı bir kız düşünün. Hayatını 'sıradan' kelimesinin sözlük anlamı olarak nitelendirirken, yeni gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalan bir kız...