AYKIRI SERİSİ'NİN İLK KİTABIDIR!
***
Her gece pembe yalanlarına sarılıp uyuyan, tuhaf olduğunu reddeden aykırı bir kız düşünün. Hayatını 'sıradan' kelimesinin sözlük anlamı olarak nitelendirirken, yeni gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalan bir kız...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Elementaya dönüşümüzde yine o huysuza binmek zorunda kalmıştım. Malum Kor' un eğitilmeye ihtiyacı vardı. Hem o hem de ben çok acemiydik, bundan dolayı ilerleyen zamanda çok çok daha iyi anlaşacağımıza inancım tamdı. Şimdilik ona sadece beni takip etmesini emretmiştim. O da tereddütsüz takılmıştı peşimize.
Pamir oradan ayrıldığımızdan beri hiçbir şey dememişti. Atlarımızın ayak sesleri, esen rüzgârın dallarda ve yerdeki uzun çimenlerde çıkardığı hışırtı dışında ses yoktu. Ara ara yolumuza çıkan vahşi hayvanların iniltilerini saymazsak tabi. Bir an önce Elementaya varmak istiyordum. Çünkü artık hava tamamen kararmıştı ve ben ufaktan korkmaya başlamıştım. Dünyadayken bile bu saatlerde hep evimde olurdum, burada da ilk kez dışarı( Elementadaki yerleşim alanı dışına) çıkmıştım ve akşamın bu saati olmasına rağmen hala varamamıştık. Üstelik çok yorgun ve açtım... Pamir yine bir şey der de kavga ederiz diye ona yakınamıyordum da. En azından biraz konuşsa da kafam dağılsa ne güzel olurdu diye düşündüm. Şu an onunla kavga etmek bile bu ürkütücü karanlıkta ki sessizlikten daha cazip geliyordu. Ama birden bire sabah benden intikam almak istediği ve kılıcının boynuma gelene kadar ki kat ettiği mesafe boyu havayı kesen o tiz sesi kulaklarımda yankılanmıştı. Bu da: 'Sessizliğe alışsam iyi olacak.' düşüncesine katılmama yeter bir sebepti.
Birkaç saatlik (ama bana aylar gibi gelen) yolculuğumuzun sonunda nihayet Elementaya varmayı başarmıştık. Üstelik herkesin yemekhane istikametinde yol aldığını görünce içimden: 'Tam zamanında!' diye sevinmekten kendimi alamamıştım. Bu yorucu günün ardından mis gibi ve sıcacık yemekten daha iyi hiçbir ilaç olamazdı. Pamir:
-Atları ahıra bağlayıp sularını ve yemlerini ver. Daha sonra yemekhaneye gidersin, dedi. Geri dönüyordu, akşamın bu vakti nereye gidecekti ki? Üstelik de yemek saatinde. Yemek yemeyecek miydi? Ama aç olmalıydı, O da tıpkı benim gibi sabahtan beri hiçbir şey yememiş, tüm gün benimle birlikte orda oraya koşuşturmuştu.Kendimi tutamayıp sordum:
-Sen gelmeyecek misin? Nereye gidiyorsun?
Bunu sorduğuma şaşırmıştı, seni ne ilgilendiriyor ki soruyorsun der gibi bakışından anlamıştım. Gerçi haksız da sayılmazdı! Beni ne ilgilendirirdi ki? Ama başka şeyler de demeliydim, çünkü gözlerini bana dikmiş bakmaya devam ederken, sorumu cevaplamak gibi bir niyeti olmadığı da belliydi. Devam ettim:
-Yani, Afşin ve Arat sorarlarsa onlara ne demeliyim? Şeklinde yumuşattım sorumu. Aman sanki bana neydi, neden sormuştum ki zaten birden bire? Onu düşünüp soranda kabahat! Hem ne bekliyordum, uysalca bana hesap vermesini mi?!
-Yarın ki çalışmamız için bir şeyi kontrol etmem gerekiyor, muhtemelen yemeğe yetişemem, dedi.
Tanrım! Az önce bir ilke imza atıp bana adam akıllı cevap, hayır, hayır resmen hesap vermişti! Hem de O! PAMİR!! O benimle doğru düzgün konuşmuştu, ya da ben rüya görüyordum!? Cevap bile vermeye tenezzül etmeden arkasını dönüp gitmesi gerekmiyor muydu onun!? Ama hala tam karşımda bana cevap vermiş halde, olduğundan daha az çatık kaşları eşliğinde bana bakıyordu. Ve bu hoşuma gitmişti. Evet, kesinlikle hoşuma gitmişti ve ben farkına bile varmadan gülümsemeye başlamıştım. Pamir de yüzümde ki sırıtışı fark eder etmez kaşlarını iyice çatıp daha sert bir ifadeyle: