Bölüm: 15(Çaresizlik...)Elimde tuttuğum kağıt zorlu bir hayata yelken açarken aynı zamanda hastalığımın da birebir kanıtıydı. Gerçekler, yüzüme şiddetli bir zelzele gibi tek tek çarptırılırken unutmaya çalıştığım ölüm korkusunun her seferinde bu şekilde yüzüme vurulması da neyin nesiydi? Kağıtları gelişigüzel karıştırırken okuduklarımdan neredeyse hiçbir şey anlamamıştım. Sadece hastalığımın adını öğrenmiştim ki o da Pontoserebeller Köşe Tümörü'ydü. Kağıtları yerine savrukça bırakırken dosyayı yandaki masanın üzerine fırlattım. Masanın ucunda duran dosya düşüp düşmemek arasında kıvranırken en sonunda çığlık atarak yere düştü.
İçinde yerleşen sıkıntıyla oflarken keşke evdekilerden biri yanımda olsaydı, dedim. Eren şu kapıyı açıp elindeki patatesle içeri girseydi de yüzümü güldürseydi. Ya da Serdar abim gece ben yatarken yanıma gelip üstümü örtüp saçlarımı okşayıp da gitseydi. Ama onlar yoklardı ve ben onları çok özlemiştim.
Başımı koyduğum yastıktan gelişigüzel çekerken ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Çok canım sıkılıyordu ve bu da aşırı derecede sinirlerimi bozuyordu. Ameliyat gününe kadar bu yatakta bu şekilde uyuyacak mıydım? Doktorumun koluma bağladığı serumu yerinden çıkarıp alırken ayaklarımı aşağı doğru sarkıtarak terliklerimi giydim. En azından bahçeye çıkabilirdim. Sağ elimle başımdaki yazmaya çekidüzen verirken dolabımın içinde duran Peygamberler Hayatı kitabını elime aldım. Yavaşça kapıyı açarken kimsenin beni görmemesi için dua etmeye başladım yoksa bırakmazlardı. Sol elime aldığım serum ve kitapla dışarı çıkarken koridor oldukça sessiz görünüyordu. Sabahın gürültüsü, sabahın hüznü ve sabahın teşkâlası yok olmuş gibiydi. Sessizce koridorda yürürken terliğin çıkarttığı gıcırtıyla danışmanın olduğu yerde duran hemşire dönüp bana baksa da tekrardan önüne döndü. Hevesle hızımı artırıp bahçeye doğru yürürken temiz havanın kokusu ciğerlerimi buram buram yakmaya başlamıştı.
Allah'ım sen kimseyi hastaneye düşürme! Ne zordu böyle...
Adımlarımı birkaç kişinin bulunduğu banklara doğru atarken boş gördüğüm banka hemen çöreklendim. İçeride yatmaktan böğrüm şişmişti de son anda dışarı çıkarak patlamamı engellemiştim. Elimde tuttuğum serumu kucağıma bırakırken neredeyse yarım saatten fazla damlayışını seyrettim. O kadar yavaş akıyordu ki herhalde üç dört saate ancak bitiyordu bir serum.
Serumu yüzüme doğru yaklaştırırken bir an da görüş alanım bir el tarafından kaplandı. Elimi, yüzümü kapatan kişinin elinin üzerine koyarken teninin pürüzsüz olduğunu hissettim. Muhtemelen kızdı.
''Bil bakalım, ben kimim?''
Sesini kalın çıkartmaya çalıssa da onun kim olduğunu daha ilk kelimesinden anlamıştım.
''Bilmem... Acaba kim olabilirsin?''
''İyi düşün Diyar yoksa iğne yaparım!''
''Şaka yapıyorsun herhalde. Her gün iğne yiyorum zaten.''
Gırtlağından çıkan horuldanmayı duyunca en sonunda dayanamayıp adını zikrettim.
''Merve?''
''Ta kendisi güzelim!''
Ellerini gözümden çekmeden önce yanağıma sıkıca bir öpücük kondurdu. Gülerek etrafımı dolaşıp yanıma oturduğunda üzerinde sivil kıyafetleri vardı.
''Gidiyor musun?''
''Hayır, nöbetim var.''
Yüzünü buruşturarak saçını toparlarken alttan firar eden saçını sağ elimle eline sıkıştırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİMİ GERİ VER
Ficção GeralKalbim mühürlenmiş bir kapıydı. Gelen her anahtarı tek bir darbeyle dışarı atarken ona yenilecek kadar dirayetsiz olmayacaktım. Onun da anahtarını kıracaktım elbet sert bir dokunuşla. Açılması zordu; açılması imkansızdı mühürlerimin. Ta ki sen haya...