"Alice, sabah sabah alışveriş için mi uyandırılır insan?" diye söylendim yataktan zorlukla kalkarken. Daha saat dokuzdu ve alışveriş merkezleri bile açılmamışken beni hafta sonu bu saatte uyandırması haksızlıktı.
"Sızlanmayı bırak da kalk, hazırlan." Diye söylendi. Gözlerimi devirerek üstümü giyinmek için dolabımı açarken odamdan çıktı. Arkasından bir çocuk gibi dilimi çıkardığımda sıcak yatağıma dönmek istiyordum.
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Odama dönüp belki ben de birkaç parça kıyafet denerim diye üzerime rahat bir şeyler geçirdim. Koyu renk kotumun üstüne beyaz bir tişört giydikten sonra rimel sürüp odamdan çıktım.
Kızlar da birkaç dakika içinde hazır olduklarında arabama binerek şehrin en büyük alışveriş merkezlerinden birine gitmek üzere yola çıktık.
Vardıktan sonra kızlar hemen buldukları ilk mağazaya girdiklerinde bugünün uzun olacağını biliyordum. Omuzlarımı düşürerek onları takip ettim. Onlar reyonların arasında kaybolurken sıkılmamak için birkaç şeye göz gezdirdim.
Daha sonra Kristen'ın bana seslenmesiyle kabinlerin olduğu yere yöneldim. Bütün gün deneyecekleri şeyleri ben yorumlayacaktım ve hazır hissetmiyordum.
Kaçıncı mağazaya girdiğimizi bilmiyorken ayaklarım ağrımaya başlamıştı. Hiç alışveriş modumda olmadığım için beğendiğim şeyleri bile dememişken Alice'in elindeki elbiseyle bana doğru geldiğini gördüm. Masumca gülümserken elbiseyi inceledim. Lacivert, taşlı bir elbiseydi. Rengi güzeldi ama pek benim tarzım olduğunu söyleyemezdim.
"Bu sana çok yakışır, bir denesene." Derin bir nefes aldım. Canım hiçbir şey yapmak istemiyorken yüzünde yavru köpek ifadesi vardı. İstemesem de onu kırmak istemediğim için elbiseyi alıp boş kabinlerden birine girdim.
Hızlıca üstümü değiştirdikten sonra elbisenin bana yakışmadığından emindim.
"Alice, ben oraya gelmek istemiyorum!" dedim kabinin içinden seslenerek. Aynaya baktığımda üzerimdeki elbise berbat gözüküyordu.
"İnadı bırak, gel buraya! Eminim çok yakışmıştır." dediğinden derin bir nefes aldım. Denemişken ona göstermemek saçmalık olurdu.
"Tamam, geliyorum." Kabinden çıktım ve önlerinde durdum. Ellerimi bilmiş bir şekilde belime koydum. Memnun olmadığımı anlamalarını bekliyordum.
"Bak, iğrenç oldu!" Dudağımı sarkıttım ve elbiseyi işaret ettim.
"Hayır, çok güzel olmuş!" Alice ve onun zevki, kesinlikle benimkiyle uyuşmuyordu. Elbisede tek beğendiğim şey lacivert olmasıydı. Üzerindeki taşlar ve omuzlarındaki dantel bana göre değildi.
"Hemen alıyoruz!" diye bu sefer Kristen onayladığında kötü bir bakış attım ve kabine tekrar girip üstümü değiştim. Daha fazla onlarla uğraşmak istemiyordum.
"Ne yaparsanız yapın, sizi kapının önünde bekliyorum." dedim ve elimdeki elbiseyi onlara verip kapının önüne çıktım. Eğer elbiseyi giymeyecek olursam onlardan birine verirdim. Çok sıkıntı olmazdı.
Mağazanın önüne çıkıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Bakışlarım anlamsızca etrafta dolaşırken Dean ve Amy'yi tekrar birlikte görmeyi beklemiyordum.
Onca söylediğinden sonra Dean'dan gerçekten bunu beklemiyordum. Bana değer verdiğini zannederken bu kadar çabuk vazgeçmesi ve çabalamayıp kendini tekrar Amy'nin kollarını atması sinir bozucuydu. Ona alışmaya başlamışken her şey başa dönmüştü.
***
Yine okula gelmiştim ve ders zamanıydı.
Sorun şuydu ki artık birlikte oturacak bir sevgilim ya da arkadaşım yoktu. Her şey eskisi gibiydi ve birine ihtiyacım da yoktu. Buraya gelmekteki amacım arkadaş edinmek değil, meslek edinmekti.
Sınıfı incelediğimde Justin'in hala gelmediğini gördüm. Onu merak ediyordum çünkü artık daha fazla konuşmaya başlamıştık. Ona olan duygularım hala karmakarışıkken o beni sadece bir arkadaşı olarak görüyordu.
Kısa bir süre sonra içeri girdiğinde göz göze geldik. Bana bakarak gülümserken yanıma gelip oturdu. Artık Amy'le takılmadığını bilmek güzeldi. Heyecandan elim ayağıma dolanırken tekrar umutlanmak istemiyordum.
Derslerde çok fazla konuşmamıştık ve ders aralarında ise o yeni edindiği arkadaşlarıyla takılıyordu. Ben ise her zamanki gibi yalnızdım.
Son ders sonunda bittiğinde çantamı toplayıp çıkmaya hazırlanıyordum ki Justin'in seslendiğini duydum. Mideme bir ağrı saplanırken ona doğru döndüm.
"Birlikte bir şeyler yapmak ister misin? Sohbet etmek için bir kafeye gidebiliriz." diye sorduğunda onaylayarak kafamı salladım. "Başka bir planım yok, olur." deyip gülümsedim. İlk defa beni bir yere davet ediyordu ve ben heyecandan ölecektim.
Dışarı çıkıp yürüyerek yakınlardaki sıradan bir kafeye geldiğimizde henüz hiç konuşmamıştık. İki kişilik masalardan birine oturduktan sonra sipariş verdik. Limonata sipariş ettikten sonra bana döndü.
"Biliyor musun? Bazen seni çok önceden beri tanıyormuş gibi hissediyorum." Bunu söylediğinde tedirginliğime engel olamadım. Beni hatırlamasını ve o kötü hatıraların gün yüzüne çıkmasını istemiyordum.
"Garip. Ben seni daha önce gördüğümü hatırlamıyorum." Konuyu geçiştirmek için konuştuğumda hafifçe güldüm.
Daha sonra sohbetimiz tamamen başka konulara yöneldi. Bana diğer üniversiteden neden ayrıldığını anlatırken ağzım kulaklarımda kalbim hızla çarparken onu dinliyordum. Onunla bu kadar uzun süre karşılıklı oturup konuşmak benim için hiç alışılmış bir şey değildi. Tüm bu zaman boyunca bana yaptıklarını düşünmeyi reddedip anın tadını çıkarmaya çalıştım.
Hava hafifçe kararmaya başladığında kalkmaya karar verdik. Hayatımın mutlu dakikaları sonlanırken içimi hüzün kaplamasına engel olamadım. Bana söylediği sözlere rağmen hala onun yanında mutlu olabilmek beni deli ediyordu.
"Arabaya atla. Evine bırakayım." Dediğinde kendim gitmek istediğime karar verdim. Biraz yalnız kalıp yürümek iyi gelecekti. Ona karşı nasıl bir tavır sergileyeceğimi düşünmek istiyordum.
"Gerek yok, ben yürüyerek giderim." Dedim gayet normal bir şekilde.
"Hadi Melissa, naz yapmayı bırak." Dedi yan bir gülüş atarak. Onunla flörtleştiğimi zannediyordu ama böyle bir amacım yoktu. Kendine olan güveni hiç eksik olmuyordu.
"Naz falan yaptığım yok. Ben gidebilirim." Beni düşündüğü için bunu teklif etmediğini biliyordum. Nezaketen soruyordu.
"Emin misin?" diye tereddütle sordu.
"Evet, eminim." Derken başımı hafifçe salladım.
"Sen bilirsin, prenses. Yarın görüşürüz." Dedi ve arabasıyla uzaklaştı. Bana bu şekilde hitap etmesi benden hoşlandığının göstergesi miydi? Bu düşünce neredeyse gülmeme sebep olacaktı. Bu imkansızdı.
"Görüşürüz, ukala!" diye bağırıp cevap verdim. Duyduğundan emin değildim.
Eve uzakta değildim, yürüyebilirdim. Havanın kararmış olması umurumda değildi. Tek istediğim onun hakkında düşünmekti.
Ona olan duygularım ilk günkü gibi tazeydi. Onu unutmaya alışmışken karşıma çıkması ve bana eskinden çok daha iyi davranması kafamı karıştırmaktan başka bir şeye yaramamıştı. Şimdi bana ilgi göstermesi tüm duygularımı harekete geçirirken ona güvenmek çok zordu. Hala o sözler beynimde dolanırken ona kırgın değilmişim gibi yapamıyordum.
Müzik dinleyerek yolda yürürken etrafıma pek dikkat etmiyordum. Ancak eve varmama az kalmış olmalıydı. Tam bu sırada dolumu kavrayan büyük el titrememe neden oldu. Hızlıca ışıktan yoksun bir sokağa çekildiğimde çığlık atacaktım ki ağzıma kapanan bezle nefesim tıkandı.
Yüzünü göremediğim kişi ağzıma daha çok bastırırken ne kadar çırpınırsam çırpınayım faydası yoktu. Bilincimi kaybediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Revenge Of The Fire || Justin Bieber "DÜZENLENİYOR"
FanfictionVe şimdi karşımda en sevdiğim ve en nefret ettiğim adam varken ben neyi seçecektim? Her şeyi geride bırakıp kollarına atlamayı mı, yoksa yıllardır içimde yanan intikam ateşini söndürmeyi mi? © Tüm hakları saklıdır. / © All rights reserved. ...