Mısır gevreğimi kaşıklarken bir yandan da leptobumla uğraşıyordum. Twitter'da sabahın yedisinde atılan tweetlerin neredeyse hepsi aynıydı; Pazartesinin bokluğu. Kasemdeki son birkaç mısır gevreğini de kaşıklayıp leptobumu kapattım. Masadaki telefonumu elime alıp mesajlara baktım. Yedi yeni mesaj vardı. İkisi Martin'den, beşi Jessica'dandı.
Okumaya üşendiğim mesajları kapatıp mutfaktan çıktım. Askıdaki çantamı sırtıma almadan önce cüzdanımı hemen içine tıkıştırdım. Telefonumu cebime atıp montumu elime aldım. Hava oldukça soğuktu. Montumu üzerime geçirip ayakkabılarımı da giydim ve kendimi dışarıya attım.
Soğuğu tüm vücudumda hissetmemle titremem bir olmuştu. Parmaklarımın ve burnumun ucu şimdiden donmuştı. Montumun cebindeki bereyi çıkarıp başıma geçirdim. Bu bere erkek beresiydi ve bana ait değildi. Sevgilim Brad'in. Dün üşüdüğüm için vermişti bende unutmamak için cebime tıkıştırmıştım. Ama bu bereyi ona geri vermeyi düşünmüyordum. Bu bereyi kendi berelerimden daha çok seviyordum. Üzerine Brad'in saçlarının kokusu sinmişti çünkü.
Kampüsün kapısından içeriye girdiğimde etrafımdaki kalabalığı zorlukla aşabilmiştim. İnsanların arasından zorlukla sıvışıp sınıfıma doğru ilerlemeye başladım. Bir anda yanımda biten Martin ve Jessica'nın çığlıkları beni korkutmuştu.
"Tanrı aşkına! Derdiniz ne?"
"Bugün birileri sol tarafından kalkmış sanırım," Jessica kıkırdayıp omzuma yumruk atmıştı.
"Sol tarafımdan kalktığım yok. Buradan nefret ediyorum. Kusmak üzereyim,"
"Buradan nefret edemezsin! Ve Bayan Bee'nin bacaklarını seyretmek için sabırsızlanıyorum," Martin küçük bir kahkaha atarken Jessica ve ben kendimizi tutamayıp ona katılmıştık.
"Eğer Bayan Bee bir kez daha bacaklarına baktığını fark ederse, o 20 cm'lik topuklu ayakkabılarını götüne sokar canım." Kıkırdayıp Martin'in yanağından bir makas aldım.
"Bunu izlemek için para bile verirdim," Jessica gülmekten zorla konuşurken bir an kendi tükürüğünde boğuluyor sandım.
"Görüşürüz, ahmaklar," Jessica zilin çalmasıyla koşarak yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Arkasını dönüp bize el sallarken az kalsın düşecekti.
"Dikkat et Jess! Düşeceksin!" Martin'le kıkırdaşmalarımız artarken Jessica arkasını tekrar dönerek bize elleriyle hareket çekti ve gözden kayboldu.
"Görüşürüz," Martin yanağıma minik bir öpücük kondurup hızlı adımlarla uzaklaştı.
Sıkıntıyla sınıfına ilerlemeye başladım. Sınıfa girip boş bir yere geçtim. Bay Bob'ın sınıfa girmesiyle oturmamla kalkmam bir oldu.
İğrenç bir ders başlangıcı daha.
"Ders boyunca zilin çalması için dua ettiniz ve dakikaları saydınız Bayan Terry. Aceleniz mi var?" Yanımdan gelen sesle kafamı sıradan kaldırdım. Başımda hesap sorarcasına bekleyen Bay Bob benden cevap bekliyordu.
"Bugün biraz rahatsızım Bay Bob. Üzgünüm, bir daha olmaz."
"Bence de olmasın," Sessiz mırıldanmasıyla yanımdan ayrıldı.
Çantamı sırtıma alıp kapıdan çıktım. Diğer derse girmek istemiyordum. Ama başka çarem yok gibiydi. Yürürken birinin gözlerimi kapatmasıyla onun Martin olduğunu anladım. Kesinlikle Jessica'da yanındaydı. Her zaman yaptıkları gibi bana Brad'in ağzından oyun oynamaya çalışıyor olmalıydılar.
"Bil bakalım ben kimim?" Martin sesini Brad'e benzetmeye çalışırken Jessica kıkırdıyordu.
"Dennis, sen misin?" Aklımdan uydurduğum bir isimi savuruverdim. Sanırım diğer soruya kadar bir isim daha düşünmeliydim.
"Siktir, Dennis'te kim?" Sessiz söylenilen bir küfür duymamla yanlarında Brad'inde olduğunu anladım. Sanırım Brad'in sinirlerini biraz bozabilirdim.
"Will, yoksa sen misin?"
"Hayır bilemedin," Hala Martin konuşuyordu. Fakat Brad'in keskin soluklarını hissedebiliyordum. Yüz ifadesini çok merak ediyordum şuan.
"O zaman sen kesinlikle Dylan'sın,"
"Benim, Brad," Brad dişlerini sıkarak konuşurken bir andan gözlerimdeki eller çekildi. Arkamı dönüp ona baktım ve yanına ilerleyip ona sarıldım. Yüzündeki çarpık gülüş görülmeye değerdi.
"Sadece şaka yapıyordum, şapşal. Hayatımdaki tek erkek sensin." Vücudu gevşerken kollarını bana sardı.
"Dersin bittiğinde bir yerlere gidelim mi?" Dudaklarımı büzüp ona yavru köpek bakışlarımı atıyordum.
"Peki bakalım. Antremanımda bitti. Dersimde az."
"Biz?" Jessica Brad'e vururken Martin arkasındaki Angelina'yla konuşmaya çalışıyordu. Jess arkasını dönüp Martin'i dürttü.
"Bana destek ol lanet olası,"
"Eee... Evet, biz ne olacağız? Burada kalacağımızı düşünmüyorsunuz herhalde?" Martin Jessica'nın taklidini yaparken Brad kolunu omzuma attı.
"Siz derslerinize girin, aptallar," Brad kahkaha atıp yürümeye başladığında kolu omzumda olduğu için bende yürümek zorunda kaldım. Arkamı dönüp bizimkilere el salladım.
"Dikkat et Lydia! Düşeceksin!" Martin sesini inceltip beni taklit etmeye çalışıyordu. Beceremiyorsun.
"Kapa çeneni Mart!"
O salakları seviyorum.
Elimdeki poşetleri masanın kenarına bırakıp sandalyeyi altıma çektim ve oturdum. Brad ellerindeki ve kollarına taktiği poşetleri yere bırakıp kendini sandalyeye attı.
"Her alışverişe gittiğimizde aldıkların artıyor. Bebeğim, erkeklerde güçlüdür ama bir yere kadar. Bir daha ki alışverişindekileri taşıyamayacağım sanırım." Alnındaki terleri kolunun tersiyle sildi. Söylediklerine karşın küçük bir kahkaha attım ve kollarımı göğsümün altında birleştirdim.
"Sen bilirsin. Bende aldıklarımı taşıyabilen bir erkekle birlikte olurum madem," Dudaklarımı büzdüm. Brad, 'Evet evet, kesinlikle öyledir' diyen bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Yavaşça yerinden doğrulup ayağa kalktı.
"Eğer böyle bir şey yapacak olursan seni ağaca bağlayıp sallandırmak zorunda kalacağım." Şeytani gülüşüyle masadan ayrılıp garsona doğru ilerlerken ona doğru dönüp dilimi çıkardım.
İyi ki ona sahibim.
Mısır kasesine uzanıp mısır almaya çalıştığımda kasenin boş olduğunu fark ettim. "Brad, mısır koyup gelebilir misin?"
Daha cümlemi bitirmeden direk bir şekilde cevap verdi. "Hayır,"
Sıkıntıyla nefesimi verip kaseyi elime aldım ve mutfağa ilerledim. "Brad! Televizyonun sesini kıs biraz!"
A harfini uzatarak umursamazca bağırdı. "Tamam!"
Sesin kesilmesiyle beynimin rahatladığını hissettim. Akşamdan beri film seyrediyoruz ve şuan saat gece yarısını bile geçmişti. Kendimi sinema salonunda gibi hissettim o süreç içerisinde. Başım ağrıyor diyebilirdim. Mikrodalgada patlattığım mısırları kaseye boşalttım. Buzdolabına ilerleyip kolayı aldım ve salona ilerledim. Ayağımın sandalyeye takılmasıyla tam yere düşüyordum ki Brad elimdeki mısır kasesini ve kola şişesini hemen kaptı.
"Tanrım! Onları kurtardım!" Masaya tutunduğum elimi çekip doğruldum.
"Sende bir gün düştüğünde bende seni kurtarmayacağım, ahmak herif." Brad kahkaha atıp elindekilere önümüzdeki sehpaya koydu ve beni kucağına alıp kanepeye yatırdı.
"Ben asla düşmeyeceğim ve yardıma ihtiyacım olmayacak. Ama senin birazdan olabilir." Başını boynuma gömüp homurtular çıkarırken kıkırdamamı engelleyememiştim.
Zilin çalmasıyla onun omuzlarından tuttum. "Brad, kalk üstümden," Beni duymamış gibi davranıp işine devam etti.
"Brad kalk üstümden önemli bir şey olabilir." Sinirle üzerimden kalktı.
"Siktiğimin kapısı. Zaten hep böyle zamanlarda çalar." Brad kendi kendine söylenirken ben üstümü başımı düzelttim ve kapıyı açtım.
"İyi geceler, Bayan Terry. Ben Justin Bieber. Adınıza ait bir şikayet var."