Kasımpatılar ve Sümbüller/ 2

497 31 22
                                    

Şiddet hiçbir zaman kazanmaz.Özgürlük kazanır.

                                                                                Mike Pence

Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın,
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.

Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın.
Mavi bir gökyüzümüz olsun, kanatlarımız
Dokunarak uçalım.

İnsanlardan buz gibi soğudum,
İşte yalnız sen varsın.
Öyle halsizim ki hiç sorma,
Anlarsın.

                             Cahit Külebi - Dost

Harun, öğleden sonra hazırlanıp düğün salonuna gitmişti.Yemyeşil çimenlerin arasında dar taş bir yolla salon binasına ulaşıyordu bahçe.Salonun ön tarafı boydan boya yere kadar camdı.Cam kapıyı geçip içeri girdi Harun.

Düğündeki yemek dağıtımıyla görevli ekibin başındaki adam, garsonlara talimatlar yağdırıyordu.Henüz davetliler gelmemiş ama onların telaşı şimdiden başlamıştı.Bahçede sadece Murat Beyin birkaç korumasını görmüştü.Nesrin Hanım burada da değildi.'Muhtemelen mutfakta' diye düşündü Harun.Organizatör kimse tebrik etmek istedi.Koca salonda gri, beyaz ve açık mavi renk tonları yoğunluktaydı.Onlarca masa özenle süslenmişti.

Her görkemli yuvarlak masanın ortasında bir sümbül demeti vardı.Sade desensiz bardakların, metal renkli tabakların arasında yalnızlıkla parlıyorlardı.Yer yer küçük avizeler tavanda asılıydı, tam ortadaki duran en büyüğü, en gösterişli olanıydı.

Salonun diğer ucundaki nikah masası şeffaftı, üzerindeki sümbüller tüm masayı kaplıyor, kenarlardan sarkıyordu.Masanın bulunduğu yerin üzerinde, 4 süslü sütun üzerinde duran kare şeklinde bir platform vardı.O da çiçeklerle süslenmiş, küçük renkli lambalarla aydınlatılmıştı.

Bakışları bu güzel salonda dalıp giderken, gelecekteki kendi düğününü düşündü Harun.Eşi olacak kızı...Ne şanssız kızdı ama!Buket haklı bile olsa, babasına en azından bu konuda benzemeye niyeti yoktu.Onun yaptığı hataları yapmayacaktı.Zavallı eşine bir şanssızlık daha yaşatmayacaktı.

Bahçeye çıktı.Güneş yalayıp geçti yeşil bahçeyi, kızıl şaçlarına ulaştı.Bembayaz gömleği ışıldadı üzerinde.Ne kravat ne ceket giymişti bugün.Siyah kumaş bir pantolon ve derli toplu bir gömlek bile fazla saygıydı burası için.

Ellerini ceplerine koydu, gövdesini biraz geriye ittirdi.Başını yukarı kaldırdı, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.Buradan gitmek istiyordu.Beyaz arabasına atlamak, gaza basmak, dünyanın sonuna sürmek...Bir dağa tırmanmak, orada yaşamak, orada yaşlanmak, oradan tüm dünyayı izlemek istedi.

Gözde yanılıyordu, babası yanılıyordu.O bir aslan değildi, bir ejderhaydı.Kırmızı ejderha sarp bir kayanın üzerine tünemeliydi, ıssızda dinlenmeliydi.Şehirde prensesi öldürür, prensi yakar, krallığı parçalardı.Parçalamak istedi.Babasının krallığını paramparça etmek istedi ve buna bu düğün salonundan başlamak.Harun o öğleden sonra, içten içe imkansız olan bu dileği diledi.Gerçek olacağını bilemezdi.

_Erken gelmişsin, dedi tanıdık bir ses.

Gözlerini açıp, kendisine yavaş adımlarla yaklaşan Kerem'i gördü.Tabi ki kendisinin aksine, o takım elbise giymişti.

_Bir an önce bu saçmalık bitsin istiyorum, dedi Harun.

Bu sırada Kerem yanına ulaşmıştı.

SAHAFLAR SEMTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin