''Hazırsan çıkalım.''
''Hazırız.''
Ege için hazırladığım büyük çantayı koluma yerleştirdim. Çanta kullanmaktan oldum olası nefret ederdim. Artık çocuklu bir kadındım. Onun ihtiyaçları, benim isteklerimden kat kat daha önemliydi. Islak mendil, bez, mama, biberon, yedek kıyafetler... Kocaman çantanın dolması uzun sürmemişti. Giray ikisinin birden ağır olduğunu düşünmüş olmalıydı. Çantayı kolumdan çekip aldı. Ona bir polis olarak yaşadığım onca yılı anlatmak istedim. Ben güçlü bir kadındım. Evde olmam gücümden bir şey kaybettiğim, paslandığım anlamına gelmezdi.
Önden gitti. Sessizliğimi koruyarak takip ettim. Bazen susmak, son zamanlarda gözüme daha iyi bir seçenek gibi görünür olmuştu. Arabanın yanında durdu. Çantayı arka koltuğa bıraktıktan sonra Ege'yi tek kelime etmeden kucağımdan alarak çocuk koltuğuna yerleştirdi. Kemerini sıkıca bağladı ve oğluna uslu durması gerektiğini hatırlattı. Büyük biriymiş gibi onunla konuşması ilginçti.
Ön tarafa oturduğumda kalbimde yabancı, farklı kıpırtılar belirmeye, yayılmaya başladı. Bu bizim ilk kez birlikte dışarı çıkıştığımız gündü ve Ege mutlu görünüyordu. O mutluysa ben de mutluydum. Tükürük püskürtüp duruyor, gülüyor, şirinlik yapıyordu. En azından birimiz her şeye rağmen mutlu olmayı başarabiliyordu.
Yol boyunca konuşmadık. Giray bizi, daha doğrusu oğlunu, inanılmaz eğlenceli bir lunaparka götürmüştü. Çocuklara ayrılan bölümü görünce Ege'nin gözleri parladı. Kucağımda kafasını bir sağa bir sola çevirirken keyfinin yerinde olduğunu görebiliyordum. Aynı şeyi kendim için söyleyemeyektim. Küçük ayakları bir dakika bile rahat durmuyor, karnımı tekmeliyordu. Çeşit çeşit oyuncaklar Ege'nin direkt bacaklarına etki etmişti. Boşta kalan elimi kısa, şişkin bacaklarına yaslarken itiraf etmeliyim, her zamanki gibi yumuşak davranmamıştım. Canını elbette acıtmıyordum ama o sosis bacaklar da tam istediğim gibi sabit duruyordu. Sorun çözülmüştü.
Giray onu oyuncaklara, trenlere, uçaklara, arabalara bindirirken sürekli güldü ve tükürük püskürttü. Salyaları babasının siyah gömleğini ıslatıyordu. Arada bir yanlarına gidip Ege'nin ağzını yumuşak mendille siliyordum. Islak mendille sildiğimde cildi tahriş olmuştu. Bu da yaşayarak öğrendiğim bir başka tecrübeydi. Onun benim yüzümden acı çekmesini istemiyordum. Deniz'in verdiği ilaçlar iyi gelmişti. Şimdi gayet sağlıklı görünüyordu.
Giray'ı evlendiğimiz günden beri ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. Ara sıra oğluna gülüyordu. Gamzeleri her konuştuğunda, her güldüğünde ortaya çıkıyordu. İki çukur bir beliriyor bir kayboluyordu. Şimdi oğluyla ilgilenirken beni görmüyordu. Gözlerim özgürdü.
İyi bir babaydı. Her çocuğun sahip olmak isteyeceği bir baba... Sadece oğluna gösterdiği sevgisi, şefkatli dokunuşları vardı. Keşke benim yüzümden bu acıları yaşamamış olsaydı.
Arada bir fotoğraflarını çekiyordum ve anı ölümsüzleştiriyordum. Telefonumda binden fazla fotoğraf vardı. Ege kameraya poz vermeyi çok seviyordu. Saatlerce onu izleyip gülebiliyordum. Gülmemi sağlayan tek şey Ege'ydi.
Hava kararmaya başladığında Giray'ı gitmemiz gerektiği konusunda uyardım. Ben söylemesem eve dönmek aklının ucundan bile geçmeyecekti. Onlar eğlenirken ben bir köşede oturmuş, neredeyse gün boyu yerimden kalkmayarak mutluluklarına uzaktan gülümseme şansı bularak ortak olmuştum. Bu tahmin ettiğimden daha eğlenceli olmuştu. En azından üzerimde rahatsız edici bakışlar yoktu. Yokmuşum gibi davranmıştı. Dışarıda olmak hepimize iyi gelmişti.
Arabaya doğru yürüdüğümüzde ikimiz de sessizdik. Ege, Giray'ın kucağında başparmağını emmekle meşguldü. Parmak emme huyundan bir türlü vazgeçemiyordu. Vazgeçirmek adına en ufak bir girişimde bulunmamıştım doğrusu. Parmağını emerken çok tatlı görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZÜR DİLERİM | AFFET BENİ
Romantizmİmkansızlıkların içinde boğulmuş bir aşk hikayesi... Bu bir vicdan özrü... Kendini affettirebilmek için verilen bir savaş! *Bazen gördüklerimiz bizi yanıltır.* Özür Dilerim!