Soğuk rüzgarların yüzüme çarptığı bir havada okulun yolunu tutmuş gidiyordum. Islak kaldırımlar üzerine dökülen sonbahar yapraklarına kucak açıyordu. Muğla'da kış bir türlü gelmek bilmiyordu. Ellerimi yağmurluğumun cebine koyup adımlarımı hızlandırdım. Zihnimde hala annemle babamın bana yaptığı konuşma çınlayıp duruyordu. Muğla'nın havasını son bir kez ciğerlerime çektim. Boğazımda düğümlenmiş bir hıçkırık vardı ve dudaklarımın arasından kayıp gitmesin diye var gücümle sıkıyordum kendimi.Gelin biraz geriye saralım.
Geçen akşam her zamanki gibi ailece akşam yemeği için sofrada toplanmıştık. Babam benden gözlerini kaçırıyor annem ise bana hüzünlü bir ifadeyle bakıyordu. Ne olduğunu sormaya korkuyordum, ama bir şeyler vardı biliyordum. Annem yemekleri servis ettikten sonra karşıma oturdu. Köftemden bir parça kesip çiğnemeye başladım. Masada uğursuz bir sessizlik hakimdi.
Annem suyundan bir yudum alarak konuşmaya başladı.
"Kızım, seninle konuşmamız gereken bir konu var." dedi. Başımı sorarcasına salladım.
"Nedir o?" Kısık seste çalışan televizyon arka planda gerilim verir gibiydi sanki.
"Biz buraya yerleşeli tam üç ay oldu biliyorsun. Fakat biz burada çok bölünüyoruz, buraya taşınırken bir şeyi hesaba katmadık. Gerek iş için çok git-gel yapıyoruz, gerekse anneannen için. E haliyle bu bizi yoruyor. Baban da alışacaktır eminim, İstanbul merkezi bir yer. Anneannenin sağlık durumu pek iyi değil. O, orada yapayalnız kaldıkça ben burada huzursuz oluyorum." Söylediklerini sindirmeye çalışırken o hemen sonuca geçti, "Yani diyeceğimiz o ki; İstanbul'a geri taşınmamız gerekmekte. Durum bunu gerektiriyor." dedi.
Tek tek inşa ettiğim domino taşlarından önce biri düştü, sonra ise hepsi birden üzerime yıkıldı. Ben o enkazın altında kalmıştım. Bu taşların her biri aslında burada tattıklarımı simgeliyordu. Bugüne kadar açığa çıkaramadığım özümden tutun hayalini kurduğum o enfes arkadaş grubuna. Yıllarca var olduğundan şüphe ettiğim duygulardan tutun, yaşadığım tüm güzel anılara...
Bunun olmasına izin veremezdim. Üç aylık bir rüya mıydı şimdi bunlar? En başa geri dönüp cam kenarındaki sıramda tek başıma insanları gözlemleyen sessiz Hande mi olacaktım? Bu anılarımı anımsayıp rüzgar gibi geldi geçti demek istemiyordum.
"Hayır." diye çemkirdim. Elimdeki çatalı sert bir şekilde tabağıma bıraktım. "Beni düşünmeden kararlar alamazsınız, ben burada bir düzen kurmuşken sonra birden beni bu düzenden çekip alamazsınız." diye çıkıştım. Babama baktığımda gözlerini yere dikmişti. "Baba bari sen bir şey söyle." dedim ağlamaklı sesimle. Babam sessizliğini koruyarak bana baktı. Hoş bir şey söylese bile annemin kararını etkilemezdi. Annem ne derse oydu.
"Hande artık on sekiz yaşındasın çocukca çıkışlar yapamazsın, bu durumu anlayışla karşılaman gerekirdi. Hem her yazın burada olacağız, değişen bir şey olmayacak söz veriyorum sana." dedi. Masadan destek alarak ayaklandım.
"Değişen bir şey olmayacak ha?" diye sordum iğneleyici bir tavırla. Annem burun kemerini sıkıntıyla sıkıp ela gözlerini tekrar bana çevirdi.
"Bu konu tartışmaya kapalı, kendini benim yerime koymayı denemelisin. Ve evet bir şey değişmeyecek, her yaz olduğu gibi buraya geleceğiz."
Dudaklarımı ıslattım, "Değişmeyen tek şey senin bencilliğin olur." diye çıkıştım. Sinirle yumruğunu masaya indirdi.
"Benimle böyle konuşamazsın!"
Babam araya girerek annemi dindirdi. "Annen haklı, anlayış göstermen gerekir." dedi. Bu sözler üzerine babama hayretle baktım. Bir hışım odama geçip öfkeyle kapımı çarptım. Kendime hakim olmak adına oradan ayrılmam gerekiyordu, zira sözlerim yaydan çıkan bir ok görevi görecekti. Büyük yıkımlar büyük hasarlar doğururdu insanın ruhunda. Bunun sonucunda yavaş yavaş eksilirdiniz.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günahkâr Serseri
Teen FictionOn sekiz yaşındaki Hande binlerce kurduğu sahte dostlukların ardından içine kapanan biri haline dönüşmüştür. Ta ki ani bir kararla şehir değişikliği yapılıncaya dek. Onun hikayesi asıl şimdi başlıyor. Yirmi yaşındaki cipa hastası Destan, insanlarda...