Şu yaşıma kadar karşılıklı kimseyle tartışmışlığım yoktu. Her şeyin bir ilki var derler. Fazlasıyla içe dönük biriydim. Tartışmaya ne cesaretim olurdu ne de tenezzülüm. Artık tekdüze bir hayat yaşamıyordum. Olayların içine çekiyordu hayat beni.
Değişiyordum.
Sırma, "Ağlama ne olur." dedi saçlarımı okşayarak. Bir bankta oturuyorduk. Zil çalmış herkes sınıflarına dağılmıştı.
"Kendimi hiç bu kadar düşürmemiştim." diye hayıflandım.
"Yanlışsın. Sen kendini düşürmedin, Yağmur'un bunu çoktan hak ettiğini düşünüyorum." diye duraksadı. "Ayrıca minnoşluğunu gene de iyi korudun ben olsam o siyah saçlarını kökünden koparmıştım bile." diye ekledi. Ona dönüp baktım.
"Bunu sen mi diyorsun?" dedim alayla.
"Yani kimsenin saçını yolmadım, ama deneyimsiz oluşum yapamayacağım anlamına gelmez." dedi bilmiş bir edayla. O sırada Destan ağır adımlarla yanımıza doğru geliyordu. Kendimi hastalıklı bir derecede ona ait hissediyordum. Aitlik hissi fazlasıyla ağır basıyordu. Başıma gelen en kötü şeylerde bile aşkıma sığınıyordum. Yorgun bir ifadeyle bana baktı.
"Bizi biraz yanlız bırakır mısın?" diye sordu. Sırma önce bana daha sonra Destan'a bakıp yanımızdan ayrıldı. Koca bahçede ikimiz kalmıştık. "Bir daha onunla tartışmaya girmeni istemiyorum." dedi. Kaşlarımı çatıp ona baktım, o ise bahçeye bakıyordu.
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Onu tanımıyorsun. Tehlikeli biri." dedi
"Tehlikeli biri olması ona karşı gardımı almayacağım anlamına gelmiyor." diye çıkıştım.
"Ben varken gardını almana gerek yok." dedi kaçamak bir tavırla. Dediğine pişman olmuş gibi bir hisse kapıldım.
"Kirli yaşantının pislikleri kıyılarıma vuruyor." diye söylendim. Neşeli olmaktan çok uzakta bir gülümsemeyle gözlerini bana çevirdi.
"Bu durumda ben denizsem sende kıyı oluyorsun. Dalgalarım seni yoracak pisliklerim ise boğacak." dedi zehir gibi karanlık bir sesle. Ona düz düz baktım. Aslında bizi tanımlamıştı. Ama bir şeyi hesaba katmamıştı.
Güneşli bir hava dalgalarının dinmesine neden olurken, sevgim onu pisliklerinden arındıracaktı.
"Ona karşı savumasız ol demiyorum. Ama onu karşına alma, Yağmur'un ne yapacağını bazen kestiremiyorum." diye ekledi.
"Ne önemsiyordun ya."
"Evet." dedi zor bir şeyi kabullenir gibi. "Umurumda değilsin, sadece tavsiye vermekti amacım."
"O halde tavsiye vermenin de ziyanı yok." Yağmur sonrası oluşan toprak kokusunu derin bir nefesle ciğerlerime çektim. Olaylı bir günün başrolu olmak, asla alışık olduğum bir durum değildi. Benden olsa olsa ancak figüran olurdu. Örneğin, kimseyle iletişim kurmazdım. İnsanlar bunu kendini beğenmişlik olarak algılıyorlardı. Gel görelim ki işin iç yüzü çok farklıydı.
Ben Hande Gürmen'im. Kendi kabuğunun içine hapsolmuş iki dünyalı bir salyangoz gibiydim. Salyangozlar çevrede tehlike sezer ya da olumsuz bir şeyden rahatsız olurlarsa, kendilerini kabuğunun içine çekiverirler. Bir bakmışım ki, o kabuğun içinde yılları devirmişim.
Bir zamanlar küçük bir kız vardı. Yaşıtlarının aksine başıboş, dersleri umursamayan kendi hayal dünyasının içinde yaşayan, ders çalışmak yerine resim çizen, hayal dünyasını küçük bir deftere akıtan, mahalle arkadaşlarıyla bisiklet sürmeyi seven küçük bir kız vardı. Arkadaşlarının aileleri, bu kızla arkadaşlık yapılmasını tasvip etmedi. Akademik anlamda başarılı olmayışının cezasını çekmişti. Bir avuç geçmişle yapayalnız kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günahkâr Serseri
Novela JuvenilOn sekiz yaşındaki Hande binlerce kurduğu sahte dostlukların ardından içine kapanan biri haline dönüşmüştür. Ta ki ani bir kararla şehir değişikliği yapılıncaya dek. Onun hikayesi asıl şimdi başlıyor. Yirmi yaşındaki cipa hastası Destan, insanlarda...