"Seni öldürmek istiyorum."

794 55 8
                                    

"Neden içimden bir ses geri dönmeyeceğini söylüyor?"

Arkamdan gelen sesle irkildim. Burda olmasını beklemiyordum. Belli ki beni takip etmişti. Cevap vermeden önce kendime uygun cümleyi bulmak için süre tanıdım.

"Çünkü geri gelmeyeceksin. Peki, neden veda etmedin? Bana hala kırgın mısın?"

Arkamı dönüp kıvırcık saçlı çocuğa baktım. Gerçekten üzülmüşe benziyordu. Ama hala çok iyi mi oynuyor yoksa gerçek duygularını mı yansıtıyor karar veremiyordum. Zoraki bir gülümseme takınarak "Geri geleceğim." dedim. Sıkıldığını belli ederek başını salladı. "Hadi ama, bana yalan söylemene gerek yok." dediğinde gerçekten üzüldüğüne emin olmuştum. Aramızda ki mesafeyi kapatıp yanıma gelince bir an gözlerinin dolu olduğunu sanıp şaşırdım.

"Vedaları sevmiyorum. İnsanın kalbini kırmaktan başka hiç bir şeye yaramıyolar."

Başını sallarken öne eğdi.

"Eşyalarının bir kaçı bende kalmış."

Ses tonuna şaşırarak yere eğdiği başını çenesinden tutarak kaldırdım. Sıkıntılı yüzünde gözleri camla çevriliymiş gibi parlarken onun bu halina dayanamayıp gözlerimin dolmasına izin verdim. Onu nasıl bu kadar üzebilmiştim ya da ona nasıl bu kadar çabuk bağlanabilmiştim bilmiyordum. Gülümseyerek "Seni özleyeceğim Mike." dediğimde o da gülümseyerek aynı cevabı verdi. Daha sonrasında ondan ayrılmam gereken noktaya kadar sessizce benimle geldi. Aramızda ki gergin hava ancak vedalaşırken sarıldığımızda yumuşamış gibiydi. Ona veda etmediğim için sessiz sessiz sitem ediyordu. Haklıydı. Ona veda etmeden sabah erken saatte evden çıkmıştım. Ama o nasıl yaptıysa beni burda bulmuştu. Bir tek ona değil kimseye veda etmemiştim. Gerçi geriye baktığım zaman veda edeceğim tek bir kişi vardı. Oda bana vedasını zaten etmişti. Beni hayatından çıkarmaya karar vermişken 'Selam, eve gidiyorum. Başım belaya girecek.' der gibi veda edip tekrar beni kurtarmaya girişmesini yada kararımdan vazgeçirmeye çalışmasını istemiyordum. Gidecektim ve belki geri dönmeyecektim. Ama babama ne olduğunu öğrenecektim, geride bıraktıklarıma bakacaktım. Buraya gelirken ordakilere de veda etmemiştim.

Uzaktan görünen kıvırcık kafaya tekrar bakıp buruk bir gülümseme gönderdikten sonra sıraya girip beklemeye başladım. Uçağa bindiğimde yolculuk hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Uçak havalamadan önce ki son dakikalarda genç bir çocuk yanımda ki koltuğa yerleştiği ve daha ilk dakikadan konuşmaya başladığı için içimdeki his git gide güçlendi. Beyaz tenli siyah saçlı bir çocuktu. Söylediğine göre adı Dylan'dı, 21 yaşındaydı ve tatil için gidiyordu. O kadar çok şey anlatmış, o kadar çok konuşmuştu ki sonunda dayanamayıp uyuyacağımı söyleyip onu susturmuştum. Uyumaya çalıştığım dakikalarda da hiperaktif gibi sürekli durduğu yerde hareket ettiği için on dakikadan fazla uykunun derinliklerine dalamamıştım.  Onunla geçirdiğim uzun saatlerden sonra sonunda karaya ayak bastığım için çok mutluydum. Eğer bir kaç saat daha o gevezeyle kalsaydım, daha buraya gelemeden öleceğimi biliyordum.

Hala evim dediğim şehre geldiğim zaman ne yapacağımı ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Evimin ve okulumun olduğu semte gelene kadar bazen aptal aptal yürümüş bazen bir taksi tutup uzun süre şehri gezmiştim. Yaklaştığım zaman bir kafeye girip bir şeyler atıştırdım. Uçaktan indiğimden beri kalbim huzursuz bir şekilde atıyor beyimdeki seslerden sürekli azar işitiyordum. Bazen sesler bedenimi de ele geçiriyor bana olan sinirleri yüzünden bir şeyler parçalamak istiyordum. Bazen ağlamaklı oluyor Justin'i aramak istiyordum. Arada yanımdan geçerken deli olduğumu düşündüğüne emin olduğum garson kıza bazen sert sert bakıp bazen gülümsüyordum. Sonunda derin nefesler alarak ne yapmam gerektiğine karar verdiğimde oturduğum yerden hızla kalkıp kafenin tuvaletine girip aynanın karşına geçtim. Çantamı açıp -güya- gizlenmek için aldığım ıvır zıvır bi kaç kıyafetimi aramaya başladığımda uçakta yanımda oturan geveze çocuğa sağlam küfürler savurdum. Bu benim çantam değildi. İşte bittiğim an buydu. Ne telefonum, ne kimliğim, ne de param vardı. Hayatımın en büyük bokunu yerken çantamı kaybederek bir decderin bir bok çukuruna  yuvarlanmıştım. Her şey mahvolmuştu. Dylan denen aptala da nasıl ulaşacağıma dair tek bir fikrim yoktu. Gezeve, aptal gibi davranmayarak  benim aksime telefonunu çantasına koymamıştı. Öfke damarlarımdan kanla birlikte akarken çöplerden birini devirip içindekilerin koridora yayılmasına neden oldum. Bunu toplayacak olanın bana sağlam  küfürler sağlayacağını biliyordum.

Sadece Bir Dans.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin