16.bölüm: korku!

6.8K 249 3
                                    

BARAN’IN AĞZINDAN
Telefonumun sesiyle gözlerimi açtığımda ekranda ‘Doğan’ yazısını görüp, yataktan doğrulurken aramayı kabul edip kulağıma götürdüm. “Beni uyandıracak kadar önemli bir şey olmadıysa git sevdiklerinle vedalaş.” Diye tehdit ettiğimde Doğan “Ağam önemli olmasa aramazdım. Ben konağın önündeyim ve Cengiz sizinle konuşmak istiyor. Git diyorum gitmiyor.” bir solukla dedi. Sakinleşmek için çenemi sıvazlayıp “haddini bildiremiyor musunuz?” diye sinirle soluduğumda “Dün bize ‘bir daha rahatsız etmeye kalkarsa dokunmayın bana haber verin’ demiştiniz. Emrinize karşı gelmemek için aradım hemen icabına bakıyorum.” Dedi. Dün aklıma gelince “Tamam, siz bir şey yapmayın avluya alın ben iniyorum.” Deyip kapattığımda sinirden delirmek üzereydim. Bu Mehmet iyice kaşınır olmuştu. Belasına okuyacaktım ama engeller çıkıyordu. Aşiretin ağalarından birinin oğlu olmasa şimdiye gebertmiştim o iti. Ancak babası hemen oğlunun kıçını topluyordu. Aklımdaki düşüncelerden sıyıran yatağımdaki güzel kadınım oldu. Yüzündeki tebessümle, dudağımın kenarında bir kıvrılma olurken elimi ipek sarı saçlarında gezdirmeye başladım. Dün konağa geldiğimizde hemen Hüma’yı uyutup, üstünü değiştirmeden yatmıştı. Kendisi değiştirmezken, benim de değiştirmeme izin vermemişti. Beyaz elbisesi ile melekleri andırıyordu. Güzelliği karşısında nutkum tutulurken, çenesi karşısında beynim yanıyordu. Fazla konuşmuyordu ama hazır cevaptı. Her şeye vereceği bir dili vardı. Mutluluğum, huzurum olmuştu. Kayla’nın hayatıma girdiği ilk zamanlar nasıl bela olarak görüyorsam şimdide onu her şeyim olarak görüyordum. Pürüzsüz yüzünü incelmem bittiğinde alnını öpüp, hemen yataktan kalktım. Eğer biraz daha onunla kalksaydım tüm sinirim uçup, gidecekti. Kokusu bende sakinleştirici etkisi yaratıyordu. Hemen üstümü değiştirip, cüzdanımı ve telefonumu alıp, odadan çıktığımda aşağıda avluda babamla birlikte Cengiz’i konuşurken gördüm. Merdivenleri hızla inip, Cengiz’e “Seni öldürmemi çok mu istiyorsun da ikide bir bana ayak bağı oluyorsun?” diye sertçe çıkıştığımda Cengiz cesaretle “Baran Ağa sen iyice kendini kaybettin. Sen ne hakla Mehmet Ağayla olan işime karışırsın?” diye bana hesap sordu. Bende gözlerimi iki saniye kapatıp, boynumu sağ sola kütürdettiğimde “Mehmet Ağa?” diye sakince sorduğumda karşımdaki adamın korktuğunu biliyordum. Cevap veremedi. Sonra tekrar sakince “Baran Ağa kim ki, nasıl karışır?” diye tekrar sorduğumda yine ses yoktu. Cebimden hızla telefonumu çıkarıp, Mehmet’i aradım. Açıldığında konuşmasına fırsat vermeyerek “Mehmet beş dakikaya konağımda olmazsan beynine sıkarım.” Deyip yüzüne kapattım. Cengiz’e dönüp “Bugün burada ikinizden birini geberteceğim.” Deyip, arkamı döndüm. Merdivenleri çıkıp çalışma odasına girdim ve masanın çekmecesinden silahımı alıp belime taktım. Bugün iki itten birinin canını alacağımı çok iyi biliyordum. Tekrar avluya döndüğümde babamın belimdeki bakışlarını gördüm. İki dakika bekledikten sonra konağa Yusuf Ağa ve Mehmet girdi. Adamlarım tetikte beklerken Yusuf Ağa “Hayırdır Haşmet Ağa, sabahın köründe ne oluyor?” diye sorduğunda babamdan önce davranıp “Herkese bu aşiretin ağasının ben olduğumu hatırlatacağım.” Diye ona cevap verdim. Mehmet’e dönüp “Mehmet sen kendini ağa olarak mı görüyorsun kendini de iş yaptığın adamlar sana öle hitap ediyor?” diye sinirle soluduğumda Mehmet kuyruğu sıkışmış bir şekilde “Ne haddime Ağam. Öle bir şey yoktur.” Dediğinde Cengiz sinirlenerek “Sen değil miydin Baran Ağa yakında Mardin’i terk edip, karısıyla İstanbul’a yerleşecek o zaman da aşiretin başına ben geçeceğim.” Diye ötmeye başladığında Mehmet “Yalan söyleme lan it!” diye bağırdı. Sonra Yusuf Ağa araya girerek “Cengiz, sınırdan kaçak silahları bizim tırlarımızla geçirmeyi teklif etti. Mehmet’te kabul etmeyince başkasıyla anlaşmış. Tırlarda birileri tarafından ihbar edilip, yakalanmış.” Oğlunu korumaya çalışarak dedi. Cengiz de bağırmaya devam ederek “Yemin ederim Baran Ağam, başkasıyla anlaşmadım. Sınırdan silahları Mehmet’in tırları ile geçirdik ama o ilk kabul ettiği paranın iki katını istedi. Bende neden diye sorunca Baran Ağa’ya sus payı olarak vereceğim dedi.” Diye devam ederken Mehmet “Elimde kanıtlarım var.” Dediğinde ben “Ne kanıtı?” dediğimde adamından dosyayı alarak bana verdi. Bende dosyayı inceleyip, Mehmet’in yine bu işten sıyrılacağını anladığımda babama baktım. Babam bana ‘daha var dedim’ bakışı atarken Cengiz “Ulan Mehmet yaktın beni. Seni dolandırıcı, düzenbaz.” Diye küfrederek Mehmet’e saldırdı. Mehmet savunmak yerine savunmaya geçince haklı yine o oldu. Sıksam beynine ne diyeceğim aşirete kanıtım yoktu. Yine sıyrılmıştı bu işten de. Adamlar Cengiz’i Mehmet’in üstünden aldığında ağzı burnu kanıyordu. Yusuf Ağa “Nedir Baran Ağa kararın?” dediğinde “Sana son uyarım Mehmet, bir daha en ufak olayda karşıma gel affetmem alırım canını. İster haklı ister haksız ol.” Dediğimde Cengiz bağırarak “Baran Ağa sen ne kadar şerefsiz bir adamsın kandırılan ben iken nasıl onu affedersin?” diye bana çıkıştığında suratına yumruk geçirip “Senin karşında Baran Mirzanoğlu var. Bir başkası yok. Senin o dilini keser köpeklere yediririm. Benim arkamdan iş çevirdin gelmiş bana kandırılan benim diyorsun.” Diye bağırdım. Sonra Mehmet’e ve Yusuf Ağaya bakıp “Mardin de benden başka Baran Ağa yok. Kimsenin gözü benim yerimde olmasın. Olanın beynini dağıtırım.” Deyip adamlarımın kollarından tuttuğu Cengiz’i, silahı belimden çıkarıp kafasından vurdum. Ateş sesinden sonra bir de çığlık sesi duydum. Adam yere yığılırken, arkama dönüp terastan bizi elleri ağzında, gözleri korkuyla açılmış beyaz elbisesiyle izleyen Kayla’yı gördüm. İşte onun gözlerindeki korkuyla bende korkmuştum. Korkumun sebebi silah veya bir başkası değildi. Kaylayla yaşadığımız mutluluğun sonu olmasından, Kayla’nın benden korkmasından ve uzaklaşmasından korkuyordum.
KAYLA’NIN AĞZINDAN
Gözlerimi açtığımda aşağıdan geldiğini algıladığım bağırış sesleriyle yataktan kalkıp odadan çıktım. Bu katın terasına çıktığımda avludaki erkek topluluğunda bir şeyler söyleyerek bir adamı döven Baran’ı görmemle gözlerim açıldı. Tam dur, yapma Baran diyecekken adamı bırakıp “Mardin de benden başka Baran Ağa yok. Kimsenin gözü benim yerimde olmasın. Olanın beynini dağıtırım.” Diye bağırarak belinden çıkardığı silahla adamı vurdu. Ben o anki refleksle çığlık atıp, ellerimle ağzımı kapadım. Baran arkasına dönüp, bana baktığında bir tepki verememiştim. Çünkü o adam bana dokunduğu elleriyle gözümün önünde can almıştı. Ne tepki vereceğimi bilmiyordum çünkü bu kadar vahşet bana fazlaydı. Hüma’nın ağlama sesiyle kendime gelip, hızla onun odasına girdim. Çığlık çığlığa bağırırken hemen kucağıma aldım. Sakinleştirmeye çalıştım. Silah sesiyle ben ne hale geldiysem Hüma kim bilir nasıl korkmuştu. Beş altı dakika sonra sustuğunda odaya Yaren elinde biberonla girdi. Hüma’yı ona bırakıp odadan çıktığımda merdivenlerin başında Baran’ı gördüm. Onu görmemezlikten gelip hızla odaya girdiğimde o da peşimden girdi. “Kayla” diye seslendiğinde dönüp, cevap vermedim. Giyinme odasına girip, ne yapacağımı bilmediğim için hızla geri çıktım. Banyoya gireceğim sırada sertçe kolumdan tutulup çekildiğimde, hemen kolumu elinden kurtarıp “Dokunma!” diye sertçe çıkıştığımda bana üzüntüyle baktı. Banyoya girip, kapıyı kilitlediğimde kendime ‘ne yapıyorum?’ diye sordum. Gerçekten ben ne yapıyordum, niye bu kadar büyük tepki vermiştim. Ben bu adamın zaten kötü olduğunu bilmiyor muydum? Biliyordum. Peki, neden böyleydim. İçimde adını koyamadığım bir his vardı ve bu da canımı acıtıyordu.  Duş alıp, banyodan çıktığımda Baran’ı odada bulamamıştım. Üstümü giyinip, aşağıya indiğimde sofrada Haşmet Ağa ve Zişan hanım vardı. Kahvaltı sessiz sedasız biterken yukarı Hüma’nın yanına çıktım.
Tüm gün boyunca Hüma ile ilgilenirken elim ne kadar telefona gitse Baran’ı arayamamıştım. Akşam yemeği için aşağıya ineceğim vakit Zişan Hanım’ın çığlığıyla korkarak odadan çıktım. Aşağıya baktığımda koltuğa oturmuş, kulağında telefon “İyiler mi? Ne demek bilmiyorum.” diye bağırarak ağlıyordu. Aklıma bazı gelen düşüncelerle aşağıya hızla indim. Çalışanlar koşturmaya başlamıştı. Zişan Hanım’a yaklaşarak titrek çıkan sesimle “ne oldu?” diye sorduğumda kulağındaki telefonu yere düşürdü. Bana bakıp, hiçbir şey söylemediğinde “Zişan Hanım Baran’a bir şey mi oldu?” diye sıkıntıyla sorduğumda “Ba-ba-Baran!” diye kekeledi. Kaşlarımı çatarak, Zişan Hanım’ın düşürdüğü telefonu alıp, son görüştüğü kişiyi aradım. Telefon dördünce çalışta açıldığında tanımadığım bir ses “Alo?” dediğinde “Baran iyi mi?” diye sordum hemen. Arkadan silah sesi geldiğinde “Baran Ağam!” diye bağırdığında hat kesildi. Telefonu fırlatıp, Zişan Hanım’ı sarstım. “Ne oluyor Zişan Hanım!” diye bağırdığımda beni iterek, kalktı. Arkasından bende kalkarak kolunu tutup, kendime döndürdüğümde “Baran’a ne oldu?” diye bağırdım. “Yolda gelirken çatışma çıkmış, bilmiyorum ne olduğunu! Defol git odana, görmeyeyim seni!” diye bağırdığında hızla yukarı çıktım. Çantamdaki her şeyi boşatıp telefonumu elime alıp Baran’ı aradım. Ulaşılmıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum ve kulaklarımda silah sesi vardı.
      Saat dokuza geliyordu. Baran’ın şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu. Hatta üç saat önce burada olması lazımdı. Aşağıda hareketlenmeler vardı. Hüma da deli gibi ağlıyordu onu susturmaya çalıştıkça bağırıyordu. Oda huzursuzdu, kesin bir şey olmuştu Baran’a. Daha fazla dayanamayıp, bende ağlamaya başladım. Ben ağladıkça Hüma susuyordu. Yaren’e verip, tekrardan Baran’ı aradığımda yine ulaşılamıyordu. Aşağıya indiğimde Zişan Hanım korumayla konuşuyordu. Beni görünce korumayı yolladığında “Var mı bir haber?” diye sakince sorduğumda “Çok mu ilgilendiriyor Baran seni? Seni Şeytan, defol git odaya, görmeyeyim seni.” Diye bağırdığında “Benimle uğraşacak bir zaman değil. Bir haber var mı merak ediyorum.” Diye sakinleştirmeye çalıştım. Arkamdan gelen sesle “Zişan Teyzem ilaçlarını iç hadi, sakinleş biraz.” Meliha’ya döndüm. Şaşırmama, korkum ve merakım izin vermiyordu. Ona burada senin ne işin var diye sormadım bile. Zişan Hanım “Ne bekliyorsun daha sen, sana odana çıkmanı söylüyorum.” Diye bağırdığın Meliha “Daha fazla ortamı germeyin de odanıza çıkın.” Dedi. Daha dayanabilecek gücüm kalmamıştı. Saatlerdir Baran’dan haber alamam, ona bir şey oldu düşüncesi ile kendimi frenlemeyip “Sen Zişan Hanım’san ben de Gelin Hanımım. Ben Baran’ın karısıyım, ona ne olduğunu bilmek benim hakkım. Daha fazla benden saklamayın neler olduğunu, Baran elbet bu konağa gelecek, geldiğinde de sinirlenmesini istemezsin dimi Zişan hanım?” diye tehdit ettiğimde Zişan Hanım pes ederek “Bende bir haber alamıyorum.” Dedi. Kalbim sıkışırken Meliha bana “Öğrendiğine göre çıkabilirsin odana.” Dediğinde bu kızın kendini ne sandığını ve benim ona artık yeter deme vaktim geldiği için “Meliha sen kimsin? Bu konakta ne işin var?” diye sorduğumda “Baran’ı merak ettiğim için geldim ve ben Baran’ın çocuk-“ konuşmasını kesip “Baran’ın sen çocukluk arkadaşısın ve Baran’ı merak ettiğin için geldin. Ben kimim biliyor musun? Baran’ın karısıyım yani gelin ağayım. Sen ne cüretle benimle böyle konuşabilirsin.” Diye hesap sordum. Bana cevap veremezken bende daha da üstüne gidip “Sabrımı zorlama. Eğer zorlarsan inan seni bu konağın önünden geçirtmem. İster tehdit ister uyarı olarak algıla.” Dediğimde bana nefret bakışlarını atarken Zişan Hanım şaşırmıştı. Tüm sinirimi ondan çıkarırken biraz olsa rahatlamıştım. Bir süre sonra korumalardan biri avlunun ortasına gelip “Baran Ağa geldi!” diye bağırdığında konağın kapısı açılmaya başlamıştı. Hızla merdivenlere yöneldim, merdivenleri inmeye başladığımda arabası avluya giriyordu. Merdivenleri bitirdiğimde gözlerim buğulanmıştı. Baran arabadan inip, bana döndüğünde, kalan son enerjimle ona koştum. “Baran!” diye boynuna sarıldığımda gözlerimin pınarlarına izin verdim. Elleri belimi daha da sararken, kafasını boynuma gömdü. Birkaç dakika onun göğsünde ağladım. Hıçkırarak “İyi misin? Var mı bir şeyin?” diye sorduğumda yüzünü boynumdan çekip, gözlerimizi buluşturdu. Bir elini belimden ayırdığında korkarak daha da bedenlerimizi birleştirdim. Adamın içine girecektim resmen ama umurumda değildi. Çenemden tuttuğunda “Şimdi daha iyiyim. Korkma, yok bir şeyim.” Dediğinde inanmayarak “Gerçekten mi?” diye sordum. Gülümseyip “Gerçekten!” dediğinde daha fazla ayaklarımın beni taşıyabileceğini zannetmiyorum. “Baran nasıl korktum biliyor musun?” İtiraf ettiğimde “Bende korktum.” dediğinde sıkıca sarıldım. Konakta bulunan herkes bizi izliyordu. Ne konuştuklarımızı duyamıyorlardır ama Baran’la aramızdaki duyguları anlıyorlardır. Biraz ayrılarak “Telefonun nasıl kapalı olur?” diye hesap sorduğumda gülerek “Bana hesap mı soruyorsun?” diye sordu. “Evet, soruyorum, cevap ver.” Dediğimde ne olduğunu anlamadan beni kucağına aldı. Hiçbir şey demeden, kollarımı boynuna sardım. Kafamı göğsüne koydum. Merdivenleri çıkarken “Bana kaldın yine!” dediğinde “Senden başkasına kalamam ki!” diye açıkça söylediğimde Baran “Anne sonra!” dediğini duydum. Odanın kapısına açıp, beni yatağa yatırdığında “Hüma’nın yanına git!” dedim. Bana güldüğünde “Çok korktu. Git, öp ve sarıl. Hemen uyuya kalır.” Diye söylendiğimde ceketini çıkarıp, odadan çıktı. Aklımda bugün yaşadığım korku vardı? Neden çok korkmuştum? Cevabı çok basitti. Baran’ı kaybetmekten delicesine korkmuştum. Onun başına bir şey geldiğini hatta öldüğünü düşünmüştüm. Kalbim sıkışmıştı, ondan haber almayınca. “Allah’ım şükürler olsun. Onu benden ve kızından almadığın için.” sesli dua ettim. Kaç dakika sonra Baran odaya geldi bilmiyordum ama gelip yanıma yattığında ellerinden kurtulup, öfkeyle “Baran senden nefret ediyorum, bana, kızına bunu nasıl yaşatırsın? O telefonunu nasıl kaparsın?” diye isyan ettiğimde “Kayla!” diye uyarıda bulunduğunda “Ne?” diye karşılık verdim. Yanına bakış attığında sustum. Arkamı dönüp, yattığımda hemen ellerini karnıma dolayıp kendine çekti. “Kayla yapma, şuan sana ihtiyacım varken sırtını dönme bana!” diye çaresizce inlediğinde daha fazla dayanamayıp, ona döndüm. Elimi yüzüne koyup, kirli sakallarında gezdirdim. “Beni de anla, Zişan Hanım bir şey söylemedi, sen telefonunu açmıyorsun. Hüma deli gibi ağladı, ilk defa onu susturamadım. Aklıma olmasından korktuğum düşünceler geldi.” Dediğimde “Ne gibi düşünceler?” diye sordu. Açıkça “Ölmenden beni, bizi bırakıp gitmenden korktum. Ne kadar canım yandı bilemezsin? Babam gibi senden bıraksaydın, toplayamazdım kendimi. Anlıyor musun? Kalbimdeki boşluğuna dayanamazdım. Ölürdüm Baran.” dediğimde sessizliğe büründü. Bakışları yüzümde dolandı. Gözlerimin içine baktı. Kaç salise, kaç saniye baktık gözlerimize bilmiyordum. Baran’ın dudaklarından o iki kelime döküldüğünde “Seni seviyorum!” benim için zaman durdu. Bakakalmıştım yüzüne. Karşılık veremedim. Boğazım düğümlendi.             

TÖREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin