22. bölüm: AN-Ne

6.5K 228 6
                                    

Özlemekmiş oysa sevmek. Baran’ı ne kadar özlediğimin haddi hesabı yoktu. Onsuzlukla geçen tam dört gün olmuştu. Onsuz, sesini duymadan, kokusunu almadan, sarılmadan ve öpmeden dört gün geçirmek meğer ölümmüş. Bunu anlamıştım. Hasretiyle kavrulmak buymuş demek ki. Hani derler ya göz görmezse gönül katlanır diye yalan kocaman bir yalan. Tam tersine göz görmeyince gönül rahat değil, katlanamıyor. Varlığını bildiğimden, yanımda olmayışıyla canım acıyordu. Ne uyku uyuyabiliyordum ne de yemek. Buradaki tişörtlerini giyerek kokusu siner belki diyordum. Baran’ sız ne bu çiftlikteki yatak odamızda yatabiliyordum ne de diğer odalarda kalabiliyordum. Ne ara alışmıştım? Ne zaman kendine bağlamıştı beni? Onu unutacağım dediğim günün gecesi deli gibi özlemiştim onu. Peki ya Baran beni düşünüyor muydu? O da benim gibi özlüyor muydu? Sesimi, kokumu… Bensiz yatağımızda uyuyabiliyor muydu? Geceleri benim gibi yastığıma sarılarak mı yatıyordu? Kendini öyle mi avutuyordu? Yokluğumuzu hissedip bizi düşünüyor muydu? En önemlisi benim aklımdan çıkmadığı gibi acaba ben de onun aklından çıkmıyor muydum? Eğer benim gibi o da özlediyse arardı. Ne olursa olsun arardı, araması gerekirdi. En azından onun elinde Hüma vardı. Onun için arayabilir veya gelebilirdi. Ama ne aradı ne geldi. Sadece beni bu çiftliğe yolladı. Ben de aramamıştım bende onu sormamıştım. Neydi peki içimdeki bu savaş? Kendimle çatışmam normal miydi? Kabul ediyorum, hatalıydım. Gittiğim için değil ona söylediklerim için pişmandım. Ne kadar kırdığımı sonradan anlamıştım, söylediklerim acıtmıştı onu. Kardeşimi korurken Baran’ı kaybetmiştim. Ne kadar çok özlersem özleyeyim, ne kadar acı çekersem çekeyim onu Meliha elimden almıştı. Ama Baran bana bir çözüm bulacağını söylemişti. Belki bu yüzden gelmiyordur. Ben pencerenin önünde oturmuş yağmuru izlerken düşüncelerimden sıyıran, iki gün önce Mardin’e geri dönen Zeynep’in “Abla, hadi gel kahvaltı hazır!” diyen sesiyle ona dönerek “karnım aç değil ki!” derken saate bakarak “Saat on bir oldu ve sen hala bir şey yemedin, akşam da bir şey yememiştin. Düşüp, bayılacaksın abla hadi kalk bir şeyler ye, yüzünün rengi solmuş. Her şey yoluna girer, merak etme Baran Ağa seni seviyorsa Meliha’yı kuma diye almaz.” Dediğinde pencerenin önünden kalkarak “Her şeyin yoluna girdiği yok, tam tersine.” Diyerek yanında geçtim. Hüma’yı odadan alarak, aşağıya geçtim. Kahvaltı masasına oturup, birkaç bir şey ağzıma attım. Zeynep’in de gelip oturmasıyla çayımdan yudumlamaya başladım. Hüma’ya da yemeğini yedirdiğimde mide bulantısıyla hemen Zeynep’in kucağına vererek hızla lavaboya koştum. Yediğim her şeyi çıkarıp, elimi yüzümü yıkadım. Zeynep’in telaşlı sesi ile “Abla iyi misin?” sorarken lavabodan çıkıp,” iyiyim bir şeyim yok.” Dediğimde Zeynep öfkeyle “Nerede iyisin? Şu haline bak yemek yediğin yok, doğru düzgün uyuduğun yok böyle hastalanırsın. Doktora gidiyoruz, hazırlan.” Dediğinde koltuğa oturarak “Doktora gitsem ne olacak, iğne, ilaç veya serum verecek. Eve geldiğimde tekrar aynısı olacağım. Benim Baran’ sız hayatıma alışmam lazım, o yüzden bırak birkaç hafta böyle olurum sonra düzelirim.” Dedim. Zeynep sinirle “Niye pes ediyorsun? Gidip, Baran’ı görsene, bugün pazarda konaktadır. Bir sebeple git gör. Adama dediklerinden sonra senin ayağına gelmez bekleme. Sen git bir bahaneyle. Merak etme seni gördükten sonra hemen siniri geçer sana. Senin tek bir hamlene bakıyor.” Diye bağırdığında dedikleriyle biraz düşündüm. Aslında doğru, bir bahaneyle gidebilirdim de ne bahanesiyle? Ben düşünürken Zeynep bir anda “Hüma’nın ve senin giyecek kıyafetin kalmadı.” Dediğinde “Hayır, dolapta var ya.” Derken Zeynep alnına vurup “Bahanen, konağa gidip küçük bir çanta hazırlayacaksın. Baran Ağa da senin gideceğini düşünecek sonrası da sana kalmış.” Dediğinde “Tamam, anladım.” Diyerek hızla odaya çıktım. Mavi, dar kot pantolonu ve üstüme açık mavi gömlek giydim. Birkaç düğmesini açarak gerdanımı açıkta bıraktım. Saçlarımı ördüm ve arkama attım. Göz kalemi ve hafif rujumla hazırdım. Boy aynasından baktığımda Baran’ın sinirleneceğini aklıma kazıdım. Çantamı ve hırkamı alarak aşağıya indim. Zeynep beni süzerek “İşte bu, delirt biraz.” Dediğinde kıkırdayarak evden çıktım. Korumalara söyleyerek arabalardan birine binerek konağa yola çıktım. Bir saat önce yağan yağmur yerine güneş yerini almıştı. Konağın avlusuna girdiğimizde arabadan inerken Yaren yanıma gelerek “Hanımım hoş geldiniz!” dediğinde gözlerimle etrafı tarayıp ne Zişan Hanımı ne de Baran’ı görememiştim. “Hoş buldum.” Derken Yaren “Ben Ağama haber edeyim.” Dediğinde “Nerede ki?” diye sordum. İstemeyerek “Bahçedeler.” Dediğinde çoğul ekini aldırmayıp, bahçeye yöneldim. Kapıdan çıktığımda hızla sevdiğim adamı bulmak için etrafı taradım. Baran’ı arkası dönük yanında Zişan Hanım ve Meliha’yı gördüğümde boğazıma oturan yumru ile yutkundum. Kendime ‘sakin ol, hiçbir şey yok, Baran yapmaz.’ Diyerek kandırmaya çalıştığımda yanlarına gitmek için bir adım atmıştım ki Meliha ile Zişan Hanım’ın güldüğünü görünce ve gülüşün dudaklarında memnuniyetle durduğunu görünce arkamı dönerek hızla konağa girdim. Kendi kendime “Aptalsın.” Dedim. Merdivenleri çıkarak yatak odamızın kapısına geldiğimde birkaç saniye bekleyerek içeriye girdim. Girer girmez Baran’ın kokusu ciğerlerime dolarken hiçbir şeyin değişmediğini gördüm. Nasıl da özlemişim bu kokuyu. Anında kendime “Sakın kendini kaptırma. Eşyaları alıp, gideceksin ve bu odaya geri dönmeyeceksin.” Diyerek kendime hatırlatma yaptım. Hızla giyinme odasına girip, küçük bir çantaya kendi eşyalarımı koydum, Hüma’nın odasından da alınacakları alıp çantayı kapatacağım sırada odanın kapısı açıldı ve “Kayla!” diye seslenen Baran’ı duydum. Kalbim hızlanırken çantayı da yerden alarak giyinme odasının kapısını açarak odadan çıktığımda tam karşımda dört gündür görmediğim yüzüne hasret kaldığım adamı gördüm. Sarılmak için bir yanım yalvarırken diğer yanım Meliha’yı hatırla diyordu. Soğukça baktığımda Baran bir elimdeki çantaya bir gözlerime bakarken “Niye geldin?” diye sorduğunda ifadesizce elimdeki çantayı göstererek “Bunun için!” derken Baran “Bu kadar mı?” diye sordu. İfademi bozmayarak “Bu kadar.” Diyerek odadan çıkmak için yeltendiğimde kolumdan tutarak kendine çekti ve ellerini belime doladı. Çantayı yere bırakıp, kollarından yavaşça çıkarken “Ben değilim sarılacağın insan.” Dediğimde kendi canımı da yaktım. Aslında dediğim doğruydu, ben buraya onun için gelmişken o benim gitmemden sonra aramayıp sormayıp Meliha’yı konağa getirmişti. Dediğim şeyle bana öfkeyle bakarak “Hala devam mı ediyorsun?” diye sorduğunda “Bir şeye devam etmiyorum. Olması gerekeni yapıyorum senin gibi.” Diyerek çantayı alarak odadan çıktım. Merdivenlerin başında beni yakalayıp, kolumdan tutarak, kendine çektiğinde “Ne istiyorsun kolumdan?” diye öfkeyle sorduğumda aşağıda Meliha ve Zişan Hanım’ı gördüm. Baran “Sen ne istiyorsun asıl Kayla?” diye sinirle sorarken açıkça “Beni bırakmandan başka hiçbir şey istemiyorum.” Dediğimde “Kayla buraya ne için geldin beni delirtmek için mi?” diye sordu. “Hayır, eşyalarımı almak için geldim.” Dediğimde “Başka zaten niçin gelirsin ki benim için mi geleceksin?” derken “Senin gibi değil mi?” diye sorduğumda bana anlamaz bakışlarla bakarken “Bırak Baran!” diyerek elinden kurtularak merdivenleri indim. Avluda Meliha ve Zişan Hanım’ın zafer dolu bakışlarıyla karşılaşarak arabaya bindim. Merdivenlerden hızla inen Baran’ı gördüğümde ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım. Hızla gelip kapımı açtı ve “İn!” diye emretti. “İnmeyeceğim!” diye direttiğimde Baran kolumdan tutarak indirdi. Ön koltuğun kapısını açarak “Ben götüreceğim.” Diyerek bana fırsat vermeyip, beni oturdu ve kapıyı suratıma kapattı. Meliha’nın öfkeli bakışlarını gördüğümde sinirlendim. Arabaya binen Baran arabayı çalıştırırken “Müstakbel karın kıskanıyor. Sen onun yanına git, beni korumalardan biri bırakır.” İğnelercesine dediğimde sertçe bakarak “O dilini kesip, eline vereceğim. Bir daha böyle konuşup, delirtirsen beni yemin ederim yaparım.” Diye tehdit ettiğinde, ciddi olduğunu anlayarak sustum. Birkaç dakika geçmemişti ki onun özlemiyle kaçamak bakışlar attım. Ağlamak istiyordum, onunla aynı arabaydım ve konuşamıyordum. Güzel bir şey söyleyemiyordum. Biz hiç güzel bir şey söylemiyorduk ki, söylesek de ardından hep kavga ederdik. Böyle düşünürken nefesim daralmıştı. Yine aklıma o kadın gelmişti. Camı açarak, arabayı hava doldurduğunda üstümdeki ince gömlek yüzünden biraz üşümüştüm. Baran’ın da anladığını görünce “Böyle giyinirsen, üşürsün.” Dediğinde hoşuma gitse de “İster üşürüm ister üşümem.” Dedim yüzüne bakarak “İster giyersin ister giymezsin dimi?” dedi. Bende kafamı sallayarak “Evet, ister giyerim ister giymem.” Dediğimde tebessüm ederek bana baktı ve bakışlarını yola çevirirken “Ne olsa özgür bir kadınsın!” derken bende yine kafamı sallayarak “Evet, özgür bir kadınım.” Dedim onun gibi kelimeleri vurgulayarak. Kahkaha atarak “Sen bensizliğe alışıp, kendini özgür sanmaya başlamışsın. İki üç gün sonra gelip, seni konağa götürdüğümde üzüleceksin.” Dediğinde “Sen beni o konağa bir daha götüremezsin. Asıl sen eline boşanma kağıtları geldiğinde üzüleceksin.” Dediğimde fazla cesaretliydim. Baran gülümsemeye devam ederek “Görürüz! Hele öyle bir şey olsun. Kimin üzüleceğini görürüz.” Diye tehdit ettiğinde sinirli olduğunu biliyordum. Ben de “Beni tehdit etme Baran, ne yapacaksın boşanmayıp, üstüme Meliha’yı kuma olarak mı getireceksin?” dediğimde çiftliğin önünde araba durdu. Bana dönerek “Gerekirse evet.” Dediğinde gök gürüldedi. Verdiği cevap karşısında “Sen bu kadar iğrençsin işte.” Diye yüzüne itiraf ettim ve hızla arabadan indim. Çantayı almayarak çiftliğin çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Baran da peşimden gelip, beni sertçe kolumdan tutarak durdurduğunda “Tekrar de!” diye öfkeyle tısladığında “Çok mu hoşuna gitti?” diye sordum. Sinirle “Kayla, delirtme adamı!” diye bağırdığında kendime engel olmayarak göğsünden sertçe ittirdim ve “İğrençsin. Beni sevdiğini söyleyip, kandırarak sana güvenmemi sağladın. Şimdi ise Meliha’yı üstüme kuma alacağını itiraf ediyorsun. Bu kadar olunmaz baran? Hayatımda böyle iğrençlik yaşamadım.” Derken yağmur yağmaya başladı. Baran sessiz kaldığında “Dört gündür ne uyku uyuyabiliyorum ne de yemek yiyebiliyorum. Niye, sen yoksun diye. Ben senin kokunu, sesini özlerken sen gidip o kızla bahçede gülüşüyordun. Ben senin bir çözüm bulacağını beklerken sen o kızın gülmesine sebeptin. Şimdi hala boşanmayacağım diyorsun! Ne yapmaya çalışıyorsun Baran, ben çok yoruldum? Artık yeter, her seferinde çabaladıkça daha da dibe battım. Bırak da artık kurtulayım!” diye itiraf ederken başım döndü. Baran “Kayla!” diye telaşla seslenirken etrafım kararmaya başlamıştı. Düşeceğim sıra belimden kavrarken Baran’ın korkmuş yüzünü gördüm. Etraf kararmıştı.
  O kadar yorgundum ki, göz kapaklarımı bile kaldıracak halim yoktu. Yumuşacık bir zeminde olduğumu hissettiğimde gözlerimi açarak, etrafıma baktım. Beyaz önlüklü bir kadınla karşılaştığımda hastane de olduğumu anladım. Doktor Hanım “İyi misiniz Kayla Hanım?” diye sorarak yanıma geldiğinde “Evet, gayet iyiyim de benim burada ne işim var?” diye sorduğumda gülerek “Bayılmışsınız, eşiniz de sizi hastaneye getirdi.” Dediğinde en son Baran ile tartışırken başımın dönerek etrafın karadığını hatırladım. Doktora “Başım döndü ve etrafım karardı. Bir an deprem oluyor zannetmiştim.” Dediğimde gülerek “Bunlar şuan normal, mide bulantınız var mı?” diye nazikçe sorduğunda anlamayarak “Ne normal?” derken şaşkınca “Hamileliğinizin belirtileri.” Dedi. Ben şaşkına dönerken “Ne?” diye istemsiz bir inilti koptu ağzımdan. Doktor Hanım “Tebrik ederim, on sekiz günlük hamilesiniz.” Dediğinde bakışlarımı karnıma çevirdim. Ben hamile miydim? Baranla ikimizin bir bebeğimi olacaktı? Şaşkınca bunları düşünürken Doktor “Babamız dışarı da telaşlı, ben müjdeli haberi vereyim.” Diyerek hareket ettiğinde “Hayır, söylemeyin.” Dedim. Neden böyle demiştim ki? Doktor gülerek “Siz mi söylemek istersiniz?” diye sorduğunda kafamı sallayarak “Evet, sürpriz olsun.” Dedim. Anlayışla karşılayarak dışarı çıktığında bir süre sonra Baran içeri girerek telaşla yanıma oturdu ve “İyi misin?” diye sorduğunda “iyiyim, bir şeyim yokmuş. Açlıktan bayılmışım.” Diyerek ondan hamile olduğumu sakladım. “Karnın aç mı?” diye sorduğunda “Hayır, buradan çıkmak istiyorum.” Dedim. Kafasını sallayarak odadan çıktı. Bende sırtımı yastığa yaslayarak elimi karnıma götürdüm. Hemen geri çektiğimde, korktuğumu anlamıştım. Şimdi ben ne yapacaktım, Baran’a nasıl ve ne diyecektim? Diye düşünürken Baran odaya girerek “Çıkıyoruz.” Dediğinde yatakta doğruldum. Yanıma gelip, ayakkabılarımı giydirdi, tam yataktan kalkacakken hızla beni kucağına aldığında “Baran ne yapıyorsun?” diye sorduğumda “Karımı kucağıma alıyorum.” Dedi. Bir şey demeyerek, başımı boynuna gömdüm. Hasret kaldığım kokusunu içime çekerek, ciğerlerime depoladım. Arabaya bindirip, yola çıktık. Sessiz geçen yolculuğumuz sonunda beni yine kucağına alarak çiftlik kapısına yöneldi. Kapıyı yardımcı açtığında hızla üst kata çıkardı. Odamıza girip, beni yatağa yatırdı. Dikkatle onu izlediğimde dolaba gidip, birkaç parça bir şey alarak geri döndü. Ayakkabılarımı çıkarıp beni yatakta doğrulttuğunda “Ne yapıyorsun?” diye sorduğumda “Üstünü değiştireceğim.” Dedi. Bende “Gerek yok, ben değiştiririm.” Dediğimde bana ‘sus’ bakışı atarak gömleğimin düğmelerini açtı. İçimdeki beyaz tişörtü de çıkararak karşısında sutyenimle kaldığımda yüzüm kızarmaya başladı. Tişörtümü giydirerek “Ayağa kalkabilecek misin?” diye sorduğunda “Ben hallederim!” diye hızla söylenirken Baran “Kayla, ben senin kocanım.” Dedi. Bende ayağa kalkarak, pantolonumun düğmesini açmasına izin verdim. Pantolonu çıkartırken, tenime değen eliyle ürperirken, hızla eşortmanımı giydirdi. Yavaşça yatağa yatırarak, “Karnın aç mı?” diye sorduğunda kafamı olumsuz anlamda sallayarak, cevap verdim. O da üstünü değiştirip, yatağa yattığında sırtımı ona döndüm. Anında beni karnımdan tutarak kendine çektiğinde elinin karnımda olmasıyla kalbim hızlandı. Hamile olduğumu bilmemesiyle, kendimi kötü hissederken “Neden buradasın?” diye sorduğumda “Olması gereken yerdeyim.” Dedi. Bende “Ama-“ diye başlayıp Meliha’yı hatırlatacağımı anladığında beni susturarak “Kayla, artık deme şunu. Unut, senin üstüne kuma getirmeyeceğim. Ne olursa olsun, o kadını aramıza sokmayacağım. Yarın akşam buraya geldiğimde her şeyi halletmiş olacağım, sadece sen, ben ve Hüma olacak. Düşünme daha fazla, canımızı acıtma. Bak, ne güzel yanımdasın, kokuna kavuşmuşum. Bırak da dört gün ayrılığın acısını çıkartalım.” Diyerek kendine beni çektiğinde tekrardan dediklerine güvenerek, bende elimi elinin üstüne yani karnıma koydum. Bebeğimizi taşıyordum ve hala şaşkınlık içerisindeydim. Benim ve onun parçasını taşıyordum. Hüma da kızımdı benim ama hayatımda ilk defa bu duygu veya hisle karşı karşıyaydım.
  Sabah gözlerimi açtığımda yatakta Baran’ı bulamadım. Saate baktığımda onu on beş geçtiğini gördüm. Hızla yataktan kalktığımda başımın dönmesiyle yatağa geri oturdum. Kendime geldiğimde karnıma elimi koyarak “Özür dilerim, senin olduğunu unuttum.” Diyerek onunla konuştuğumda içimde bir his oluştu. Çok güzel bir histi ben de devam ederek “Günaydın, benim hayatımın üçüncü umudu.” Diyerek yavaşça yataktan kalktım. Üstümü değiştirerek, lavaboda ki işlerimi halledip Hüma’nın yanına gittim. Dün çok ihmal etmiştim, yatağın üstünde uyanmış elleriyle ve ayaklarıyla oynadığını gördüm. Gülümseyerek yanına yatarak “Günaydın!” dediğimde neşeyle güldü. Bende gülerken “Sen kızmadın mı bana? Benim güzel kızım, darılmazmış da.” Diyerek kucağıma alarak, sevmeye başladım. Birlikte aşağıya inip, Zeynep beni görünce “Abla niye kalktın? Ben kahvaltını şimdi getirecektim?” diye telaşlanırken gülümseyip, sakin olması için “Bir şeyim yok alt tarafı hamileyim.” Dediğimde Zeynep “İyi ki bir şeyin yok. Dün zaten o yüzden bayıl- sen ne dedin? Hamile misin?” diye şaşkınlık yaşarken gülerek başımı salladım. Kucağımda Hüma da neşeyle çırpınırken Zeynep’in dili tutulmuştu. “Zeynep!” diye el salladığımda kucağıma atlayarak “Ayyy abla ben teyzemi oluyorum!” diye neşeyle cıvıldadığında aramızdaki Hüma’yı ezilmesin diye “Dur deli kız, kucağımda Hüma var.” Derken Zeynep kucağımda Hüma’yı alarak sevinç dansı yapmaya başladı. Sonra da “Kardeş mi geliyor sana? Abla mı olacak bu pamuk şeker!” diyerek onu güldürmeye başladı. Bende onlara mutlulukla gülerken Zeynep’e “Dur düşüreceksin!” dediğimde “Düşmez, ben tutarım onu sıkı sıkı!” diyerek havaya hoplattı. Bir süre sonra yorulduklarında Zeynep “Baran Ağayla da barışmışsınız. Ben sana ne dedim her şey yoluna girer dememiş miydim?” diye sorarken yüzüm düşüp “Haberi yok!” dediğimde bana “Ne? Nasıl?” diye telaşla sorduğunda oturarak dün olanları anlattım ve “Bu akşam buraya geldiğinde Meliha olayı kapanmış olursa söyleyeceğim eğer kapanmamış, çözüm bulamadıysa söylemeyeceğim ve boşanacağım.” Dediğimde bana korkuyla bakıp “Ciddi misin?” diye bana sorarken “Ciddiyim, ben onun töresine göre yaşayamam. Kuma gelmesine dayanamam. Ben o kadar aciz bir insan olamam.” Dedim. Bir süre sessizlik olduğunda Zeynep bozarak “Bu akşam her şey yoluna girmiş olacak ben inanıyorum. Şimdi düşünüp, kendini üzme. Hem sen artık iki canlısın, bebeğini de düşünmen gerek o yüzden sıkı bir kahvaltı yapman gerek. Zaten kaç gündür bebişi aç bırakıyorsun.” Diye duygudan duyguya girerek söylendiğinde gülerek “On dokuz günlük oldu!” diye şaşkınca karşılık verirken, kucağımdaki Hüma’yı öperek, kolumdan destek verircesine tuttuğunda “Sen çok iyi bir annesin ve öyle olmaya devam edeceksin.” Dedi. Bende kötü düşünerek “Hüma’yı ya ayırırsam? Eşit davranamazsam!” diye telaşa kapıldığımda Zeynep gülerek “Saçmalama, inan öyle bir şey olmayacak. Böyle şeyler düşünme, karamsar olma.” Dediğinde hak vererek “Tamam, hadi kahvaltı yapalım. Hüma’nın karnı acıkmıştır.” Diyerek ayağa kalkıp, masaya geçtik. Kahvaltıda hem yiyip hem konuşurken Zeynep Hüma’nın ağzına domatesin sulu tarafını verdiğinde “Yiyebilir dimi? Bir şey olmaz.” Diye sorarken Zeynep gülerek “Olmaz annesi merak etme. Hem siz bir doktora gitsenize.” Dediğinde “Düşünüyordum da bu olanlardan sonra aklımda mı kaldı?” diye sitem ettim.
  Akşama kadar zaman akıp giderken, aşağıdan kapının sesini duyduğumda Zeynep “Baran Ağa gelmiş, hadi aşağıya in!” diyerek pencereden bakarken söylendiğinde yataktan kalkıp “Hüma’ya dikkat et.” Dedim. Kafasını salladığında odadan çıktım, karşıdaki yatak odama girip, üstüme hırka alarak aşağıya indim. Baran’ın boydan boya cam olan pencereni önünde durarak telefonla konuştuğunu gördüğümde koltuğun başına oturarak beni fark etmesini bekledim. On saniye geçmeden telefonu kapatarak bana döndüğünde, gözlerimi gözlerine diktim. Ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum, o da bir şey demiyordu. Baran sessizliği bozarak “Bir şey diyecek misin?” diye sorduğunda omzumu silkerek “Ne diyeceğimi bilmiyorum ki!” diye itiraf ettiğimde yanıma geldi. Ellerini yanaklarıma koyup, alnımı öptüğünde “İyi misin?” diye sorarken “Bilmiyorum, senin ne diyeceğine bağlı.” Dediğimde gülerek “Korkuyor musun?” diye sordu. “Fazlasıyla.” Dediğimde ellerimden tutarak beni ayağa kaldırdı. Ellerini belime sararken, bende boynuna sarılarak “Söylemeyecek misin?” diye fısıldadığımda cevap vermedi. Bende “Ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sorduğumda “Hüma’yı özledim, yanına gidelim.” Derken hiçbir şey demeyip, elini tuttum. Belki de yolumuza devam edecektik ya da bizim son günümüz olacaktı. Bunu düşünerek ona karşı bu haldeydim. Hem Hüma için hem karnımdaki bebeğimiz için, belki de çözüm bulamamıştı bu yüzden bu anı bozmak istemedim. Elbet söyleyecekti, söylemeden önce de mutlu olmayı hak ettiğimizi düşündüğüm için onunla el ele merdivenleri çıkıyordum. Dördümüz için belki son belki ilk olacaktı. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde Zeynep durumu anlayıp bizi baş başa bıraktı. Ne kadar güzel bir atmosferdi, biz el ele, Hüma yanımızda karnımda bebeğimiz… Bir süre vakit geçirirken, Hüma neşeyle gülerek bir şeyler demeye çalışıyordu. Biz de gülerek Baran baba dedirtmeye çalıştığında Hüma’nın ağzından çıkan “An-ne” kelimesini hecelemesiyle ben şaşkınlıkla ona bakakaldım. İlk kelimesi anne olmuştu ve benim kucağımda elleri benim yanağımdayken, tekrar “An-ne!” diye hecelediğinde gözlerim dolarak gülmeye başladım. Hüma omzuma kafasını koyduğunda öperek, kokusunu içime aldım ve “Seni seviyorum! Teşekkür ederim!” diye fısıldadığımda Baran hayranca bize bakıyordu. Hüma’nın bir eli sıkıca hırkamı tutarken diğer yandan gözlerini kapamamaya çalışıyordu. Söylediği iki hece olan o kelime ile dünyanın en mutlu insanı olurken “Kızım benim!” diye kulağına fısıldayarak kokusunu içime çektim. Sırtımı yatağa yaslayacağım sıra Baran sırtını yatağa yaslayarak beni göğsüne çekti. Ben Baran’ın göğsünde Hüma benim göğsümdeydi. Baran elini karnıma doladığında hala ona söylemediğim için suçluluk duyuyordum. Söylemem gerekiyordu, hakkıydı ama çözüm bulamadıysa beni bırakmamasından korkuyordum. Sağ gözümden sessiz bir gözyaşı akarken Baran’a “Çok güzel bir karenin ortasındayız!” dediğimde beklemediğim bir şekilde karnımı okşayarak “Bebeğimiz de olsa daha güzel olur!” dedi. Kalbim hızlanırken yutkundum. Cevap vermediğimden Baran devam ederek “En az beş çocuk istiyorum ve bu geceden itibaren başlıyoruz. En az üç oğlum olacak, artık hamile kalman lazım.” Diyerek saçlarımı öptüğünde yine bir şey demedim. Baran “Niye cevap vermiyorsun? İstemiyor musun?” diye sorduğunda yutkunarak “Hayır, istiyorum. Seni dinlemek için cevap vermedim.” Dediğimde Baran keyifle “En baştan söylüyorum, en az beş en fazla yedi çocuk istiyorum. Eğer beş çocuğumuz olursa en az üç, yedi tane olursa en az dört oğlum olmasını istiyorum.” Devam ettiğinde “Neden erkek fazla?” diye sordum. Gülerek “Hem Ağayım hem de kız kardeşlerini koruyacak oğullarım olsun. Diyelim ki ileride yedi tane çocuğumuz var. Dördü erkek olsun çünkü üç kızıma da onların göz kulak olması lazım. Tabi bende varım ama ben kızlarıma kıyamam. Abi olmak ve baba olmak arasında fark var. Babam Selma’ya kıyamazdı, ne derse izin verirdi ama ben ona hep karışırdım. Arkadaşlarına bile korumayla yollardım. Kıskanırdım onu. Bu yüzden de oğullarım fazla olsun çünkü ben kıyamam kızlarıma, zaten sen bana yetersin.” Diye anlatırken ben gülüyordum. “Benim oğullarım sana çekmeyecek bak görürsün, kardeşlerine abicilik oynamayacaklar.” Dediğimde “Bak görürsün, ben onları öyle bir yetiştireceğim ki beş yaşındayken sana bile karışacaklar. Ben yokken yanında onlar ‘anne onu giyme, babam kızar.’ Diyecekler, bak görürsün. Oğullarım babalarının gözü kulağı olacak. Beni hep gururlandıracaklar, kızlarım ise baba aşkıyla hiçbir erkeğe bakmayacaklar.” Dedi. “Sen şimdiden bunları planlamışsın! Ne kadar kötüsün!” dediğimde boynumda öperek istekle “Özledim!” dediğinde bir şey diyemedim. Karnımda bebeğimizi taşıyordum ve hala ne olacağını bilmiyordum. Bir cesaretle “Meliha işi ne oldu?” diye sorduğumda boynumdan öperek cevap vermedi. Bende inadına “Cevap ver!” diye söylendiğimde “Yusuf Ağa’nın da ölüm fermanını verdim. Aşiret ağalarına da elimdeki belgeleri gönderdim. Onlar da ‘haklı’ olduğumu ve ölüm fermanına onay verdiler.” Dediğinde gülümseyerek “Meliha?” diye sorduğumda bana “Sana her şey bitti diyorum sen hala Meliha diyorsun be kadın! Yok, daha Meliha yok, hiç olmamıştı ki. Onu kuma alacağım gibi gösterdim çünkü zamana ihtiyacım vardı. Aşiretin önünde hiçbir zaman Meliha’yı kuma alacağım demedim. Sadece kararımın o olacağını düşündürdüm.” Dediğinde yine öptü. Bir ferahlama gelirken Baran’a dönüp “Odamıza gidelim!” dediğimde memnuniyetle gülümserken aklına gelen düşüncenin ne olduğunu bildiğimden içimden ‘Sen daha çok bekle Mardin Magandası. Hemen koynuna gireceğimi san. Hamile olduğumu söyleyeyim bir de üstüne ilk bir buçuk ayın olamayacağını söyleyince yüzünü göreceğim’ diyerek Hüma’yı yatağa yatırdım. Etrafını yastıklar koyarak, güvenliğinden emin olarak Baran’ın elini tutarak odadan çıktım. Merdivenlerden elinde mama ile çıkan Zeynep’i gördüğümde “Uyudu!” derken kafasını anladım dercesine salladı. Baran’ın arkasından odaya girdiğimde, ceketini çıkardığını gördüm. Karşıma gelerek belimden tutup kendine çekti ve “Artık zamanı geldi de geçiyor!” diyerek dudaklarıma yapıştığında büyüsüne kapılarak karşılık verdim. Bende özlemiştim onu öpmeyi ama artık bir engelimiz vardı. Hırkamı çıkardığında ayrılarak Baran’a “Olmaz Baran!” dediğimde şaşkınca bana bakarak “Niye olmuyor?” diye sorarken bir cesaretle “Hamileyim!” dedim. Baran bana bakakalırken “Ne dedin?” diye tekrarladığında “Hamileyim!” diye bende tekrarladım. Hızla beni kucağına alırken “Seni seviyorum!” diye haykırdığında bu sevinciyle bende “Seni seviyorum!” dedim. Dudaklarına öpücük bıraktığımda beni yatağa yatırıp “Ne zamandır?” diye sorduğunda “Bugün on dokuzuncu gün!” derken “Sen ne zamandır biliyorsun?” diye “Dün hastanede doktor söyledi.” Dediğimde mutlulukla bakarak dudaklarıma yapıştığında bende karşılık verdim. Bu kadar mutluluk nefesimi kesiyordu, daha fazla bir şey olmasın istiyordum. Bu adamda daha fazla uzak durmak istemiyordum. Ne olduğunu anlamadan beni kucağına çektiğinde daha fazlasını istediğini anladığım için ayrılarak “Baran!” diye uyardığımda “Ne? Neredeyse bir haftadır uzağım senden!” diye hasretle kavrulurken zaferle “Üzgünüm bir ay daha uzak kalmak zorundasın!” dediğimde yüzü dehşet görmüş gibi oldu. Gülmemek için dudaklarımı ısırırken Baran derin bir nefes alırken “Ne işin var o zaman kucağımda?” diye bana söylendiğinde “Sen, beni çektin!” diye cırladığımda “Her çektiğimde gelmek zorunda mısın?” diye söylenirken kucağından yatağa geçerek “Valla senin çekişinle kendimi kucağında buldum.” Dedim. Baran yataktan homurdanarak, banyoya geçtiğinde arkasından sadece gülüyordum. “Ohhh, canıma değsin. Bana çektirdiklerine say!” diye çocukça söylendiğimde onun bu halde olması keyiflenmeme sebep olmuştu.                       
    

TÖREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin