Gözlerimi araladığımda karşımda uyuyan Baran’ı gördüğümde ellerinden belimi kurtarıp, yatağın ucundaki pikeyi hızla üstüme doladım. Yavaşça yataktan kalkıp, dolaba gidip, geçen burada bıraktığım iç çamaşırlarımdan birini, tayt ve tişört aldığım da hemen banyoya girdim. Kapıyı kilitleyip, sıcak duşumu aldım ve üstümü giyindim. Banyodan çıkıp, yerde etrafa dağılmış kıyafetlerimizi alıp, kendiminkileri çamaşır sepetine atarken, Baran’ınkileri koltuğun üstüne koyarak sessizce odadan çıktım. Mutfağa girip, buzdolabını açtığımda ne hazırlayacağımı düşünmeye başladım. Mutfağa sızan güneş ile pencereyi açıp, huzurlu bir nefes aldım. Yumurtaları suya koyup, çay suyunu koydum. Patatesleri de kızartmaya atarken salatalık ve domates kesmeye başladım. Ne olduğunu anlamadan belimden karnıma dolanan eller ile korktuğumda “Sakin ol benim.” Diyen Baran’ın sesi ile yüzüm kızarırken ıslak saçlarımı eliyle sol tarafıma toplayıp, sağ omzuna çenesini koyduğunda elim ayağım titremeye başladı. Ona belli etmezken boynumdan öpmesiyle domatesi kesemedim. “Günaydın!” keyifle dediğinde utandığımı belli etmemek adına fısıltıyla “Günaydın.” Dedim. Domatesleri tabağa koyup, salatayı keserken “Bir daha ben kalkmadan yataktan çıkma. Uyandığımda seni görmek istiyorum.” Diye söylendiğinde elimdeki bıçağı bırakarak kollarından çıkıp, kızaran patatesleri de tabağa koyarak sosisleri kızartmaya attım. Arkama döndüğümde keyifle sırıtan Baranla hemen çayı demledim. Öküz ya beni utandırmak için elinden geleni yapıyordu. Suç bende ne diye o fırsatı ona verdiysem, şu sırıtışa, bakışlara bak. İçimden ona sövmekle meşgulken masayı hazırlayıp, çayları da koyarken Baran masaya oturdu. Ben de karşısına oturup, yüzüne bakmadan tabağıma bir şeyler doldururken “Başka bir şey yok mu?” diyen sesiyle hayretle yüzüne baktım. Masada bir tek kuş sütü yoktu, daha ne yapabilirdim acaba? “Daha ne olsun?” diye söylendiğimde gülerek “Hani sen yemek yapmasını bilmiyordun?” diye hatırlatma yaptığında “Kahvaltı hazırlamasını biliyorum, sadece çorba, ana yemek, sulu yemek yapmasını bilmiyorum. Sen niye bu kadar taktın benim yemek yapmayışıma?” diye bir nefeste söylendim. Baran’ın gülüşü artarken “Seninle uğraşmayı seviyorum, karıcığım.” Dediğinde öfkeyle bakıp, yüzümü sakladım. Kahvaltı boyunca bakışlarıyla beni utandırarak yemek yememi zorlaştıran Baran her şeyi silip, süpürdüğünde “Ellerine sağlık, ne kadar doymasam da olsun.” Dediğinde “Doymadın mı? Baran masayı silip, süpürdün daha ne doymadım diyorsun.” Derken sırıtarak “Et olmayınca doymuyorum.” Dedi. Bende dün akşam ki etli kadın muhabbetini hatırlatmak istercesine “Sende bu et sevdası varken, senin miden doymaz. Her şeyin etlisini istiyorsun, dikkat et kilo yapar.” Diye uyarı yaparak, masayı toplamaya başladığımda sandalyesine yaslanarak, rahat bir pozisyon aldı. Ben kalkıp, gitmesini beklerken o oturup, masayı toplamamı, bulaşıkları makineye yerleştirdiğimde bile beni izliyordu. Kaçamak bakışlarla bakarken gözleri hep üstümdeydi. İşim bittiğinde mutfaktan çıkarak, yukarı çıkacağım da merdivenlerin ilk basamağında durarak Baran’a “Sen gelme.” Dediğimde “Niye?” diye sorarken “Bir şeyi de sorma gelme diyorsam gelme. Ben aşağıya inerim.” Diye söylendim. Sırıtarak “Duş almam lazım.” Diye bana gönderme yaparken yüzümün kızarmasına engel olamazken elimi saçlarına daldırıp, nemli olduğunu anladığımda “Yalan söyleme, almışsın duş.” Diyerek hızla merdivenleri çıktım. Odaya girip, kapıyı kilitlediğimde arkamdan gelmediğini anlamıştım. Eğer gelseydi bu kapıyı kilitleyemezdim, maganda engel olurdu. Hızla dolaptan nevresim takımı çıkararak, yatağın nevresimlerini değiştirdim. Kanlı çarşafı ne yapacağımı bilmediğim için onu katlayarak bir poşete koydum. Odayı toplayıp, yatağa oturarak Selma’yı aradım. İlk çalışta açıldığında
“-Kaç saattir aramanı bekliyorum.
-Sabahın köründe mi aramamı bekliyorsun?
-Ne sabahın körü saat bir buçuk. Neredesiniz siz? Ne yaptınız?
-Saat o kadar oldu mu? Hiç farkında değilim. Bir şey olmadı.
-Neden farkında değilsin acaba? Ne oldu hemen anlat.
-Şuan bir şey anlatamam. Sana bir şey sormak için aradım.
-Niye anlatamıyorsun?
-Çünkü abin aşağıda.
-Tamam, ne soracaksın sen?
-Şey, hani şey…
-Şey demeyi bırak da sor, ne oldu?
-…
-Yoksa siz? Gerçekten mi? İnanmıyorum.
-Sabahtan beri abin yeterince utandırıyor. Sen de şey yapmasan ben gerçekten bir şey sormam lazım. Çok önemli.
-Tamam, yengelerin gülü. Sor ne soracaksın?
-Ben çarşafı ne yapacağımı bilmiyorum.
-Hahhaahhah, kıyamam sana ya. Bir poşete koy, anneme ver.
-Niye annene veriyorum?
-Anneme ver. En azından o da artık bilsin karı koca olduğunuzu. Adettir, hem annem o çarşafı gördüğünde Meliha ile olan tüm hayalleri de yıkılır.
-Tamam, çok sağ ol. Hüma ne yapıyor? Gece de sizde kaldı, uyutmamıştır sizi de.
-Ne olacak canım, hem onun sayesinde Bekir’e de söyledim. Siz keyfinize bakın ben yeğenime çok iyi bakıyorum. Aklın Hüma’da kalıp da ‘hadi gidelim’ diye tutturma.
-Tamam, benim için öp onu.
-Tamam annesi. Hadi ben kapıyorum.” Diyerek kapadığında herkesin Hüma’nın benim kızımmış gibi annesi demelerini garipsiyordum. Çarşafı poşete koyarak, buranın adetleri olduğu için Zişan Hanım’a verecektim. Odadan çıkarak, aşağıya indiğimde koltukların birine oturmuş, bir yandan haber izleyip, bir yandan da telefonuyla uğraşan Baran kafasını kaldırıp, beni gördüğünde yanını işaret ettiğinde istemiyormuşum gibi yanına gidip, oturdum. Baran bana bakarak “Ne yapalım?” diye sorduğunda “Konağa dönmeyecek miyiz? Senin işe gitmen gerekmiyor mu?” diye sorarken “Konağa mı gitmek istiyorsun?” diye sordu. Dürüstlükle “Konağa gitmektense bir ömür burada geçirebilirim. Senin için sordum, iş için.” Dediğimde bana tebessüm ederek “Birkaç gün burada kalabiliriz. Sorun olmaz. İş biraz da bekleyebilir.” Dedi keyifle, bende “Burada kalacaksak, Hüma da burada olmalı. Geceleri uyanıp durur, yanında bende yokum. Hem Selma’ya yük olmayalım. Kardeşini, bu aylarda yormayalım” Dediğimde anlamaz bakışlarla bakarak “Niye bu aylarda ne var ki?” diye sordu. Aklıma onun bilmediği geldiğinde gülerek “Amca oluyorsun.” Dediğimde kaşları şaşkınlıkla havaya kalkarak “Hamile mi?” diye sorarken şaşkınca “Evet, iki gün önce gittiğimizde söyledi.” Diyerek açıklama yaptım. Sehpanın üstünden telefonunu alarak, birini arayarak kulağına götürdü. Baran “Nasılsın abicim?” diye sorduğunda, Selma’yı aradığını anladım. Bir süre sonra “Bende iyiyim. Hüma’nın çantasını falan hazırla on dakikaya Doğan gelip, alacak.” Diyerek tekrar bekleyerek “Hayır, bir sorun yok. Kayla biraz merak ediyor o yüzden puseti arabanın koltuğuna yerleştirmeyi unutmayın.” Diyerek telefonu bir süre sonra kapadı. Bana bakarak “Oldu mu?” diye sorduğunda “Oldu.” Dedim ama içime bir kötü his düştü. Aldırmamaya çalışarak televizyonu izlemeye başladım. Bir süre sonra Baran “Hadi atların yanına gidelim.” Dediğinde “Tamam, ben sporlarımı giyeyim. Sende bir Doğan’ı arasana Hüma’yı almış mı?” diyerek ayağa kalkarken “Tamam.” Diyerek telefonuna uzandı. Bende odaya çıkıp, sporlarımı giyerken içimdeki sıkıntının daha da büyüdüğünü hissettim. Kafaya takmayarak, aşağıya inerek ağıra yöneldim. Baran’ı fırtınanın yanında görerek onların yanına ilerledim. Baran beni gördüğünde “On dakika önce yola çıkmışlar. Yaklaşık yirmi dakikaya burada olurlar.” Dediğinde kalbim sıkıştı Baran’dan saklamayarak “Baran içimde bir sıkıntı var. Nefes alamıyormuşum gibi hissediyorum.” Diyerek derin bir nefes aldığımda Fırtına da kişneyerek Baran “İyi misin?” diye kolumdan tutarak bir bana bir ata baktığında artık bir şey olacağına emindim. Kötü bir bela yaklaşıyormuş gibi hissediyorum. Başımı olumsuz anlamda sallayarak Baran’ın “hadi gel bahçeye çıkalım, derin nefes al.” Diyerek belimden tutarak yürümeme yardımcı olduğunda ağırdan çıkıp, yeşil çimenlerin üzerinde yürümeye başladık. Baran’ın telefonu çaldığında kalbim hızla atmaya başladı. Cebinden çıkarıp, kulağına götürerek “Efendim Doğan?” dediğinde nasıl bir felaket olacak diye telaşlandım. İçimden bir ses “Hüma’ya bir şey olmasın.” Diye yalvarırken Baran’ın kaşlarının çatmasıyla korkuyla gözlerime bakarak “Ne diyorsun sen? Neredesiniz tam olarak?” diye sormasıyla iç çekerek Baran’a korkuyla baktım. “Tamam, sen kızımı koru.” Dediğinde “NE?” diye bağırdım. Telefonu kapatarak, başka birini arayarak “Abdullah, hemen adamları hazırlayıp çiftliğe on bir kilometre mesafede olan, ağaçlık arazinin oraya yardıma gidin. Hızlı olun, bende oraya geçiyorum. Doğan’a çatışma başlatmışlar.” Diyerek hızla eve doğru yürüdü. Merdivenleri çıkarken “Ne olmuş Baran, Hüma iyi mi?” diye sorarak arkasından gidiyordum. Odamıza girip, çekmecelerden birinden silah çıkartarak beline taktığında “Sakin ol Kayla. Kızımıza bir şey olmayacak.” Dediğinde “Kızımı bana sağ salim getir. Eğer ona bir şey olursa sende gelme.” Dedim. Bana kafasını sallayıp, koşarak odadan çıktığında gözyaşlarıma akmaları için izin verdim. “Allah’ım yalvarırım Hüma’yı koru. Onu bize bağışla, babamdan sonra kızımın da acısını yaşatma bana. Lütfen onu benden alma.” Diye hıçkırarak yere oturduğumda ona bir şey oldu düşüncesiyle kafayı yiyecektim. O benim kızımdı, onu ne kadar doğurmamış olsam da babamın dediği gibi “kanımdan, canımdan olmasan da sen benim canım kanım oldun.” Düşünerek o benim ister kanımı taşısın ister taşımasın, fark etmezdi. Çünkü o benim kısacık sürede benim yaralarımı kapama yardım eden, hayata bağlanma gücüm olan küçük umudumdu. O benim canımdı, kanımdı. O benim kızımdı. Benimle ağlayan, benimle gülen yol arkadaşımdı. Bir kahkahasına hayrandım, bir göz pınarına ömrümü verebilirdim. Hüma beni annesi olarak görmek zorunda değildi ama ben onu kızım gibi görüyordum. Ne olursa olsun o benim meleğimdi.
Pencereden Baranların gelmesini beklerken zamanın farkında değildim. Çiftliğe giren arabaların arasından birinden Baran’ın indiğini gördüğümde koşarak dışarıya çıktım. Kucağında prensesimi görmemle, gözyaşlarımın akmasına engelleyerek, Baran’ın kucağından alarak hızla sarıldım. Kokusunu içime çekerken içimden “Allah’ım bana bağışladığın için çok teşekkür ederim.” Diye dua ederek içime sokarcasına sarıldığımda onun da bana bir şeyler demeye çalışmasıyla yüzüne bakarak “Söz, bir daha seni yalnız bırakmayacağım.” Diyerek ona karşılık verdiğimde gözyaşlarım istemsizce akmaya başladılar. Benimle birlikte Hüma’da ağlamaya başladığında aramızda olun bu güçlü bağa da teşekkür ettim. Baran “Tamam, sakin ol. Sen misin bebek yoksa Hüma mı? Sil hadi gözyaşlarını. Bak iyi, sana sağ salim getirdim kızımızı.” Diyerek gözyaşlarımı silip, Hüma’nın da gözyaşlarını silerken “Sağ salim getirmeseydin, saçının teline zarar gelseydi seni öldürürdüm Baran.” Dediğimde Hüma’yı daha sıkı tutum. Onu orada bırakarak eve yöneldim.
Hüma’yı uyutalı neredeyse iki saat olmuştu. Yatakta onun işaret parmağımı tutarak uyumasını izlerken eve girdiğimden beri görmediğim Baran odaya girdi. O da Hüma’nın diğer tarafına geçip, yatağa hafifçe uzanarak elini öptüğünde “Baran!” diye sorarcasına seslendiğimde “Efendim!” dedi. Bende “Kim cesaret edebildi?” diye sorduğumda “Bilmiyorum.” Derken “Baran korkuyorum.” Diye fısıltıyla itiraf ettiğimde bakışlarını kızından çekip, bana çevirirken gözlerine bakarak “Geçen gün sana bir şey oldu düşüncesi bugün ise Hüma’ya bir şey oldu düşüncesiyle ömrümden yirmi yıl gitti. Sizi kaybetmekten, sizi de babam gibi kaybetmekten korktum. Baran böyle mi geçecek benim ömrüm? Sana, Hüma’ya belki de doğacak çocuklarımızın başına bir şey geldi mi düşüncesiyle her dakika her saat endişelenip, telaşlanacak mıyım? Bu şehirde senin yerine geçmek isteyen bir sürü insan varken hangisinden korunacağız? Ne zaman, nerede başımıza bir şey gelecek diye düşünerek mi yaşayacağım?” diye acıyla sitem ederken kendini doğrultup, beni kendine çekerek sarıldı. Göğsünde gözyaşlarımı bırakırken, ağzımdan kaçan hıçkırık ile çenemden tutup, başımı kaldırdı. Gözyaşlarımı silerken “Sana bunların hiçbirini yaşamayacağız diyemem, Kayla. Seni kandıramam. Seni bırakamam da, sana eski hayatına geri dön de diyemem. Çünkü artık benim kadınımsın, töre izin vermez, her şeyden önce kalbim izin vermez. Biliyorum geleceğimiz için tedirginsin, sana düşünme bunları da diyemem. Tam aksine düşün, alış buna. Sana tek söyleyebileceğim şey ‘benim canımı yakanın canını yakarım, bana ait olana zarar verenin de canını alırım.’ Senin için kızım için ne kadar farklı bir adam olmaya çalışsam da bunu gören, duyan insanlar var. Senden önce benim zaafım yoktu. Canımı yakacakları hiçbir sebepleri yoktu ama sen hayatıma girdikten sonra doğduğunda yüzüne bile bakmadığım kızımla birlikte zaafım oldun. Senin kalbinle yaşadım mutluluğu, huzuru ama bunu bozmak isteyen insanlar, benim yerime geçmek isteyen kişiler senden ve kızımdan faydalanarak canımı yakmak istiyor.” Diyerek sustuğunda daha fazla onun da üzerine gitmek istemediğimden “Bana git desende ben gitmem.” Diyerek sarıldım. Kokusunu içime çekerken “Sana bir şey göstereceğim.” Dediğinde ayrılarak “Ne göstereceksin?” derken cebinden cüzdanını çıkarıp turuncu bir kimlik çıkarıp bana uzattı. Kimliği alarak incelemeye başladım.
Soyadı: Mirzanoğlu
Adı: Hüma
Baba adı: Baran
Ana adı: Kayla
Doğum yeri: Midyat
Doğum tarihi: 06/02/2016
Ana adına geri bakıp, Kayla yazısını gördüğümde gözlerimi kırpıştırıp birkaç kez inanmayarak baktığımda Baran’a “Baran bu, bu ne?” diye şaşkınca sorduğumda “Annesi sensin onun. Onu doğuran kadın, erkek doğurmadığı için intihar ederken kızını bir an düşünmedi. Sense onun için her şeyini feda edebilirsin. Bugün gerçekten onun annesi olduğunu gördüm. İster kabul et ister kabul etme. Hüma hayatı boyunca seni gerçek annesi olarak bilecek. Eğer onu gerçekten seviyorsan sen de isteyerek kabul et.” Dedi. Kulaklarıma inanamazken ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ben onu kızım olarak görüyordum da beni annesi gibi görmesine nasıl gönlüm razı olacaktı? Ondan nasıl saklayacaktım?