12.

3.5K 313 89
                                    

Birinden nefret etmek için önce sevmek lazım. Normal insanlara göre böyle işliyordu sistem. Nasıl ki birini tanımadan nefret etmek çok zorsa, bir insandan tamamiyle, tüm özellikleriyle nefret edilemiyordu. Yani en azından diğer insanlar için bu böyle olmalıydı.

Birinden nefret etmek ya da sevmek benim elimde olan bir şey değildi.  Ne kadar çok seversem seveyim bir kişiyi, mutlaka dalgalanmalar olurdu duygularımda. Esasında bu en sevdiğim Jungkook'da da böyleydi. Eski zamanların birinde kardeşim karşımda amansızca büyük ablamızı savunurken ondan nefret ettiğimi hissetmiştim. Midemi bulandıran o duygu benim hayatta en değer verdiğim kişide bile kendini gösterebiliyordu.

Elimde olsa nefret etmek istemezdim. Bunun iyi bir şey olduğunu savunmamıştım hiçbir zaman. Fakat etrafta bu kadar nefret edilecek şey varken ve benim de zeminim buna müsaitken kesinlikle engelleyemiyordum. Elbette duygularım değişiyordu. Ama bu sadece tek taraflı olmuyordu işte. Nefret ederken sevebiliyorsam; Mingyu, Chang amca, Tina gibi... Severken de basit bir şekilde nefret edebilirdim. Babam gibi. Duygularımı kontrol etmeyi öğrenmem gerektiğini biliyordum. Şimdiye kadar çabalamamıştım hiç. Bir şeylerin iyi olması için uğraşmak yerine kolay yoldan nefret etmeyi seçiyordum her seferinde. Çünkü hadi ama... Her şey fazla nefret edilesi görünüyordu.

Jimin'in bana karşı duyguları olduğunu biliyordum. Ama şimdi engellenemeyen ve sebepsiz gelen nefretlerle o da tanışmıştı. 

Jimin'in şimdiye kadar hiç rastlamadığım sertlikte bakan gözleri yüksek sesimi bastırıp beni susturmayı başarmıştı. Aynı zamanda asabiyetimi de nefretimle birlikte ona yansıttığım için az öncekinden daha sinirli görünüyordu.

Tedirgin bakışlarım elimi kavrayan parmaklarına indi. Tutuşu sıkılaşmıştı ve küçük bir sızı avuç içlerime doğru ilerliyordu. Ne olduğunu biliyordum. Bir şeyler benim müdahale edebileceğim seviyeden çıkmıştı. Jimin'in elimi tutmasıyla aramızda hissedilen soğuk hava canımı sıkmaya başlamıştı. Boşta olan elimi yavaşça onun elinin üzerine koydum ve uzaklaştırdım.

Jimin dişlerini sıkıyordu ve kasılan çenesinden belli oluyordu. Bana karşı hem oldukça sinirli hem de nefret dolu olmalıydı. Başka ne beklerdim ki...
Tek kelimeye bile tenezzül etmeden ayaklarını yere vurarak benden uzaklaşırken nefesimi seslice verdim.

" Sen... " dedi ses tonuna yakışmayan bir sertlikle. " Benden uzak dur. "

Sanki benden bir cevap bekliyormuş gibi 'tamam' diyerek onu onaylarken umursamaz bir şekilde caddenin kenarından yürümeye devam etti. Benim de pek umrumda olduğu söylenemezdi ama onu uyarmak istiyordum. Çünkü okul o tarafta değildi, ters istikamete doğru gidiyordu.

Hayatım boyunca bir şeyi daha başarmıştım şimdi. Park Jimin'in nefretini kazanmıştım.

***

" Bizim bay Park'ı bugün görmeliydin. "
Jungkook salona girer girmez anlamlandıramadığım bir ifadeyle hızlı hızlı mesajlaşırken bir anda başını bana çevirip konuşmaya başlamıştı. Elleri en az bir katip kadar hızlıydı telefonunun klavyesi üzerinde. Bugün bay Park ne yaptıysa artık arkadaşlarıyla bunun kritiğini yaptığını düşünüyordum.

Yanına oturup telefona şöyle bir baktığımda yanılmadığımı anlamıştım da.
" Bana karşı o kadar kötüydü ki! Herkes çok şaşırdı. "

Harika, dedim içimden. Sadece benden nefret etmesi gerekmiyor muydu bunun? Kardeşim ne alaka yani?

Jungkook şu yaramaz gülüşlerinden birini yapıp heyecanla anlatmaya başladığı an kaşlarım otomatikman havaya kalkmıştı.

MARIGOLD • pjm ☑︎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin