Su
“Hayaaaatt! Bırak domatesin cılkını çıkardın.” Hayat elinde domatesle bana döndü ve gözlerimin içine üzgünce baktı.
“Su, soyulmuyor bu, elimden kaçıyor, ne yapayım yani?” dudaklarını birbirine bastırdı. Sinirlendiği anlaşılıyordu. Ama bıçağı tutuşu bile yanlıştı. Tahtanın ucunu sivriltmeye çalışır gibi domates soyuyordu. Allahtan domatesi tuttuğu an elinden kayıyordu elinden yoksa parmaklarını bile kesebilirdi.
“Bak Hayat gel göstereyim. Önce bıçağı böyle tutacaksın. Başparmak bu taraftan, diğer parmaklar bu taraftan tutacak. Ve bıçağın arkası avucuna gelecek. Sen tut şimdi.” Hayat’a bıçağı verdim ve düzgün bir şekilde tutmasını bekledim.
“Böyle mi?” kafasını kaldırdı yüzüme baktı ve yüzünde bir gülümseme belirdi.
“Evet, aferin sana. Şimdi domatesi tut bakalım. Bıçakla domatesi yüzeyini keseceksin. Fazla içine girme.” Hala domatesi karşısında düşmanı varmış gibi tutuyordu. Üstü başı, yerler, tezgah her taraf kıpkırmızı olmuştu. Baktım olmayacak
“Hadi ver ben yapayım.”
“Hayır, benim yapmam lazım.”
“O zaman birlikte yapsak?” anlamadığı belli olan gözlerle bana baktı. Bende devam ettim. “Ver bana elindekileri. Sende gel benimle birlikte tut.”
Yanıma geldi, elindekileri aldım, o da yanımda durarak bıçağı ve domatesi tutmaya çalıştı. Ben soymaya başladığımda ağzından olumsuz sesler çıkardı.
“Bu böyle olmuyor. Ben sadece bıçağı tutmaya çalışıyorum Su, kesen sensin.” Hayat’ı umursamadan domatesi soymaya devam ettim. Elini çekti ve ben tam vazgeçti diye düşünürken arkama geldi, kafasını omzuma koydu ve ellerini belimden geçirerek ellerime getirdi. Ben şok bir halde durmuş soymayı bile unutmuşken. O ellimi hareket ettirerek domatesi soymaya çalıştı. Kendime geldiğimde domatesi soymayı bitirmesine çok az kalmıştı ama o kadar yavaştı ki… Ellerimi hareket ettirmeden onun önümdeki ellerini izledim. Bittiğinde
“Öğrenmem için yardım etmedin dimi?” bir an ne diyor diye baktım ve donup kaldığım geldi ve
“evet evet… Sen şu kaşar peynirlerini sandviçe koyar mısın bende domatesleri doğrayayım.”
Kafasını salladı ve benden bile düzgün bir şekilde kaşarları yerleştirdi. Bende domatesleri yerleştirirken, salamları da doğradı ve en son onu da yerleştirdik.
Sandviçleri tabağa koyduk. Ben masaya doğru ilerlerken
“Hadi gel benim odamda yiyeceğiz.”
“Senin odanda mı?”
“Balkonda yani” kafamı yere eğdim. Hele şükür odasını görebilecektim. Hem de gizli gizli girmeden. Asansöre bindik ve sadece bizim kaldığımız en üst kata çıktık. Kapısının önüne geldiğimizde kalbim her zamankinden daha hızlı atıyordu. Odasına girdiğimizde beyaz renkli ikili dolap, onun aksine siyah renkli çekmeceli bir dolap ve iki kişilik beyaz mobilyalı fakat siyah oldukça şık nevresim takımlı yatak, yatağın sol tarafında, siyah çekmeceli dolabın olduğu duvar boydan boya duvar kağıdı ve yerde sadece girişte çok büyük olmayan siyah bir shaggy halı.
“Odan çok güzelmiş.”
“Teşekkürler… Annem iç mimarlığa sarmıştı bir aralar. Babam ne kadar mimar tutsak dediyse de her şeyi kendi elleriyle belirledi.” Balkonun kapısını açtı ve dışarı çıktı. Peşinden bende çıktım. Fazla büyük olmayan, yuvarlak bir balkondu. Ama buradan da boğaz görünüyordu. Karşılıklı iki sandalyeye oturduk, sandviçlerimizi aldık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Su ve Hayat
RomanceSu’suz Hayat ne kadar düşünülebilir. Hayat Su’suz olur mu? Üniversiteye yeni başlamış bir Su ve yolunun kesiştiği Hayat. Onlar birlikte olsun ve hiç ayrılmasın isteyeceksiniz. Hayat’ın Su’yla, Su’yun Hayat’la imtihanı. Hiç bitmesini istemeyeceğiniz...