0.7

664 41 2
                                    

sondaki notu okumayı unutmayın...

***

Gülümsemek beni zorluyordu artık. İnsanlara kendimi mutlu göstermekten bıkmıştım ama üzgün gözükmek bana göre bir şey değildi. Ben gülümserdim, her zaman. Eski okulumda bana sürekli gülümsediğim için garip isimler bile takmışlardı. Ama asla gerçekten gülümsememiştim. En azından çoğu zaman. Klaus'un dün bana söylediği şey beni gerçekten gülümsetmişti ama bir şekilde de üzmüştü.

Onun beni sevmesinin olası olmasını istemiyordum, bir gerçek olmasını istiyordum. Okulda herksin bilebileceği. Okuldaydım ve hiçbir derse girmemiştim, arkalarda bir yerde bir bankta oturup çelişkileri çözmeye çalışıyordum. Oysa hiçbirisi çözülmeye yakın bile değillerdi. Hepsi birbirine bağlanmış ipler gibiydi. Bir tanesini çözemediğiniz sürece hiçbirisi olmuyordu.

Korktuğum şeyler de vardı bütün bu karmaşanın yanında. İpleri çözmeye çalışırken kendimi bağlamaktan korkuyordum. Olası bir durumdu, yapabilirdim. Hayatımda her zaman en iyisi olamamıştım ve iyiler kategorisine her girdiğimde düşme isteğim fazlalaşmıştı. Ben iyi olmak istemiyordum. Bu beni daha çok endişelendiriyordu ve kaybetme olanağım fazlalaşıyordu. Kaybetmeyi sevmiyordum. Bu da en somut gerçeklerden bir tanesiydi.

Bankta yanıma birisinin oturmasını bekledim ama kimse oturmadı. Yalnızlık. Acıtıyordu, güvensizlik de onun yanında geldiğinde ölüm acısı sizi takip etmeyi bırakmıyordu. Güvensizdim, yalnızdım ve iyi değildim. Belki de bir kuyudaydım ve birisinin beni kurtarmasını bekliyordum. Kimse gelmiyordu, herkes bana bakıp gülüyordu. Cebim titrediğinde nefesimden akan zavallılıkla beraber iç geçirdim ve telefonumu çıkarttım.

Kimden: Bilinmiyor

Neden birisini bekliyorsun? Sana kuyudan kendi başına çıkabileceğini söylesem kabul eder miydin?

Mesaj aslında açıktı ama anlaması zordu. Benim ne düşündüğümü nereden anlayabilmişti? İsmi neydi? Ben nasıl kendim çıkabilirdim ki bu dipsiz kuyudan? Ona cevap yazarken ellerim titriyordu, belki de biraz zorlanıyordum ama devam ettim.

Kime: Bilinmeyene

Nasıl çıkabilirim bu kuyudan?

Yaklaşık bir buçuk saattir bekliyordum ama telefonum titrememekte ısrarcıydı. Sinirden saç diplerim kaşınırken kendimi durdurmaya çalıştım. İçim içimi yemekteydi ve duvarlar bu oyunda bana karşıydı. Gökyüzü bana doğru gelirken bir gölge bütün bu gerilime bir son verdi. Kafamı yavaşça kaldırırken kimle karşılaşacağımdan korkuyordum. Sorulardan, cevaplarından ve sonuçlarından. Karşımdaki Rebekah'ydı.

"Bir sorun mu var?"

"Neden derslere girmedin?"

"Neden merak ediyorsun?"

"Sadece söyle."

"İlk önce ben sordum."

"Bu oyunu gerçekten oynayacak mıyız? Çünkü benim gıcık ağabeylerim var ve birkaçı hatta neredeyse hepsi sana takmış durumda. Sana zarar vermek istiyorum ama onlar beni öldürürler. Yani aslında öldüremezler ama konuyu kapat. Dolayısıyla ne oyun oynayacak vaktim ne de konuşacak vaktim var. Şimdi soruma cevap ver."

Gözleri intikam ateşiyle parlıyordu, ateş içlerinde yanıp sönerken ne kadar kızgın ve ciddi olduğunu anladım. Beni öldürebilirdi, zorlanmadan. Aklımda düşünceler belirdi, Rebekah ve geriye kalan ağabeyleri, kan içiyorlardı. Bir insandan, sonra kimin gözünden bakıyorsam bu olaya onu görüyorlar. Yaklaştıkça kalbi hızlanıyor ama umursamıyorlar gözlerinin altında belirgin damarlarıyla Klaus yaklaşıyor ve dayanılmaz bir acı bütün vücudumu sarıyordu.

mazoşist (klaroline) [düzenleniyor]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin