Ne yapacağım şimdi ben?

291 76 229
                                    


Akşam eve gidince annemlere, 'toplumsal ceza aldım, birinin burnunu ısırdım, ceza olarak da ders anlatacağım hem de evinde ama annesinin gözetimi altında' nasıl diyecektim.

Sibel ile bütün gün konuşmamıştım, çünkü her şeyin sorumlusu olarak onu görüyordum ki Allah aşkına öyle de değil miydi?

Servis beni kapımızın oraya bıraktığında, annemin mutfağından enfes kokular geliyordu, olaydan sonra sıkıntıdan yemek yemeyeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Ben stres ve sıkıntı anında daha fazla yiyenlerdenim. O olaydan sonra bir patso (patates cipsli sandviç içinde konişon), icetea, iki çikolata yedim ki eve gelmemize iki saat vardı daha. Annem ne yapmış mutfağa diye girdiğimde  karnıyarık, nohutlu pirinç pilavı, mis gibi tarhana çorbası ve çoban salatası bizi ye diye gözlerimin içine bakıyordu. Ağzımın suları yerde gölcük oluşturmuştu adeta. Çok açım.

"Şevket , neler yapmışsın döktürmüşsün yine." 'Mutfaktaki Şevket kim' diye sorarsanız, o benim annem, sanmayın ki annemin adı Şevket, değil, abim sürekli anneme Şevket der. Neden bilinmez, kolay kolay da anne demez. Tabi ki de bu sevmediği anlamına da gelmez. Ama abim yüzünden biz de alıştık.

"Şevket deme bana, yersin şimdi kepçeyi kafana, terbiyesizler sizi, kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş." diyerek kızsa da içten içe çok gülüyordu bu tabire neredeyse adını Şevket zannedecekti.

Annem, "akşam baban seninle konuşacak Seran, kim bilir bakalım ne yaptın ki okul müdürün aradı." Allah'ım! Yememiş içmemiş yetirmiş mi bu müdür? Amma da meraklı çıktı ceza almama. Biraz korkarak "Ok, akşam konuşuruz". 

"Allah'ım, şu konuşma özürlü çocuklarıma yardım et! Ne 'ok' kızım tamam'a ne oldu,? Yabancı diziler özentisi" diyen annemi duymuyor, adeta iç sesimle dertleşiyorduk. Daha doğrusu ben dert yanıyor, o da bana sayısız küfürler edip, beni suçluluk girdabında boğuyor, bir de babamdan ceza alacağımı söylüyordu.

Akşam saatine kadar odamdan çıkmadan nasıl bahaneler geliştirebilirim, kendimi nasıl aklayabilirim, nasıl oscarlık ağlarım diye düşünmeden edemiyordum.

Babam geldi, çok sessizdi, ağabeyim arkadaşında kalacaktı. Genelde gerginliği hissettiğinde böyle yapardı. Yemeği sessizce yemeye başladık. Babam daha fazla uzatmadan söze başladı:

"Seran!" Eğer sadece adımı söylüyorsa kızmış, tırığı yedik demekti bu. 

"Müdürün aradı, neden aradığını zaten biliyorsundur. Koray adında bir çocuğun burnunu ısırmışsın ve ceza almışsın, bundan sonra ona ders anlatacakmışsın. Sizin aile birliği başkanının oğlu imiş , onun gözetiminde evde olacakmışsınız." 

Nutkum tutulmuş babamı dinliyordum, annem şaşırmış suratıma bakıyordu, sanki 'biz bir odaya geçelim sana göstereceğim' der gibiydi. Kendimi hemen savunmaya geçtim ama nafile. Babam gittikçe kızmaya başladı, ne aptallığım kaldı ne çocukluğum. Kaç yaşındaymışım, hiç büyümeyecekmişim, o benim yaşımdayken ne kadar da aklı başındaymış...mış miş. Bu evde başarılı öğrenci kontenjanı okulumda olduğu gibi geçerli değildi. Babama göre başarılı olmak marifet değil, zaten her insanın olması gereken bir olgu ve başarılı olmak aptal olmamıza da engel değil. İç sesime göre başarılı olan kendisi, aptal olan ise bendim. Pışırk hadi oradan hadsiz!

Yine kendimle tam bir ağız dalaşına girmişken  teyzemler geldi. Kuzenim annesine ne anlattı bilmiyorum ama kendini haklı çıkartacak şeyler yapmıştır eminim.

"Teyzoşşşşşş, nasılsın duydun mu başımıza gelenleri? Seran ne yaptı gül gibi çocuğa? Yazık ama neyse ders anlatacak ta affettirecek kendini. Sen hiç merak etme, annemle konuştum ben de gideceğim yanlarında, ben göz kulak olurum onlara." Ne diyor bu cadı ya! Yine olayları kendine doğru çekmeyi başarmış, güya bana göz kulak olacağım diye Korayı daha fazla gözetleyecekti. Daha fazla dayanamadım ve yaka paça odama götürdüm. 

Burnuna kadar yaklaştım: "Seninde o küçücük burnunu ısırırım. ne diyorsun sen? Ben can derdindeyim sen et, yürü git be! Senin şırfıntılığın yüzünden ben bu haldeyim, gerzek zevzek." Yaptığının saçmalığını Sibel'e höykürerek anlatmaya çalışsam da , o karşıma geçmiş sırıtıyordu. Ben kendi âlemimde ona kızarken, o kendi dünyasında danslar edip cıvıldıyordu... İkimiz farklı dünyaların insanıyız lafına Sibel ile ben cuk diye oturuyorduk.

Tekrar içeri geçtiğimizde, annem ve babam biraz daha farklı görünüyorlardı. Allahtan benim Pamuk teyzem sanmayın ki teyzem pamuk  aksine sert, sadece adı Pamuk herhalde babamı kızmama konusunda ikna eder diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Çünkü annemin söylediğine göre yarın akşam  İngiliz 5 çayı olmasa da  Türk 9 çay oturmasına Koray ve ailesi bize geliyordu.

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum, Sibel şimdiden yarın ne giysem diye düşünüp saçma sapan kombinleri ile zaten dağınık kafamı daha da bulandırıyordu. Annem teyzemle çayın yanına 'ne yapsak' diye konuşurken babam ve eniştem çoktan Survivor izlemeye dalmışlardı. Herkes için bu kadar normaldi de bana niye tuhaf geliyordu bu durum. Hem demin hepsi bana kızarken ne zaman bu kadar olaylar normalleşmeye başlamıştı. Madem normaldi niye bu kadar eziyet çektirdiniz. İlk defa iç sesim bile bana katılmış düşünce denizinde boğulmaya başlamıştık. Aman Allah'ım delireceğim, kurtar beni!

Odama geçip baştan sona ne yaşadıysam günlüğüme yazmaya başladım, yazdıkça rahatladım, rahatladıkça daha da fazla yedim. Hiç uykum yoktu. Böyle zamanlarda uykum gelsin diye aldığım Tolstoy'un ölümsüz eseri"Savaş ve Barış"ı okumaya başladım. Kendi kendime 'hayret bir şey  yahu! Bu Piyer Bezuhov' da hayatın anlamını araya araya bir hal oldu' diye söylenirken bu cevabın benim için basit olduğunu küçümseyen bakışlarıyla belirtiyordu iç sesim. Neymiş? Yemek , yemek, yemek... Hayır, insanın iç sesi azıcık onu sevindirecek, mutlu edecek şeyler de söyler. Resmen Yarabbim, bana kişiliğimle uyuşmayan küfürbaz bir iç ses vermiş.

Yarın ne olacağını da düşünmeden edemedim.

Allah'ım işler daha ne kadar sarpa saracaktı?

Yarın ola hayrola!

Kalbime GelenlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin