Tıpkı poşet çaylar gibiydi kız. Biri gelmiş, onu ambalajından çıkarmış ve içi su dolu bir bardağa sokup orada boğulmaya mahkum etmişti. Bu kişi babasıydı.
Daha sonra başka biri gelmiş ve onu boğulmak üzere olduğu bardağın içinden ipini tutarak yukarı çekmişti. Kurtulduğu için sevinmişti kız, boğulmak kolay değildi. Onu kurtaran ise Toralp adında bir adam olmuştı.
"Yusuf biliyorsun, annem artık başımda yok ve ben de nasıl başımın çaresine bakacağım onu düşünüyorum. Annemin bir arkadaşı neyse ki beni kabul etti ve şu an onunla kalıyorum. Bana kızmak yerine nasıl olduğumu soramaz mısın?" dedi Toprak gitmek üzere olan Yusuf'un kolunu tutarken. Yusuf çok sinirli görünüyordu ona karşı. Konuşmak bile istememişti.
"Seni özledim, Toprak. Gerçekten özledim." dedi Yusuf derin bir nefes alıp Toprak'a sarılırken. "Seni özledim ama özlemekten kastım ne biliyor musun? Sokağa çıksa bana haber veren, canım sıkkın olduğunda ilk yanımda olan ve beni kolları arasına alıp her şeyin düzeleceğini söyleyen, ayrıca bir gün olsun beni aramadan durmadığın zaman ki halini özledim." derken Toprak'ı kendinden uzaklaştırıp dolmuş olan mavi gözlerine baktı. Kendi gözleri de yanıyordu, biraz daha burada kalırsa Toprak'ın gözyaşlarına onun gözyaşları eşlik edebilirdi.
"Şuan ki halini hiç özlemedim. Ve özlemeyi bırak, istemiyorum da."
Toprak, yanaklarına dökülen yaşların görünmemesi için kafasını aşağıya eğen Yusuf'a baktı. Özür dilese geçer miydi onun üzüntüsü? Yusuf'u üzmeyi hiç istememişti oysa ki. Ve en önemlisi Yusuf artık onu istemediğini mi söylüyordu?
"Yusuf, lütfen beni bırakma." derken elleriyle gözlerini silmeye çalışmıştı Toprak. Zaten artık annesi yoktu, sahte evlilik gibi bir işe bulaşmıştı. Yusuf giderse tüm bunların altından nasıl tek başına kalkabilirdi ki?
"Toprak," derken yanaklarına damlayan gözyaşlarını sildi Yusuf. Daha sonra ilk defa büyük bir ciddiyetle Toprak'a baktı. Ona daha önce hiç böyle bakmamıştı, "Ben seni bırakmayı asla düşünmezken sen beni bıraktın."
Yanından geçip giden Yusuf'a baktı Toprak. Boğulmaktan kurtulduğu için sevinmekte acele etmişti anlaşılan. Çünkü ipini tutan kişi onu bardağa tekrar bırakmıştı. Bu son hamleyi yapıp onu boğansa hiç beklemediği kişi, Yusuf olmuştu.
Ağlarken sesinin çevrede duyulmaması için parmaklarını dudakları üzerine bastırdı Toprak. Eskiden Babası ve annesi yoktu. Şimdi babası annesi ve dünyası yok olmuştu. İnsan dünyasız nasıl yaşayabilirdi? Yusuf küçükken saklanıp Toprak'ı seni bırakıp gittim diyerek ağlatır, daha sonra ortaya çıkardı.
"Ama bu sefer saklandın ve bir daha gerçekten çıkmayacak mısın?" diye sordu Toprak kendi kendine gözyaşları arasından. İnsan değer verdiği bir eşyayı kaybettiğinde bile üzüntü duyuyorken, sevdiği bir insanı kaybettiğinde nasıl üzülmezdi ki zaten? O kaybolan eşyanın aynısı alınabilirdi ama kaybedilen insanın aynısını almak gibi bir şans yoktu. Sesi farklı olurdu, kokusu farklı olurdu, cümleleri farklı, gözleri ve saçları farklı olurdu. En önemlisi de kalbi ve sevgisi farklı olurdu.
Okuldan çıkıp karşı cadde de Yusuf'u yürürken gördüğünde, onu izleyerek o da yavaş yavaş yürümeye başlamıştı. Aralarındaki tek engel gelip geçen arabalardı. Yusuf'dan öyle çok şey saklamıştı ki Toprak, anlatmak istese bile nereden başlayacağını bilmiyordu. Belki de en başında ona anlatmalıydı. Ama o kadar annesini düşünmüştü ki o zaman, mantığını bile yitirmiş olabilirdi.
Yusuf'un kaşları çatılmış kravatı gevşetilmiş ve saçları dağınıktı. Yanından geçen bir kaç insanın omzuna çarpmış ama hiç umursamadan yürümeye devam etmişti. Toprak ondan ne saklıyordu? 'Benden asla bir şey saklamaz' dediği kızın ondan bir şey değil, bir şeyler sakladığını fark edince dünyası başına yıkılmıştı. Az önce onu ağlattığı için de kendini bir arabanın önüne atmak istiyordu. Onu ağlarken gördüğünde kendini tutamayıp o da bir kaç damla gözyaşı akıtmıştı. Onu gerçekten çok özlemişti.