Hayat.. Bazen çok tuhaf bir kelime olabiliyordu biz insanlar için. Aslında sürekli duyup aşinası olduğumuz ama her duyduğumuzda farklı farklı anlamlar, farklı sevinçler ve farklı üzüntüler barındırabiliyorduk tek kelimede.
Ve hayat bazen bizi tüm bu duyguların yanında şaşırtabiliyordu.Toprak, şaşkınlıkla irileşmiş olan gözlerini karşısındaki insanlardan alamıyordu. Onlardan bağımsız olan farklı biri gelip şu ortama bakıyor olsa normal bir aile toplantısı gibi görürdü ve bu onun için bir önem taşımazdı. Ama Toprak burada bulunan insanlara baktığında birazdan belki de hemen şmdi büyük bir kıyametin kopacağını görebiliyordu. Bu durum, Toprak'a ölüm kalım meselesi gibi gelirken başka bir insana normal olar olaydan farksız gibi gelebilirdi. Dünya ve onun kanunu böyle bir şeydi.
"Anne'nin yanına otur istersen." Dedi donup kalmış olan Toprak'a oturması için yer gösterirken. Toprak'dan ziyade Toralp daha sakin davranıyordu çünkü o insanları tartışma yaratmak için toplamamıştı. Bu insanların hepsini hatalarıyla karşı karşıya getirmek için toplamıştı. Toprak, şaşkınlığı devam eden bir yüz ifadesiyle ilerleyip çok özlediği annesinin yanına oturdu. Omzundaki çantasını yere bırakıp annesine sarıldığında annesi de ona sarılmıştı. Her ne kadar onun öz annesi olmadığını öğrenmiş olsa bile bu kesinlikle umrunda değildi, o annesini sevmeye ve ona yapışıp o itse bile gitmemeye devam edecekti.
"Hastaneden nasıl çıkabildin, Anne?" diye sordu Toprak annesinin kolunu iki eli arasında sıkıca tutmaya devam ederken. Tedavisini tamamlamadan yarım mı bırakmıştı yoksa?
"Toralp halletti. Sıkılmıştım zaten, genç ruhum dört duvar arasında yaşayamıyor." Dedi annesi kolunu kızından alıp saçlarını düzeltirken. İnsanlara göre o ilgisiz bir anneydi, belki öyleydi evet ama Toprak için dünyanın en ilgili annesiydi o. Toprak, annesi kolunu çektiğinde ona hiç darılmamış ve sanki bir şey olmamış gibi kolunu tekrar tutup başını onun koluna yaslamıştı.
"Karım biraz kendine geldiğine göre asıl konumuza geçelim, ne dersin Toprak?" diye sordu Toralp hafif gülümseyerek gözlerini Toprak'ın deniz mavisi gözlerine dikerek. Toprak annesini gördüğünde diğer herkesi yok saymış gibi başını annesine yaslamış ve öylece kendisine bakıyordu. Onu böyle huzurlu görmek bir yandan Toralp için güzelken diğer yandan belki de birazdan onun üzüleceğini göreceği için endişeliydi.
"Nasıl bir teyzesin ki yıllarca bir kez bile aramadın!" diye bağırarak odaya dalan Bünyamin'le Toprak büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. Evet, evde yemekler yapan ve evi çekip çeviren Sahra hanım Toralp'in ve Yusuf'un teyzesi olduğuna göre, Dilek'de Bünyamin'in teyzesi oluyordu.
"Bünyamin, sakin ol oğlum." Diyerek oturduğu yerden hızla kalkıp oğluna doğru koştu Sahra hanım. Bünyamin çok sinirli görünüyordu ve Dilek, onun kendisine karşı böyle sinirli olmasına oldukça üzülmüştü.
"Sakin mi olayım? Bunu bana mı söylüyorsun anne? Yıllarca onun seni arayıp iyiyim demesi için gözyaşı döktün!" diye bağırdı Bünyamin kendisini tutan annesinin ellerini üzerinden uzaklaştırıp öfkeden kararmış olan gözlerini Dilek'e dikerken.
"Bünyamin, sakin." Diyerek ona doğru ilerleyen Toralp, Bünyamin'in kolundan tutmuş ve boş olan bir yere oturmasi için üzerinde biraz güç kullanmıştı. Bu zamana kadar teyzesini bulduğunu ona da söylememişti Toralp. Herkez her şeyi şimdi öğrenecekti.
"Sana verdiğim emeklere yazıklar olsun, Dilek! Bir gün ablanı bırakıp gideceğini hiç düşünmemiştim! Annemin ve babamın kemikleri sızlıyordur!" diye bağırdı Sahra hanım dolu gözlerle karşısındaki kardeşine bakarken. Yıllarca onu aramıştı. Ondan bir telefon beklemişti. Sadece iyiyim deyip daha sonra konuşmasa bile olurdu ama o bunu yapmamıştı. Toprak ve annesi şaşkınca olanları izlerken, Toralp daha önceden böyle olacağını bildiği için ifadesizliğini ve sakinliğini sürdürüyordu. Herkesin acısına bu gün son vermesi gerekliydi vevo bunu yapıyordu. Artık kimse hatalarından saklanamazdı.