Yusuf, camın kenarına yaslanıp onun olduğu cama doğru bakan kızı izledi büyük bir sessizlikle. Onu kaybettiğinden beri dışı öyle durgundu ki, yaşayıp yaşamadığının farkında bile değildi. Nefes alıyor muydu, konuşuyor, yemek yiyor ya da hareket edebiliyor muydu bilmiyordu. Iskeletini ayakta tutan ruhu bedenini çoktan terk etmişti ve bu ayakta kalmalar son çırpınışlarıydı biliyordu.
Elini camın köşesine koydu, sanki uzanıp ona dokunabilirmiş gibi ama elinin altında tek hissettiği camın o katı maddesiydi. Onu görmek için deliriyor ama onu gördüğünde kalbine giren türlü türlü ağrılarla başa çıkmakta zorlanıyordu. Kalbinin sıkıştığını hissettiğinde dudaklarını aralayıp, kaşlarını çattı. Sevdiği şey onu öldürüyordu ama sevgisi bir gram olsun azalmıyordu. Onu sevmekten kim vazgeçebilirdi ki zaten?
Bilmiyordu, Yusuf. Bu zamana kadar onsuz kalacağını hiç tahmin etmemişti. Beraber büyüyüp, onu koruyup kollayıp, kendinden çok değer verdiği kızın bir gün kendini ona karşı geri çekeceğini bilmiyordu. Sadece bir gün içinde hayatını zindana çevirip sonra çekip gideceğini bilmiyordu. Her zaman 'Çok dağınıksın Yusuf!' diye kızarak odasını toplayan kızın, duygularını darmadığın edip gideceğini hiç tahmin edememişti. Kokusunu bu mahallede, beraber yürüdükleri sokaklarda ve bu odada bırakıp gideceğini ona hiç konduramamıştı. 'Çok asosyalsin ama korkma, ben hep seninleyim. Senin arkadaşın ebediyen ben olacağım.' diyen kızın onu yalnızlığa mahkum edip başkasına gidecek olması hiç aklına yatmamıştı. Ona aşıktı. Ona belki de bu dünyada hiç var olmamış kadar aşk beslemişti ama ruhu gibi aşkının da öldüğünü hissediyordu artık. Bunlar son zamanlarıydı onunla. Belki de hayatla.
Toprak'ın onun odasına doğru bakan mavi gözleri sanki öldürücü bir etkiye sahipti. Yine de o gözlere bakmak için tüm hayatını feda edebilecek biriydi Yusuf. Ama artık hayır, dedi kendine. Elini camdan çekip Toprak'a bakmaya devam etti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Toprak ona gelse bile eski Yusuf yoktu artık. Yeni Yusuf da yoktu. Yusuf yok olmuştu ve artık onu hayata kimse döndüremezdi. Toprak bile.
Yaptığı şeylere rağmen ona sinirlenemiyordu. Gözlerini ondan alıp yatağının baş tarafında duran ikisinin fotoğrafına baktı, Yusuf. Bu odayı cehenneme çeviren, onu her saniye öldüren şey bu muydu? Yoksa o ölüyorken onu öldürenin hâlâ güzel gülüyor olması mıydı yüreğini kor gibi yakan?
"Yusuf, yeni bir hayata başla. Yurt dışında devam et her şeye. Seni böyle görmek istemiyorum, lütfen kendini yok etme buna dayanamam.." dedi Dilek, odaya girip Yusuf'un yine o fotoğrafa kilitlenmiş olduğunu gördüğünde. Oğlu gözlerinin önünde yok oluyordu ve o hiçbir şey yapamıyordu.
"Benim için artık hayat yok." dedi Yusuf, gözlerini fotoğraftan alıp yaşlı gözlerle kendisine bakan annesine doğru dönerken. "Bana umut bağlama, Anne." dedikten sonra onun konuşmasına fırsat vermeden odadan çıkmıştı. Onun artık kendi yaşamı için bir umudu yokken başkasının ona umut bağlamasını istemiyordu çünkü kimseye hayal kırıklığı yaşatmak istemezdi.
Evin kapısını açıp sokağa çıktığı an, karşı kaldırımda ona bakan bir çift mavi gözle göz göze geldi. Parçalanmış hayatının bir bütün oluşturmasını istedi o an, yaşamaya devam etmek nefes alabilmek yeniden hissedebilmek istedi ama bunun için çok geç kalmıştı. Artık bunların hiçbirini yapamıyordu.
"Yusuf.." diyerek kendisine doğru gelen kızın gözlerinden alamıyordu gözlerini. O an kalbinin boşlukta olduğunu yeniden hissetti. Parmağındaki alyansla kendisine doğru gelen kız mı hayata döndürecekti onu?
Toprak'ın gözlerinden akan yaşları gördüğünde onun da gözleri dolmuştu. 'Kandırma kendini, Yusuf' dedi içinden. Toprak şimdi gelip seninle kalmak istediğini söylese hayata dönebilirsin bunu biliyorsun. Boş olan kalbin dolacak, yeniden yaşayıp nefes alabileceksin.