🌙Geçmişin Puslu Satırları

5.7K 127 12
                                    

1. Bölümden önceki mazi: Geçmişteki ilk tanışma...

Sene 1915-1914| Çanakkale Savaşı sırasında bir an...

✴✴✴

Hilal Hemşire

"Gülsüm hemşire! Yeni bir yaralı geldi, acil müdahale..."

"Artık yapabileceğim bir şey yok..."

"Acil yardım!"

"Bu asker cepheye dönmek istiyor..."

Tüm bu sesler, bu orta halli çadırda yankılanan birer acıydı. Çığlık atmamak için sıkılan dişler, kanlı bezler ve daha nicesi birer kabus olması dilenen fakat gerçek olan şeylerdi.

Mutlu bir yaşam sürdürürken, işte şimdi şehit haberleri ile yıkılıyor fakat düşmanı engellemek için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı.

Hilal bir Türk kızıydı, Türk bir hemşireydi.

Her an, yaralı askerlerin acısını sanki yaşıyormuşçasına yıkılan, belki de evine şehit ateşi düşen aileleri en yakından tanıyan biriydi, bir hemşireydi.

Bir askeri, pardon, bir Türk askerini tedavi etmek hiçbir zaman ona zorluk olmamış, tam tersine büyük bir aşkla işini yapmıştı. Kan onu tutmazdı, nasıl tutabilirdi ki? O kan, bu vatan için canını feda eden, bu vatanın topraklarını kanlarıyla süsleyen şanlı Türk askerlerinindi.

Asıl zorluk, askerin kurtaramamaktaydı. En büyük zorluk ise, o askerlerin arkalarında bıraktıkları eşlerine, çocuklarına analarına yazdıkları mektupları almaktaydı, bunu ailelerine ulaştırmaktaydı.

Hilal, bunları düşündü ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ve sertçe o nefesi geri verdi. Ağzından bir buhar olup çıktı o sıkıntılı nefes, soğuk hava ile birleşip...

Çadırın dışındaydı fakat o acı dolu haykırmalar kulağına rahatça ulaşıyordu.

Çadıra döndü çünkü o askerlerin ona ihtiyacı olduğunu biliyordu, aynı diğer tüm Anadolu'ya ihtiyaçları olduğu gibi.

Çadırın içi savaşın asıl haliydi. Bu çadır kan kokmuyordu. Bu çadır, vatan kokuyordu, inanç, iman, sonsuz bir vatana bağlılık kokuyordu. Ve buradaki diğer herkes gibi Hilal'de bu kokudan güç alıyordu.

Çadırın içine yeni getirilen bir asker ile geri çekildi ve hemen boş bir yatak, sedye aradı, buldu da... Getirilen askerin bir Türk askeri olduğunu düşünüyordu lakin bu kişi bir Yunan teğmeniydi. Hayal kırıklığı ile sordu:

"Bunun burada ne işi var? Bu çadır Türk'lere ait. Nasıl onu buraya getirirsiniz?"

Teğmeni getirenler Türk askeriydi ve teğmenin vurulup, can çekiştiğini gördüklerinde değil, arkadaşlarının ona yardım etmediğini gördüklerinde şaşırmışlardı. Onu orada bırakamazlardı, Türk olarak hoşgörü dolu bir geçmişleri vardı ve bu da onların Teğmeni kendi çadırlarına getirmelerine sebep olmuştu.

"Can çekişiyor, ona yardım etmeliyiz. Hemşire Hilal bacı, biz Türkler hoşgörü ve dayanışma örneği insanlarız. Onu bırakamazdık. Söz, iyileşir iyileşmez gidecek."

Hilal kaşlarını çatarak sordu: "Başhekim biliyor mu?" Başlarını sallayınca devam etti.

"Tamam fakat sonra gidecek. Kendimizi tehlikeye atmışız gibi hissediyorum."

Dilhun |Ateşten Gömlek| HileonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin