1-"Tanıdık Bir Çehre"?🌙

2.3K 102 23
                                    

Bölüm 1- Tanıdık bir Çehre

Sene 1919- Kurtuluş Savaşı'na zemin hazırlayan tarihler

İzmir(Smynra)- Kordon| Akşamın ilerleyen saatleri

Losing Your Memories- Bölüm şarkısı

✴✴✴

Hilal, ellerinde tuttuğu el yazması kağıtları, sıkı sıkıya koruyordu. Birinin görebileceği ihtimali onu tahmin edilemeyecek kadar korkutuyordu. Fakat asla korkusunu belli etmezdi. Yaptığı suç muydu? Hayır. Vatan sağolsundu.

Matbaanın olduğu sokağa girdiğinde, gökteki dolunay ve ona eşlik eden yıldızlar sönük bir şekilde sokağı aydınlatıyor, arada bir duyduğu Yunan askerlerinin sesleri ile daha da hızlanıyordu.

Bundan bir buçuk hafta önce sanki kendi topraklarıymışçasına rahat ve yüzsüz bir ifade ile İzmir'e ayak basan Yunan askerleri ve onların acımasız ifadeleri gözünün önünden gitmiyordu. Nasıl gidebilirdi ki? Abisi gibi sevdiği Hasan Basri, o Yunan askeri tarafından şehit düşmüştü. Gözünün önünde vurulmuştu Hasan Basri ve Hilal hiçbir şey yapamamıştı. O gün aklına geldikçe kendi kendine acısını anıyordu.

Hilal, matbaa da Hasan Basri ile yaptığı konuşmadan sonra içine düşen kurda yenilmiş, Hasan Basri'yi takip etmişti.

Keşke etmeseydi...

En azından Hasan Basri gözlerinin önünde şehit düşmezdi.

İlk ateş açan, ilk Yunan'a silah tutan bir kahramandı o gözünde.

Onu vuran askeri parçalamak istiyordu, o askeri gerçekten parçalamak, kırmak istiyordu. O askeri yaşlı gözlerini çevirdiğinde, gözlerine inanamadı. Bu gerçek miydi? Yıllar önce tedavi ettiği Yunan Teğmen Leon muydu o asker?

Adını hatırlıyordu ve buna hafızası kuvvetli olduğu için sevinse mi, yoksa unutmadığı için kendine mi kızsa bilemedi.

Fakat içinde yeşeren nefret duygusuna yenik düşmemek de mümkün değildi. O, Yunan askerine yardım etmişti ve o Yunan askeri de onun abisi saydığı birini, Hasan Basri'yi öldürmüştü.

Keşke onu tedavi etmeseydim de, ölseydi, diye düşündü.

Ve hep kendini suçlu tuttu.

O, hıçkırıkları ile bunları düşünürken, Teğmen ona bakıyordu. Kalbinin acıdığını hissetti ama çok geçti.

Aklına hücum eden bu buruk anı ile kafasını iki yana salladı ve matbaanın kapısından içeri girdi. Bir sandalyeye oturan Mehmet'i gördüğünde tüm bu düşündüklerinden sonra tebessüm etti. Mehmet de onu görünce tebessüm etti ve ayağa kalktı. İkisi de çok isterdi, Hasan Basri'nin düğünlerini, izdivaclarını görmesini...Ne yazık ki o aralarından çok erken ayrılmıştı.

"Hoşgeldin..." Diye mırıldandı Mehmet ve ardından endişe ile mırıldandı. "Bir Yunan askerine denk gelmedin umarım. Sana bir şey falan yapmadılar değil mi?"

Hilal başını olumsuzca sallayıp cevap verdi, ayrıca içten içe seviniyordu. Mehmet onu gerçekten önemsiyordu.

"Hayır, Mehmet. O kadar dikkatsiz olmadığımı biliyorsun."

Tebessüm ettiler.

Ardından Hilal elinde tuttuğu kağıtları Mehmet'e verdi ve basmasını rica etti. Yarın buna Yunan çok sinirlenecekti.

✴✴✴

"Hilal!"

"Geliyorum, anne!"

"Ne bağırıp durursun, Azize?"

Sabah, sofranın başında tüm aile toplanmışken, tek eksik Hilal'di. Dün matbaadan geç saatlerde ayrılmış olmalıydı ki, hala uyanamamıştı.

"Ben onu seve seve uyandırırım." Diye keyifle söylendi Yıldız. Merdivenlerden yukarı çıkarken, aklında türlü türlü şey beliriyordu. Acaba Hilal'i su ile mi uyandırsa, yoksa yalandan kötü bir haber verip korkutarak mı uyandırsaydı?

İkinci seçenek daha zevkli geldi.

"Hilal! Hemen kalk, Yunan evleri boşaltıyor, babam karşı koymaya gitti Ali Kemal ile ama pek işe yarayacak gibi değil-- ah! Bunlar senin şu arkadaşların değil mi! Nasıl da Yunan'a karşı çıkıyorlar."

"Ne?!"

Hilal acele ile yataktan fırladı ve üzerine rastgele bir şeyler geçirmeye başladı. O kadar korkmuştu ki, ablasının onu gülerek izlediğinin farkında değildi. Yıldız onu orada bırakıp aşağı indi.

"Geliyor mu kardeşin, Yıldız?"

Yıldız gülmemeye çalışarak başını salladı. "Hem de nasıl."

Hilal acele ile aşağı indiğinde, beklediğinin aksine mutlu bir aile sofrası ile karşılaşınca kaşlarını çatıp hem kendine kızdı hem de Yıldız'a.

"Ya abla! Ne diye korkuttun beni? Yüreğime iniyordu. "

"Kızım, ne yaptın Hilal'e?"

Yıldız kıkır kıkır gülerken Ali Kemal onun saçlarını karıştırdı ve sanki intikam alırcasına Hilal'e göz kırptı. Bu sefer somurtan Yıldız idi.

"Hilal, birgün canından olacaksın diye korkarım." Dedi babaannesi Hasibe. "Gecenin bir vakti yine matbaaya mı gittin, kızım?" Diye devam ettirdi babası Cevdet. Her ne kadar kızı ile gurur duysa da canından endişe ediyordu.

"Siz merak buyurmayın. Dikkatli oluyorum."

Annesi Azize, elinde bakır tava ile içeri girdi. "Neymiş o dikkatli olduğun mesele?"

Azize'nin gönlü razı değildi bu matbaa işlerine. Şu Yunan geldi geleli, nerede halkı cesaretlendiren bir yazı görse atıyor, bunları yayınlayan kişiyi de bulsa, cezalandırmak üzere bekliyordu. Ne yazık ki Halit İkbal'in kim olduğunu kimse bilemeyecekti.

✴✴✴

|O sırada Yunan konağı|

Teğmen Leon, tabağındakileri yemekten öte, bir oraya bir buraya hareket ettiriyordu. Aklında hemşire Hilal varken nasıl bir şeyler yiyebilirdi ki?

Hilal'in gözleri özellikle gitmiyordu önünden. Cesurdu, fazlasıyla cesurdu Hilal fakat herkes bunun ona birgün bela açacağını bilir gibiydi.

"Leonidas? Neden kahvaltı etmiyorzun?"

"Mühim bir mesele değil, Mittera. Sadece yorgunum."

"Vasili seni çok çalıştırmıyor, değil mi?"

"Ochi, Mittera."

Veronica başını salladı. Neydi birkaç yıldır, oğlunu huzursuz eden?

Sonra aklına Helen geldi. Atina'da çok iyi anlaşırdı acaba onunla ayrı kalmasına mı üzülmüştü?

Aklına gelen ve ona göre dahiyane olan fikre sırıttı. Neden Helen de buraya gelmiyordu ki?

Dilhun |Ateşten Gömlek| HileonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin