Ateşten Gömlek 🌑 1ζHasret

1.3K 49 17
                                    

"Yare küstahane dil arz etti dağ-ı sineyi.
Ateşin pirehen oldu germi-i haclet bana."

{ Gönül, sevgiliye göğsünde açtığı yarayı küstahça gösteri.
Utanan verdiği sıcaklık bana ateşten gömlek oldu.}

▪▪▪

30.05.1919

Eski Arnavut kaldırımında tez adımlar ile ilerliyordu genç kız. Göğsüne sıkı sıkıya bastırdığı kağıtların uçları rüzgarda uçuşuyor, hışırtılı sesler ortaya koyuyordu. Üzerinde krem rengi kabanı, çoktan üzerine toz almaya başlamıştı ve başındaki eşarptan, zaten baştan beri çıkmaya niyetli olan saç tutamları uçuşuyordu. Kendini bildi bileli her rüzgarlı, sert havada kendini, varlığından habersiz en dip köşesine kadar belli eden baş ağrısı, dayanılmaz bir acı ile kendini göstermişti, başına alacağı sert bir darbe kadar, hatta daha da fazla acıtıyordu bu his. Gerçi, sanki onunki de acıydı. Yurdun dört yanı, işgale karşı bir duruş sergilerken, birçok kişi ölüp, şehit olurken, onu önemsiz bir baş ağrısı mı yıldıracaktı? Saçmalıyor olmalıydı.

Esasen çok da uykusu vardı. Dün gece, muhtemelen tüm İzmir'de duyulan o iğrenç kahkahaların müsebbibi olan Yunan Balosu, elbet ki onların evine de ulaşmış, kapılarının önünde sarhoş Yunan askerleri, kutlamalarını 'biraz' fazla taşırmış, Hilal de gece uyuyamamıştı. Oysaki ablası o vakitlerde birgün kendisinin de o balolarda önemli bir şahsiyet olarak bulunacağı günün hülyasını görüyor, mışıl mışıl uyuyordu. Tabiki ablası yanılacaktı, biliyordu Hilal, çok da uzun olmayan süreçler sonunda Türk milleti elbet ki kurtuluş günlerini görecek.

Ruhu da en az bedeni kadar bitap düşmüştü. Gözlerindeki ışık, uzun zamandır kendini göstermiyor, bilhassa babasının en sevdiği yeri olan lacivert gözleri yolunu aydınlatmıyordu, ta ki inatçı kişiliği ortaya çıkana dek. Ne zaman vatanın kurtuluşundan bahis açılsa, gözlerinde inatçı bir ışık aksi düşünenleri korkutmaya ve geri adım attırmaya yetiyordu. Ardından en az gözleri gibi alev püsküren laflarını ortaya koyuyor, inanılmaz bir savunma mekanizmasıyla savunuyordu mücadelelerini. Ne yazık ki lafla peynir gemisi yürümüyordu.

Yunan mahallelerinden geçmek zorundaydı ki, bu sebeptendir Hilal bakışlarını yere dikmişti. Asla eziklik duygusu olmamıştı bunun sebebi. Bilakis, tepelere çıkartılmış Yunanistan bayraklarını görünce âdeta cinleri tepesine çıkıyor, içinde volkanik bir patlama yaşıyordu. Bu patlamanın lavları da pek tabii gözlerinden taşıyor, mavi ile kırmızının muazzam uyumu herkesi korkutmaya yetiyordu. Oysaki bu vatanda dalgalanabilecek, boyunduruğu altında kalabileceği tek bayrak, al sancaktı.

On beş gündür başını nereye çevirse gördüğü mavi beyaz bayraklar, alışılmışın dışında rastladığı bu balolar ona yetmişti. Hasan ağabeyini kaybettiği yetmiyormuş gibi, Halit İkbal'i her yerde bucak bucak aradıkları yetmiyormuş gibi bir de Yunan üniformalı askerleri görmek zorundaydı. Evet, muhtemelen deliriyor olacaktı çünkü bu koşullar altında başkası mümkün değildi.

Başı yerde yürürken sert bir cisme çarpıp gerilemesi ile koluna dolanan sert bir el onu düşmekten kurtardı. Onu tutan, çarptığı şey neydi? Başını hızlıca yerden kaldırıp baktığında gördüğü Yunan üniforması sualinin çoğunu karşılamıştı lâkin emin olamadığı yanıttan duyduğu bozuk aksan ile emin oldu. "İyi misiniz, küçük hanım?"

Bu oydu; zamanında hayatını kurtardığı, on beş gün önce ise ağabeyi gibi sevdiği Hasan Basri'yi şehit eden Teğmen Leon. Keşke kurtarmasaydım, diye düşündü Hilal. Zaten o günden sonra ekseriya kendini suçlu bilmişti.

"Sizi alâkadar etmez Teğmen!"

Yine içindeki isyankar kız çocuğu ortaya çıkmıştı. Belki de onu öne çıkaran şey buydu. Hiçbir vakit işgalci devletlere boyun eğecek bir Türk kızı olmamıştı, Türkler bir başka devletin boyunduruğu altında kalamazdı. Babasının ona öğrettiği en önemli şeylerden biri, hürriyet her şeydi. Tabii bunu Yunanlar bilmiyor olmalı.

Dilhun |Ateşten Gömlek| HileonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin